Önce internetin o tavan arasında, dip köşe bir
yerlere tıkıştırılmış bir videodan bahsetmeliyim. On beş yıl
önce Columbia Üniversitesi’nde Said’in Şarkiyatçılık
isimli eseriyle ilgili uluslararası konferansta konuşuyorum. O günlerde Said
aramızdaydı. Bu videoda, o çığır açıcı şaheserine dair düşüncelerini paylaşmak
üzere kürsüye gelmezden önce, onunla ilgili kısa bir takdim konuşması yapıyorum
(ki aslında bizim kampüste onu takdim etmeye hiç gerek yoktu).
Bu da birkaç öncesine, Eylül 2017’ye ait başka bir
video. Burada,
Cenevre’deki bir meslektaşımla yaptığım mülâkatta, günümüzde Şarkiyatçılık eserinin sahip olduğu
öneme dair görüşlerimi aktarıyorum. Bu iki etkinlik arası dönemde Şarkiyatçılık Sonrası: Terör Döneminde Bilgi ve İktidar (2009) isimli eserimi
kaleme aldım.
Bu üç tarih, 2003, 2009 ve 2017, kendi kuşağıma
mensup eleştirel düşünürlerin takip ettiği zamansal dizgenin özgün dönemeçleri
esasında. Bu düşünürlerin Said’e ve eserine çok şey borçlu olduğunu söylemem
lazım. Şarkiyatçılık yayınlandıktan
sonra tüm akademiyi altüst etti. Eser, o güne dek dünya genelinde sömürgecilik
sonrası düşünce âleminin hiçbir şekilde ulaşamayacağı bir derinliğe sahipti. Şarkiyatçılık’ta Said, dilinin
dizginlerini kopartmış, eleştirel düşüncenin kılıcını kınından çıkartmış biri
olarak çıkıyordu karşımıza.
Burada kayıt düşmem gereken başka bir önemli tarih
daha var: Ekim-Kasım 2000’de Columbia Üniversitesi’nde İtalya İleri Düzey
Çalışmalar Akademisi, madun çalışmaları okulunun önde gelen kurucu isimlerinden
biri olan Hintli tarihçi Ranajit Guha’ya ev sahipliği yaptı. Guha o gün, sonrasında
Dünya-Tarihinin Sınırında Tarih (Metis
Yay., 2006) isimli çalışması dâhilinde yayınlanan ders notlarını aktarmıştı.
Bu çalışmanın sunduğu imkân dâhilinde ben ve
Columbia Üniversitesi’nden meslektaşım Gayatri Spivak, Guha’nın dersleri
üzerine iki günlük bir konferans tertip ettik ve bu konferansa “En Geniş Mânâda
Madun Çalışmaları” adını verdik. Said o konferansa katıldı ve ilk genel
oturumda açılış konuşmasını yaptı.
İmparatorluk
Cevabını Veriyor
Said, Spivak ve Guha gibi önemli eleştirel
düşünürlerce tarif edildiği biçimiyle, birbirleriyle ilişkili iki saha olarak,
madun çalışmaları ile sömürgecilik sonrası çalışmaları, bilgi üretimi
tarzlarının dönüştürülmesinde deprem etkisi yaratan ani patlamalara ait birer
emare gibidir. Söz konusu üretim, tarihsel bir çerçeveye sahiptir ve
etrafımızdaki dünyaya dair anlayışımızda mündemiç olan, bir biçimde edinilmiş
bir olgu olarak Avrupamerkezciliği bölgeselleştirmiştir.
Bu önemli düşünürlerden önce sömürgelerde hüküm
süren modernite, Avrupa’daki akademisyenlerin ürünlerini doğrudan edinmekle
yetinmekteydi. Bu akademisyenlerin yazıları, Avrupamerkezci sosyal bilimler ve
beşeri bilimlerin bilişsel düzeyde ön plana çıkartılan yaklaşımlar bağlamında
tefekkür edilmesine neden oldu.
Sosyal bilimler ve beşeri bilimler alanında
eleştirel çalışmaların tarihsel yönelimini tayin eden ana merkeze bir dizi
önemli metni yerleştirmek mümkün. Bu metinler içerisinde en fazla öne çıkanı ise
Spivak’ın yetkin çalışması, Madun
Konuşabilir mi?’dir [Dipnot Yay.] Fakat anlamlı ve koşullara bağlı bir dizi
sebepten ötürü bugüne dek hiçbir metin, Said’in Şarkiyatçılık isimli eserin sahip olduğu o muazzam öneme sahip
olamadı.
Şarkiyatçılık, doğru bir yazar tarafından doğru bir zamanda kaleme alınmış
doğru bir kitaptır. Kendi neslinin önde gelen edebiyat teorisyeni olarak Said, Şarkiyatçılık öncesinde ve sonrasında
birçok kitap ve makale yazmıştır.
Fakat buna karşın Şarkiyatçılık, sömürgecilik sonrası dünyanın en fazla ihtiyaç
duyduğu bir ânda en doğru notaya basmış, en doğru sesi vermiştir. Bu, sömürge
olmanın, en geniş mânâda kapitalist modernitenin genel çerçevesinden teorik
açıdan ve konu bağlamında ayrıştırılmasının gerekli olduğu bir dönemdir.
Kapitalist modernitenin sömürgecilik sonrası döneme ait dalgalarınca
biçimlenmiş kıyısında yaşayan insanlar olarak bize, süreci tanımlayan, put gibi
yüzümüzü döneceğimiz bir kutup, dünyevi bir tanıklık, hepimizi bir araya
getirecek bir şey lazımdı. Said, sanki o metni yazıp belirli bir yapıyı inşa
etmek için doğmuş gibiydi.
