Rosa Luxemburg:
Bugünlerde dünya, teorik dehası ile üç ciltlik
başyapıtı Kapital’de (1867-1883)
ekonomik sınıfın, toplumsal hayatın, politik konumların maddi temellerini ve
ideolojik eğilimlere dair eskimek bilmez anlayışımızı yeniden tarif eden
devrimci politik ekonomist Karl Marx’ın (5 Mayıs 1818-14 Mart 1883) doğum
gününü kutluyor. Onun toplumsal, politik (hatta dinî) güçlerin ekonomik alanını
teorize etmek için başvurduğu, hem dostlarının hem de düşmanlarının kullanıp
suiistimal ettikleri sözlükçe, bugün sosyal bilimler ve beşeri bilimlerin
ayrılmaz bir parçası hâline geldi.
Vahşi kapitalizmin kontrolden çıkmış zorbalığı
aracılığıyla yağmaladığı, Donald Trump’ın ve milyarderlerden oluşan kabinesinin
yönettiği, Avrupalı ve bölgesel müttefiklerin bu sürece yardım edip onu
kışkırttığı bir dünyada Marx’ın sermaye ve onun politik sonuçlarıyla ilgili
teorisi, sahip olduğu tüm derinlikle, küresel adalet için mücadele ettiğimiz bu
yolda bize kılavuzluk etmeyi sürdürüyor.
Gelgelelim Marx, her ne kadar düşünsel açıdan
eleştirel bir isim olsa da bir yanıyla da onulmaz bir biçimde
Avrupamerkezciydi. Marx, kapitalist ekonomideki yayılmacı eğilimlerin farkında
olmasına rağmen, sömürgeciliğin söz konusu kapitalist eğilimin ana icra tarzı
olduğuna dair bir teori geliştiremedi. 1850’lerde Marx, New York Daily Tribune’de Avrupa sömürgeciliğinin muhtelif
yönlerine dair yetkin bir dizi makale yazsa da ondaki Avrupamerkezci kör nokta,
onun kötü bir şöhrete sahip olan “Doğu Despotizmi” anlayışına sahip olmaya,
sömürgeciliğin Hindistan’ı “modernize ettiği” için bu alt kıta açısından
aslında hayırlı olduğuna dair o utanç verici tespiti yapmaya itti.
Bu türden teorik at gözlükleri ve politik hatalar,
onun sermaye ve onun politik sonuçlarına dair tüm dünyayı temel alan bir teori
geliştirmesine mani oldu. Avrupa dışı dünya söz konusu olduğunda Marx da o
dönem Avrupalı çağdaşları kadar oryantalistti. Oysa Marx, elbette dünyanın onu
ifsat eden kapitalist sistemin yol açtığı korkulardan kurtulduğunu görmek
istiyordu. Buna karşın “dünyanın işçileri birleşin” derken, temelde aklında
Avrupalı işçiler vardı. Dünyanın geri kalan kısmı, esasen feodaliteden
kurtarılmalı, Avrupalı kitlenin devrimci bilincine erişmeden önce “modernleştirilmeli”ydi.
Marx’ın çığır açıcı görüşlerinin öngördüğü o
zaruri ve çok önemli görevi bir sonraki Marksist eleştirel düşünür kuşağı
üstlendi. Bu kuşağın bir mensubu da Polonya’da doğmuş olan Alman Yahudi,
devrimci düşünür ve aktivist Rosa Luxemburg’du (1871-1919).
Postkolonyal
Mekânlarda Burjuva Milliyetçiliği
Kuzey Amerika’daki kampüslerde edinildiği ve
algılandığı biçimiyle, postkolonyal teorinin belirli yönleriyle Marksist
eleştiriye tabi tutulması, gayet meşru bir girişimdir. Kampüslerde ilgili
teori, tatlı dilli liberalizm için makul bir kıvama getiriliyor. Bu liberalizm,
sömürgelerdeki deneyimler dâhilinde açığa çıkan eleştiri hareketinin dili yakan
köklerini burjuvaziye makul gelsin diye tatlandırıyor. Söz konusu uyarlama
girişimi dâhilinde Cesaire Afrikalı, Fanon Karayipli, Malcolm X Afro-Amerikan,
hatta Edward Said Filistinli olarak edindiği deneyimlerden arındırılıyor ve bu
isimlere nazik, sempatik bir hale kazandırılarak beyazların onlardan
korkmamaları sağlanıyor.
Oysa Cesaire, Fanon, Malcolm X ve Said’den çok
önce üretilmiş bir postkolonyal teori versiyonu var. Bu teorinin köklerini Rosa
Luxemburg gibi Marksist düşünürlerde bulmak mümkün. Luxemburg, yirminci yüzyıl
başlarında Marx’ın düşüncesinin sahip olduğu anlam konusunda, hatta Marx’ın
kendisinden bile, daha kapsamlı düşünmekle meşgul olan bir isimdi.
Bir Yahudi, kadın ve bir sosyalist devrimci olarak
Rosa Luxemburg, Avrupa’da veya Avrupa dışında haklarından mahrum edilmiş
toplumsal kesimlerin bakış açısından Marx’ın fikirlerinin anlamı konusunda
düşünmek gibi özgül bir konuma sahipti. Yahudi olarak Rosa, Avrupa’nın
ötekisinin bir parçasıydı; kadın olarak öteki cinsiyetti; sosyalist devrimci
olaraksa bir kâbustu.
