10 Nisan 2018

,

Silikon Vadisi’nin Amentüsü


San Fransisko Körfez Bölgesi, iki sütun üzerine kurulu: yüksek kiralar ve cevaplanmayan sorular. Cevabı en fazla merak edilen soru da şu: Devlet, diğer sektörlerdeki şirketler gibi, Silikon Vadisi’ndeki şirketleri neden hiç incelemiyor, bu şirketler, gerekli düzenlemelere neden tabi tutulmuyorlar?

Uber örneğini ele alalım. Bu şirket, San Fransisko’da izinsiz araçlar çalıştırıyor. Bu araçlar, ancak kırmızıdan geçtiklerinde yakalanabiliyorlar. Uber programı Arizona’ya aktarıldığında, vali, şirketi yere göğe sığdıramadı, başarılarını ballandırıp durdu, ta ki robotla çalışan araçlardan biri bir yayayı öldürene kadar. Peki Uber bu işten yakayı nasıl kurtardı? Bunun sebebi, Silikon Vadisi’ne fazla nazik davranılması ve buradaki şirketlerin teknoloji sektörünün öncü felsefesi arkasına saklanması. Akademisyenler, bu felsefeye “Kaliforniya İdeolojisi” diyorlar. Özünde bu ideoloji, yönetici teknisyen sınıfının inanç sistemini ifade ediyor.

Yaratılış hikâyesine “Kaliforniya İdeolojisi” adını veren, güçlüler değil. Peki neden? Esasen mühendisler, kendilerini birer ideolog olarak görmezler ve daha çok pratik insanlar olarak değerlendirirler. Eğer Silikon Vadisi’ndeki seçkinlere sorar iseniz herhangi bir doktrine uygun hareket etmediklerini söyleyecekler, “sadece işimizi yapıyoruz, lütfen kusura bakmazsanız yolumdan çekilir misiniz, teşekkür ederim” diyeceklerdir.

Ne var ki her insan, bir bakış açısına sahiptir. Teknoloji sektörü de bundan bağışık değildir. Doksanlarda iki İngiliz medya teorisyeni Richard Barbrook ve Andy Cameron, bu konuyla ilgili bir makale kaleme almaya karar verdiler. Silikon Vadisi kültürü, orayı yönetenlerin söyledikleri, yaptıkları ve nereden geldikleri üzerinde durdular. 1995’te bu teknoloji kültürü eleştirisi nötron bombası etkisi yarattı, tıpkı kültürel ve ekonomik gücü miras alan Kaliforniya’nın gösterişli silikon fabrikaları gibi. Giriş bölümünde yazarlar şunları söylüyorlardı:

“Toplum, teknoloji ve siyaset arasındaki ilişki konusunda, dünya genelinde genel bir inanış ortaya çıkıyor. Biz, bu inanışı onu üreten eyaletin adına atfen, Kaliforniya İdeolojisi olarak adlandırıyoruz. Liberter politik felsefeyi doğallaştırıp onun hayrına olacak şekilde teknolojik bir kanıt sunmak, böylelikle alternatif geleceklere dair öngörülerde bulunmak suretiyle Kaliforniya İdeologları, geleceğe dair toplumsal ve politik tartışmaların artık anlamsızlaştığını söyleyebilme imkânı buldular.”

Makale, Mute dergisinde yayımlandı. Sonrasında Barbrook, makaleyi “internet temelli neoliberalizmin eleştirisi” olarak niteledi. Birçok önemli teori gibi Kaliforniya İdeolojisi de fazla okunmayan, ama çok fazla şey çağrıştırıp hatırlatan bir düşünce pratiği. Ayrıntılara meraklı, politik içeriklere sahip belgeseller hazırlayan yönetmen Adam Curtis, bu ideolojiyle ilgili, adı “Aşk ve İktidar” olan bir film çekti.

Makalelerinde Barbrook ve Cameron, Vadi’deki hâkim inancın dayandığı yapıyı parçalarına ayırıp inceliyorlardı. İki yazar, ta o günlerde, ilerleyen süreçte yaşanacakların büyük bir kısmını tahmin etmekteydi: yazarların tahminine göre, Kaliforniya İdeolojisi, medya ve pazarlar aracılığıyla yayılacak, Tanrı’nın “yürü ya kulum” dediği endüstri ve teknoloji konusunda önemli bir güç olan ABD’nin hâkim, gayrı resmî doktrini hâline gelecekti.