Tüm çığır açıcı metinler gibi Şarkiyatçılık da birçok önemli ismi etkiledi. Bunlar arasında
bilhassa iki isimden bahsetmem gerek: Aijaz Ahmad ve James Clifford. Bense,
2015’te kaleme aldığım İransevicilik:
Küresel Sahnede İran Kültürü isimli çalışmamda bazı önemli noktalarda
Said’in aldığı konumlardan uzaklaştığımı fark ettim.
Tüm diğer ufuk açıcı düşünceler gibi Şarkiyatçılık da Enver Abdulmalik, Talal
Esad ve Bernard S. Cohen gibi isimlerin eserlerine örneklik teşkil etti. Fakat
bu örneklik ve çalışmaya dair tüm o eleştiriler, pratikte sahneye birlikte
çıktı ve Şarkiyatçılık’ı olduğundan
farklı bir şey olarak takdim etti.
Kitabı kötü niyetle okuyup onu “Batı” karşıtı bir
eleştiri olarak görenler bile disiplin dâhilinde kitabın sunduğu önemli katkıyı
kabul etmek zorunda kaldılar. Bu kötü niyetli okumanın bir sebebi de Said’in
Filistin davasını büyük bir cüretle ve öncü bir isme has yaklaşımla savunuyor
olmasıydı. Şarkiyatçılık’ın kötü ve
faydalı okumaları arasındaki sınır çizgisi silindikçe, metin kendi
yanlış/yorumlarının önüne geçmeye çalışan bir klasik olarak zamanla sönükleşti.
Dünyayı
Yeniden Yazmak
Tüm bu kakofoni karşısında Şarkiyatçılık, dün olduğu gibi bugün de sömürgeciliğin
koşullandırdığı bilgi üretim tarzlarının ikna edici bir eleştirisidir. Eser,
bilgi ile iktidar arasındaki ilişkiye dairdir ve bu hâliyle Michel Foucault,
ondan da önce Friedrich Nietzsche’nin çalışmalarına dayanır, onlardan beslenir.
Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi isimli çalışmasına dek uzanan, bilgi sosyolojisini
ele alan uzun bir eleştiri geleneği söz konusudur. Bu gelenek, Max Scheler,
Karl Mannheim ve George Herbert Mead gibi önemli sosyologları içermektedir.
Said’in bu önemli sosyolojik dizgenin farkında olduğunu söylemek pek mümkün
değildir, zira o, her şeyden önce bir edebiyat eleştirmenidir ve Şarkiyatçılık isimli çalışması, temelde
simgesel, yönelimsel ve anlatısal temsilleri eleştirmektedir.
Kitaptan bugün de çıkartabileceğimiz ders ve
öğreneceğimiz kalıcı gerçek esasen, onun bilgi ile bilginin hizmet ettiği
iktidar arasındaki patolojik ilişkiyi teşhis noktasında gösterdiği hassasiyetle
alakalıdır. Şarkiyatçılık Sonrası isimli
kitabımda detaylı olarak aktardığım biçimiyle, bugün iktidar ve Arap-Müslüman
dünya ya da genel mânâda dünya ile alakalı bilgi arasındaki ilişki, birbirini
takip eden bir dizi aşamadan geçmiştir.
Avrupaî Şarkiyatçılığın klasik çağı, nihayetinde
zamanla yozlaşıp Amerika’ya has alan çalışmalarına evrilmiş, süreç içerisinde
Washington’da ve başka yerlerde, ekseriyeti Siyonist olan düşünce kuruluşları
ön plana çıkmış, bunlar, İsrail’in çıkarlarını ABD’nin emperyalist çıkarlarına
uygun birer olgu olarak takdim etmişlerdir. Bugün Arap ve İslam, artık bilgi ve
anlama çabasının konusu değil, nefretin ve tiksinmenin nesnesidir.
Bugün Müslümanlardan ve dinlerinden nefret eden,
İslamofobik yaklaşımlarıyla öne çıkan iki isim, ABD’de önemli mevkilerde
bulunmaktadır. İlki Trump’ın dışişleri bakanı Mike Pompeo, diğeri de ulusal
güvenlik danışmanı John Bolton’dır. Bugün bizim, Said’in idrak edip eleştirdiği
bir şarkiyatçılık sahasında bulunduğumuzu söylemek artık pek mümkün değildir.
Bugün Avrupa’da Yahudiliğe ve Yahudilere yönelik
nefret başarılı bir biçimde dönüştürülmüş, bu nefret, yerini İslam ve
Müslümanlara yönelik nefrete bırakmıştır. Zirvede olduğu dönemde klasik
Şarkiyatçılık Ignaz Goldziher türünden önemli bir akademisyeni üretmişti.
Goldziher, ürettiği bilgileri kendi hesaplarına kullanmak isteyen Siyonistlerin
kötücül güçlerinin artmasına ne pahasına olursa olsun karşı çıkmış bir isimdi.
Bugünse Neokonların Müslümanlara yönelik nefretinin ve onların anavatanlarıyla
alakalı emperyalist hesapların ana ideologu Bernard Lewis gibi Siyonist bir
propagandisttir.
Bugün Said’in ufuk açısı
eserinin doğru ve eleştirel bir okuması, Avrupa’da geliştirilmiş olan sömürgeci
moderniteden ve tüm o ideolojik tuzaklarından köklü bir biçimde uzaklaşılmasına
ihtiyaç duymaktadır. Said, bizim için yolu açmış, doğru yönü göstermiştir.
Önümüzde uzanan bu tehlikeli yolda bizler, sadece Said’in eleştirel
düşüncelerinin yaydığı ışığa değil, ayrıca ondaki cesaret denilen fazilete ve
hayal gücüne muhtacız.
Hamid Dabaşi
3 Mayıs 2018
3 Mayıs 2018
0 Yorum:
Yorum Gönder