Sermaye
Birikimi (1913) isimli o çığır açıcı
kitabında Rosa Luxemburg, kapitalizmin kaynakları sömürme, ucuz işgücünü
gaspetme, yeni pazarlar konusunda doymak bilmeyen ihtiyaçlarını artırma ve
giderek artan artı-değeri biriktirme konusunda yürüttüğü yağmacı faaliyetlerin
alanını nasıl genişlettiğini gösterdi. Rosa’ya göre Avrupa emperyalizmi, sermayenin
küreselleşme sürecini mümkün kılan ve kolaylaştıran askerî bir mekanizmaydı.
Rosa, Marx’ın sermaye teorisini düzeltmeseydi,
Marx’taki gözleri bağlayan Avrupamerkezcilik iki ölümcül kusura sahip olmayı
sürdürecekti. Marx, Avrupa’da kapitalist sistemin uzun süre yaşayabileceğini
hesap edemedi, bu da onun kapitalizmin sömürgecilik bağlamında uzayan ömrü
karşısında hükmünü yitirmesine neden olacaktı. Luxemburg’un tespitiyle,
kapitalist sistemin sıkça yaşadığı krizler, onun emperyalizm ve sömürgecilik
aşamasına geçmesine neden oldu. Bu da sömürgelerin Marksist düşünce dünyasına
ait eleştiri aygıtının konusu hâline gelmesini sağlamaktaydı.
Marx’ı
“Sınırlarda” Yeniden Düşünmek
On yıl sonra yayınladığı Emperyalizm: Kapitalizmin En Üst Aşaması isimli çalışmasında Lenin
de kapitalizmdeki ekonomik değişikliği, emperyalizmin askerî mantığına
bağlıyor, askerî yayılmacılığın Avrupa ülkelerinin kendi ülkelerindeki ekonomik
krizi ertelemek için başvurduğu mekanizma olduğunu söylüyordu.
Karl Kautsky ve Nikolai Buharin gibi diğer önemli
teorisyenler de kapitalizmle emperyalizm arasındaki bağa odaklandılar. Bu
isimler, sömürgeciliğin “modernleşme” denilen süreçte araçsal olduğuna,
modernleşmeyi sağladığına dair o ırkçı-sömürgeci önermenin foyasını meydana
koyan öncü teorisyenlerdi. Bu teorisyenler sayesinde “modernleşme”nin
sömürgeciliği ifade eden bir örtmece olduğu ortaya çıktı.
Marx at
the Margins (2010) isimli o mükemmel
kitabında Kevin Anderson, Marx’ı Avrupa sahasından kurtarıyor ve bize başarılı
bir sunum dâhilinde, farklı bir Marx yorumu takdim ediyor. Bu türden revizyonu
esas alan değerlendirmelerde ve Marx’ın görüşlerinin kapsamını genişletmeye
çalışan diğer Marksist teorisyenlerde asıl mesele, kapitalizmin küresel
sonuçlarına odaklansalar bile, Avrupamerkezciliklerinden zerre ödün vermiyor
olmaları. Immanuel Wallerstein gibi “dünya-sistemi” teorileri geliştiren
isimler bile hâlen daha sermaye ve onun sömürgelerde yol açtığı sonuçlarla
ilgili olarak kurdukları “merkez-çevre” ikiliğine iman ediyorlar.
Sermayenin ve onu yaşar kılan askerî güçlerin
dünya genelinde yürüttüğü faaliyetlerin bir merkezi ve çevresi yok. ABD, AB,
Asya, Afrika ve Latin Amerika’da iktidarı ellerinde bulunduran elitler, şiddete
dayalı araçlarla omuz verdikleri sistemden buralara dağılmış, haklarından
mahrum kesimler kadar istifade ediyorlar.
Irkçılık, sömürgeciliğin ve emperyalizmin özünde
olan ekonomik mantığın üzerine sürülmüş bir tür ideolojik cilâ aslında. Yağmacı
olan sermaye, renk körüdür ve cinsiyetlere karşı nötrdür. Sermaye, beyaz ve
beyaz olmayan işçileri aynı ölçüde sömürür. Sermayenin insanı çıldırtan mantığı
açısından Donald Trump, Suudi prensi, Mısır generali, Hintli bir müteşebbis,
Rus oligark veya Çinli bir işadamı olduğunuzun bir önemi yoktur. Aynı sistemin
sömürüp günahına girdiği insanları ABD ve Avrupa’daki yoksullar arasında
bulduğumuz gibi, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da da buluruz. İktidarın deri
rengine ve cinsiyete göre kodlanması, iktidarın ve hâkimiyetin ekonomik mantığı
bağlamında yanlış bir bilincin tezahürüdür.
Az çok düzgün bir iş ve ücrete kavuşmak için dünya
üzerinde gezip dolaşan, 300 milyonu aşkın göçmen işçi, herhangi bir sistemin
merkezinde de değildir çevresinde de. Yağmacı kapitalizmin en açık mağdurları,
“merkez-sınır” veya “merkez-çevre” üzerine kurulu hatalı coğrafî tespitler
üzerinden görünmez kılınmaktadırlar.
Hindistan’da İngilizlerin
ekonomik planda uyguladıkları zulümleri ve Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğini
ayrıntılı bir biçimde değerlendirmeye tabi tutan Rosa Luxemburg’dan sonra
postkolonyal teorilere dair daha detaylı analizler, ancak onlarca yıl sonra
yapılabildi. Avrupa’yı merkeze koyan teoriyi dünyaya dair bilinçle kuşandıran
Rosa, eleştirel Marksist düşüncenin dünyayı kuşatması noktasında postkolonyal
teori ile uğraşanlara hakiki bir ses kazandırdı.
Hamid Dabaşi
12 Mayıs 2018
12 Mayıs 2018
0 Yorum:
Yorum Gönder