Barbrook ve Cameron’ın makalesi şu nedenle önemli: Makalenin yayınlanmasından yirmi yıl sonra eleştirilerin hedefi olan Wired dergisi, makaleyi merkeze koyan ve onu anan bir sayı çıkarttı. Yazı veren isimlerden biri de bilim kurgu alanında efsanevî bir isim olan Bruce Sterling’di. Sterling’e göre makale, “ilk internet eleştirisi dalgasına ait simgesel bir metin”di. Sterling, devamında şunları söylüyordu:

“Son yirmi yıl içerisinde internet, muhtemelen köklü değişikliklere maruz kaldı fakat asıl şoke edici ve kışkırtıcı olan, söz konusu değişikliklerin Silikon Vadisi’ne hâkim neoliberal yaklaşımları imha etmiş olmasıydı. Bu değişiklikler sayesinde internet girişimciliği kültü sorgulandı, teknolojik determinizm teorisine itiraz edildi ve Amerikan tarihine ait efsaneler çöpe atıldı. Silikon Vadisi destekçilerinin ‘kafayı yemiş solcuların işi’ deyip eleştirdikleri Kaliforniya İdeolojisi, şirketlerin internet âlemini ele geçirmesi ve NSA’in kitlesel gözetleme programlarının açığa çıkması üzerine intikamını almayı bildi. […] Kaliforniya İdeolojisi’nin gücünü artırmasıyla internet, neoliberal ekonominin mekanik açıdan kusursuz biçimi olarak göklere çıkartıldı.”

Barbrook ve Cameron’ın üzerinde durduğu ana husus şu: Teknoloji kültürü, hippilere has söylemi üzerine şal niyetine atmış sağcı ekonomiye dayanmaktadır. “Neoliberalizm” terimi, o günlerde henüz popüler değilse de bu, Kaliforniya İdeolojisi’nin temelde ekonomik muhafazakârlıkla cem olmuş bir toplumsal ilericilik formu olduğu gerçeğini değiştirmez. 1995 yılında asıl neoliberal parti, Demokrat Parti’dir. Şirketlerin dirilişine sebep olanın ne olduğu merak ediliyorsa, bu partiye bakılmalıdır.

İkinci Dünya Savaşı sonrası doğum oranının yüksek olduğu dönemde doğanlar [Boomers], hem ellerinden gelenin en iyisini yapmak hem de iyi bir şeyler kotarmak niyetindeydiler. Bu dönem sayesinde neoliberalizm, Korkusuz Kız imajı üzerinden örneklendi. Wall Street’e atfedilen feminist imajı parasal açıdan besleyen ticarî şirket, kendi kadın çalışanlarına az ücret vermekteydi. Doktrinse uyanıklık, uygulamalar ise zorbalık üzerine kuruluydu.

Gelgelelim Kaliforniya İdeolojisi, nirengi noktası olarak alınan Clinton’a kıyasla daha radikal ve daha tuhaf bir olguydu. O, esasen dinî bir amentüydü. Ana ilkesi de gayet yalın bir ilkeydi: makineler her şeyi tamir eder.

Kaliforniya İdeolojisi, ağlarla alakalı görüşten besleniyor ve bu görüş de yirminci yüzyılın başlarında icat edilmiş olan ekosistemler teorisinden ödünç alınmış. Ekosistemler teorisi çevreyi tanrısallaştırıyor: bu teoriye göre, doğadaki düzen kendi kendisini dengeye kavuşturan, kusursuz bir makine. Ekosistemler teorisini sahiplenen isimlerin anlattığına göre, bu kusursuz mekanizmaya insanlar müdahale ettiklerinde onu mahvediyorlar. Mevcut özdengeyi [homeostaziyi] güvence altına almanın yegâne yolu ise onu yalnız başına bırakmak. Sonrasında yapılan araştırmalara bakılacak olursa, dengeli ekosistem teorisi yalandan ibaret: zira doğa, dinamik ve her daim dönüşen bir sistem. Tek sabite, değişimin kendisi. Kusursuz biçimde birbirlerini dengeleyen av ve avcı fikri üzerine kurulu cennet, bir fanteziden ibaret. Anlatılan, hoş bir hikâye. Yüzyılın ortalarında çevrecilik fikri hippilerle buluşuyor ve çöpçatanlığı da Berkeley’deki profesörler yapıyor. Hippilerin dediğine göre, bizi hiyerarşik toplumlar yönetmemeli, komünler inşa edilmeli ve bu komünlerde siyaset olmamalı. Eğer insanlar, doğal düzenle uyum içerisinde yaşarlarsa, o vakit doğada olan şey toplumda da yaşanır: her şey dengeye kavuşur. Sistemi tek başına bırakırsanız, sistem çalışır. Sistem tanrıdır.

Siyaset bilimi kürsüsündeki herhangi bir kişi, size siyasetin grup olarak karar alma pratiği olduğunu söyler. Gruplar vardır ve karar bu gruplarla alınmak zorundadır. Karar alma süreçlerinin yasaklanıp siyasetin olmadığı bir grup işlemez. Hikâyenin sonunda hippi çiftliklerinin başına gelen de bundan başka bir şey değildir: buralarda karar alma iradesi, bir avuç insanın ellerine teslim edilmiştir. Süreçte komünler bölünmüş, fakat onların yaslandıkları fikir yaşamaya devam etmiştir. Zaman içerisinde hippiler liberterlerle kaynaşmışlardır. Bunlar iki konuda ortaklaşmaktadırlar: her ikisi de sistemlerin kendi kendilerini düzelttiklerine inanmaktadırlar ve kesinlikle hükümet denilen şeyden hoşlanmamaktadırlar. Silikon Vadisi, işte böylesi bir ortama doğmuştur.

Barbrook ve Cameron’ın tespitine göre, iyimserlik ve hayatı kolaylaştırma fikri arasında oluşan birleşmenin ortaya çıkardığı, çelişkilerle yüklü şiir Kaliforniya’da dizilmiştir:

“Kaliforniya İdeolojisi’nin sağa kayışındaki en tuhaf yanlardan biri, Oregon, Washington ve Kaliforniya’yı içeren Batı Sahilleri’ndeki ekonominin bir tür karma ekonominin ürünü olduğu gerçeğidir. Hükümetin akıttığı dolarlar, buralarda sulama sistemleri, otobanlar, okullar, üniversiteler ve bölgede hayatın güzel olmasını sağlayacak başka türden altyapı projeleri inşa etmek için kullanıldı. Devlet sübvansiyonları içerisinde aslan payını ileri teknoloji üreten endüstriyel kompleks aldı. […] Her ne kadar sonrasında ticarileştirilse de sosyal medya, ‘new age’ spiritüalizmi, sağlıklı gıdalar, keyif için alınan uyuşturucular, pop müzik ve kültürel sapkınlığın başka biçimleri, üniversite kampüsleri, sanatçı birlikleri ve köy komünleri etrafında oluşmuş, ticarî amaç gütmeyen ortamlardan çıktı.”

Liberaller, süreç içerisinde uzlaştılar. Altmışlar, binyılcı cenneti inşa edemedi, ama bu, çok da önemli değildi, zira bilgisayarlar, o ideallerin gerçekleşmesini sağlayacaklardı. Örneğin beyaz üstüncülüğü ve patriarka üzerine kurulu somut gerçekliği ortadan kaldırmaya gerek yoktu: herkes internete bağlandığında, tüm o farklar zaten pratikte tümden ortadan kalkacaktı. Yani şehrinizdeki fabrika kapandığında, hayat damarlarının tıkanmış olması artık sorun teşkil etmiyordu, çünkü internette herkesi bekleyen yeni işler mevcuttu.

2013’te Barbrook ve Cameron’ın makalesini Wired dergisine dönük bir eleştiri olarak okuyan Edmund Berger argümanını şu şekilde özetlemekteydi:

Wired dergisi, Kaliforniya’nın geliştirdiği, ona has teknokapitalizm markasının sözcüsü. Bahsi geçen teknokapitalizmse büyük ölçüde neoliberal dogmalara ve hippilerin geliştirdiği karşı-kültüre dayanıyor ve Ayn Rand’a atıfla, toplumun farkında olan bir tür Randcılığın hazırladığı sert karışım içerisinde Yeni Sol ile Yeni Sağ arasındaki sınırları ortadan kaldırıyor. İkisi arasındaki karşıtlıklar o kadar keskin değil aslında: her ikisi de devletçilik karşıtı, bireye vurgu yapıyor, bilginin Fordist dönemde iktidarın topluma dayattığı yavaşlama karşısında muzaffer olması gerektiğini söylüyor. Barbrook’un iddiasına göre, söz konusu amalgamın kurduğu ütopik düşler esasen gericiydi ve toplumda gerçekleşecek kütlesel değişime uzanan yolları dar bir ekonomik prizmadan gören teknolojik determinizmi homojenleştirdi.”

Eski ilericiliğe dair birçok şey söylenebilir, ama temelde onun kapitalizmin sahip olduğu güce kuşkuyla yaklaştığını görmek gerekir. Milyarderlerle barışmak asla mümkün değildir. Düzenleme amaçlı kural ve ilkelerle onların sahip olduğu güç dizginlenmeli, tekellerle mücadele edilmeli, güçlü sendikalar ve birlikler oluşturulmalıdır. Fakat Silikon Vadisi hızla her şeyi altüst etti. Artık insanların refahı için 1932’de Roosevelt’in yürürlüğe koyduğu Yeni Mutabakat’a veya Lyndon Johnson’ın 1964-65’te başlattığı Büyük Toplum isimli ekonomik-toplumsal programa ihtiyaç yoktu. İnsanlığı teknolojinin o gizemli tanrıları kurtaracaktı. Elon Musk, çalışanlarının sendikalaşma talebini elinin tersiyle itip bu yöndeki girişimleri ezdiğinde, liberallerin kimin safında olacağını zannediyorsunuz? Tabii ki Musk’ın. İşte Kaliforniya İdeolojisi böylesi bir güce sahip.

Bu ideoloji, tüm alametleriyle her yerde çıkıyor karşımıza. Steve Jobs’un geri dönüşü sonrası teknolojik ütopyalar kuran liberaller, Apple bilgisayar şirketinin Çin’de fabrika açma girişimlerini bir tür yüce girişim olarak karşıladılar. Onlara göre, yüksek maaş aşan bir CEO ve Apple’ın kurucusu olarak her şeyin en iyisini Jobs biliyordu. Kaliforniya İdeolojisi, o liberallere sistemin bu şekilde işlediğini söyledi ve sistemdeki çapakları temizlemekle uğraştı. Kusursuz internet âlemine uzanan yolda tek bir engelle bile karşılaşılmamalıydı.

Ne var ki teknoloji bir araç ve hiçbir araç, yoktan varolup maddîleşmez. Hepsi de iktidar eliyle biçimlendirilir ve onun elinden çıkmaktadır. Teknoloji sınırlar, çevreler. Öyle değilmiş gibi yapsa da teknoloji bir ideolojidir. O, belirli bir vizyon üzerinden işleyen, profesyonel yöneticileri temel alan işletmecilik [managerialism] ideolojisine takıntıyla bağlı bir dünya inşa eder. Her şeyin ötesinde teknoloji, belirli güçlere ve kişilere imtiyazlar dağıtır. Dolayısıyla Kaliforniya’da, Batı’nın o cennetinde, güçlüler, en eski numaraya, azınlığın çıkarlarını doğa kanunu kılıfına sokma numarasına başvurmaktadırlar.

Barbrook ve Cameron şunları yazıyor:

“Altmışların sonundaki eylemlilik sürecinin içinde inşa edilen, dönemin valisi Reagan’ın saldırısına uğrayan Halkın Parkı için verilen mücadelenin üzerinden otuz yıldan az bir süre geçtikten sonra, aykırı isimlerin ve hippilerin Kaliforniya İdeolojisi’ni üretebileceklerini kim tahmin edebilirdi? Teknolojik determinizm ve liberter bireyciliğin meydana getirdiği böylesi bir çelişkili karışımın enformasyon çağının melez inancı hâline gelebileceğini kim düşünebilirdi? Teknoloji ve özgürlüğe giderek daha fazla tapınıldığı ölçüde, o özgürlüğün ve teknolojinin varlık alanı bulacağı toplum konusuna hassasiyet gözeten sözlerin giderek daha az dillendirileceğini kim varsayardı?”

Kaliforniya İdeolojisi’ni şu eski fıkra gayet iyi özetliyor. 1951’de ABD’de UNIVAC I isimli ilk ticarî bilgisayar üretilir. 1952’de makine, Eisenhower’ın seçim zaferini tahmin eder. Eisenhower bu durumu memnuniyetle karşılar, bunun üzerine, başkan olduktan sonra bilgisayarın bulunduğu, üniversitedeki bodruma gider. Başkan, gördükleri karşısında şoke olur. Makine, sandığının aksine, devasa büyüklüktedir. UNIVAC, kablolar, vakum tüpleri ve transistörlerden oluşmakta ve tüm odayı kaplamaktadır. Eisenhower yetkililere, “bilgisayara bir soru sorabilir miyim?” diye sorar. Bilim insanları da “tabii sorabilirsiniz” diye cevap verirler. Başkan, makinenin yanına gider ve şu soruyu girer: “Tanrı var mı?” Sorunun girilmesi ardından makinedeki ışıklar titremeye, motorlar vınlamaya, hatta tüm bina sarsılmaya başlar. Ardından yazıcıdan bir kâğıt çıkar. Üzerinde şu yazmaktadır: “Artık var.”

Jason Rhode
1 Nisan 2018
Kaynak

0 Yorum: