Ne var ki tüm dinî cemaatlerin hapishane inşaatına
karşı çıkabilmelerini sağlamak için temelde ABD hükümeti ile Yeni Afrikalıların
arasındaki ilişkinin bir sömürü ilişkisi olduğunun idrak edilmesi gerekiyor. Bu
gerçek idrak edildiği vakit, vaizler ve papazlar cemaatlerinin karşısına
çıkacak ve kurtuluş teolojisini vaaz etmeye başlayacaklar. Kurtuluş teolojisinin
vaaz edilmesi noktasında Yeni Afrikalıların manevi gelişiminin muhtelif inanç
sistemleri/dinler eliyle desteklendiğini görmek gerekli. Yeni Afrikalı Cemaati,
Hristiyanlardan, Müslümanlardan, Yahudilerden, Budistlerden, animistlerden ve
ateistlerden oluşuyor. Bunların hepsi de sadece inanç sistemleri değil, ırkları
ve sınıfsal aidiyetleri yüzünden de zulüm görüyor. Bu bireylerin büyük bir
kısmı politik bilince sahip, gençlerimizin ve insanlarımızın sömürülmesine son
verme amacı doğrultusunda çalışmaya, taş üstüne taş koymaya ve örgütlenmeye
hazır ve istekli. Kişisel manevi inanç sistemine bakılmaksızın bu kişilerin
birleşik bir mücadele cephesi dâhilinde örgütlenmeleri gerekiyor.
Belirlediğimiz siyaset gereği, üyelerinin sömürü ve zulme son verecek mücadeleye
katılmalarına izin vermeyen her türden din veya inanç sistemi çöpe atılmalı.
Dolayısıyla burada belirtmek gerekir ki kurtuluş teolojisi, esasen mazlum
halkları ırkçılık ve kapitalist sömürüden kurtarılmasına dönük faaliyetleri
destekleyen bir teolojidir.
Genelde anlaşıldığı biçimiyle, devrim, insanın
belirli bir toplumsal-politik bilinç seviyesinden daha üst bir bilinç ve eylem
düzeyine geçmesini sağlayan sosyo-ekonomik ve politik evrim sürecidir. Devrim
ve evrim süreci, zalimlerin hâkim kültürüne, yani kültürel emperyalizme karşı
çıkan, devrimci bir kültürün oluşmasını sağlayan ahlâkî öğeleri meydana
getirir. Bu nedenle, mücadelenin gelişimi dâhilinde yeni bir değerler sistemi
ve ahlâk ortaya çıkar, böylelikle yeni insan, devrimci insan oluşur. Hacı Malik
Şabazz’ın ifadesiyle:
“İçinde
yaşadığımız zamanda, ezilen, zalime yüzünü dönüp ondan bir mantık ve akıl ya da
belirli bir sistem vermesini talep etmemektedir. Zira ezene mantıklı gelen,
ezilene mantıklı gelmez, ezen için makul olan, ezilen için makul değildir. Bu
ülkede siyahlar (Yeni Afrikalılar) bizi sömürenlere makul gelenin bize makul
gelmediğini anlamaya başladılar. Dolayısıyla, ‘Zenci Devrimi’ adı verilen bu
mücadelede bazı sonuçlara ulaşmak istiyorsak, dipte olan bizlerin oluşturduğu
yeni bir akıl ve mantık sistemine sahip olmamız gerektiği artık kabul görüyor.”
Bu (d)evrim süreci sayesinde kendi mantığımızı ve
aklımızı geliştiriyoruz, devrimci kültürümüzü oluşturuyoruz, ayrıca kendi
mücadelelerimizi ve hareketlerimizi tümüyle kucaklayan kendimize ait bir
kurtuluş teolojisini ve inanç sistemlerini inşa ediyoruz. Bunun yanında,
bizdeki maneviyat, sömürüye ve ırkçılığa karşı verdiğimiz mücadelenin maddî
gerçekliği dâhilinde ifade ediyor kendisini. Kendi varoluşumuzun maddî
dünyasında kendisini ortaya koymayan, ifade etmeyen hiçbir inanç sistemi veya
maneviyat, mücadelemizin sürmesi için gerekli her türlü temelden yoksundur.
Bu anlayışla kuşanmış olan bizler, kurtuluş
teolojisinin amacının düşünce ve eyleme dönük taze bir teolojik yaklaşım
üretmesi veya doğrudan mücadeleye iştirak etmesi gerektiğini söylüyoruz. Zira
bugüne dek kurtuluş teolojisinin fıtratı, zamanla zulümden kurtulmak isteyen,
yaşadıkları zulme Tanrı’nın veya ilahın müdahale etmesini isteyip ona yakaran
insanların çabaları sonucu değişmiştir. Bu nedenle Hz. Musa, İbranileri Mısır
hâkimiyetinden kurtardığında kurtuluş teolojisine başvurmuştur. Aynı şey Hz.
Muhammed (sav) için de söylenebilir. O da Mekke’yi Arap aşiretlerin putlarından
kurtarmıştır. Dolayısıyla teoloji, potansiyel bir kurtarıcı güç olarak tekrar
keşfedilebilir ve başka bir safhaya taşınabilir. Bilhassa Hz. İsa’nın zalim
Roma’nın O’nun yaşadığı topraklara hükmettiği koşullarda tefecileri,
fahişeleri, hilekâr hahamları ve paragöz toprak sahiplerini azarladığı dikkate
alınacak olursa, bu tespitin ne denli önemli olduğu daha iyi anlaşılır.
Bu nedenle ilgili bağlam dâhilinde ibadet, temelde
kurtuluşa ihtiyaç duyulduğu tespitiyle icra edilmelidir. Allah’ın nurunun hüküm
sürmesine izin verecek, hayat kalitesinin oluşmasına mani olan, ruhanî gelişme
ve inkişafı engelleyen koşullardan kurtulmak gerekmektedir. Böylelikle Allah
kurtarıcı hâline gelir, nuru ortaya çıkar, din kurtarıcı olan Allah’ın nurunun
açığa çıkmasını sağlayacak araçlar ve yöntemi geliştirir. O nurun kendisini
ifşa ettiği yolu kimse açmaz. Bilâkis kurtulmak için mücadele eden insanlar
Allah’a yakarmalı, bu yakarış, yaptıkları ibadetin biçimi ve maruz kaldıkları
sömürü ve zulüm koşulları ile uyumlu ve bağlantılı olmalıdır.
Bu teolojik pratik, sömürü ve zulme son verecek
gerçek hareketi oluşturmak için gerekli sosyo-ekonomik ve politik öğeleri
meydana getirecek bir faaliyet hâlini almalıdır. Fakat belirtmek gerekir ki söz
konusu teolojik pratik, zulmün ortaya çıkmasına sebep olan maddi,
tarihsel-diyalektik zemine karşı hassas olabilmelidir. Allah’ın kelâmını
işitmek, vahyi devrime dönüştürmelidir: bu anlamda kurtuluş teolojisi, devrimin
manevi vahyidir.
Paulo Freire’nin Eğitim Siyaseti isimli çalışmasında izah ettiği biçimiyle kurtuluş
teolojisi, “takipçilerinden sosyo-politik bilimi bilmelerini talep eder, bilim
tarafsız olamayacağından, insanlar belirli bir ideolojik tercihte bulunurlar.”
Freire, devamında kilisenin gelecekten bahsetmesini ve onun kurtuluşun Tanrı’sı
veya kurtuluşun ruhunu bir bedene kavuşturmak adına Mısır’dan çıkış hikâyesini
bugüne tatbik etmesini ister. Sosyo-politik bilim bağlamında yapılacak
ideolojik tercih, teolojik pratiği görev üstlenmeye iter, uygulamacılarının
manevi inançlarının ve eğilimlerinin maddî düzlemde en iyi nasıl açığa
vurabileceklerini düşünmelerini sağlar. Kuran-ı Kerim’de ifade edildiği
biçimiyle, “zulüm ve kargaşa, kıyımdan beterdir. […] Karşınıza çıktığı yerde
zulümle mücadele edin.” Yeni Afrikalı teolog James H. Cone’un
dile getirdiği biçimiyle,
“Adil
bir toplum, özgürlük mücadelelerinde Tanrı ile yüzleştiklerinde yoksullar
nezdinde açığa çıkan umutları temel almalıdır. Bu nedenle yoksulun düşünceye
dayalı, politik mücadeleler üzerinden tarif edilen, dinî hayatları dâhilinde
yüceltilen vizyonları ciddiye alınmak zorundadır. […] Bence adil bir toplumsal
düzen, tek değil birçok farklı dinî vizyona hesap verebilmelidir. Eğer tüm
insanları kucaklayan bir toplum inşa edeceksek o vakit bizim bugün tek bir dinî
inancı mutlak olarak görmememiz gerekmektedir. […] Her türden adil toplumsal
düzen inşası, Tanrı’nın birçok farklı yoldan bilindiğini ve tecrübe edildiğini
dikkate almak zorundadır. Tanrısal gerçekliği kusursuz bir şekilde
kavrayabildiğimizden, bizim sınırlı vizyonumuzu mutlak kabul etmememiz gerekir.
Bugün böylesi bir görüş kesinlikle reddedilmelidir.”
Dolayısıyla her türden teolojik pratik, (1) zulmün
ezdiği, cemaatlere ait öz kimlikleri dönüştürmeli, o cemaatlerin varlığını
kabul etmelidir; (2) belirli cemaatler arasında kurulacak dayanışma için
gerekli vizyonu temin etmelidir; (3) ve insanların kendileriyle ilgili
değerlendirmelerini zenginleştirmeli, dayanışmayı güçlendirmeli, onlara güç ve
yetki vermeli, tüm bu dayanışma pratiği, siyaset ve sosyo-ekonomik ilişkiler
temelinde yürütülecek birleşik eylemler için gerekli hedefleri
belirleyebilmelidir.
İlerici Ulusal Vaftiz
Kongresi’ni alkışlamalı, gençlerimizin sömürülmesine son verilmesine dönük
çağrısını desteklemeliyiz ama aynı zamanda bu mücadelenin başvuracağı yöntem ve
yürüyeceği yol üzerine kafa patlatmaya devam etmeliyiz. Hacı Malik Şabazz, o
ünlü Oy Sandığı mı Yoksa Mermi Sandığı
mı? başlıklı konuşmasında şu tavsiyeyi dile getiriyor: “Yurttaşlık hakları
mücadelesini daha üst bir seviyeye, insan hakları seviyesine taşımalıyız. İster
farkında olun isterse olmayın, yurttaşlık hakları mücadelesi dâhilinde, Sam
Amca’nın yasaları eliniz kolunuzu bağlar. Yurttaşlık hakları mücadelesi
verdiğiniz sürece, dış dünyadan kimse sizin adınıza tek laf etmez.” Bu nedenle
asıl talep edilmesi gereken, insan haklarıdır ve o, İlerici Ulusal Vaftiz
Kongresi’nin yürütmesi gereken kurtuluş teolojisinin temelini teşkil eder. Bu
pratiğin başka dinî cemaatler tarafından da ortaya konulması gerekmektedir.
Eğer Kongre, ABD’deki tüm politik tutsaklara af ve hapishane inşaatlarının
durdurulması talebi doğrultusunda, bütün dinî cemaatleri içeren bir birleşik
cephe kurulması çağrısında bulunursa, o iki bin kilisesiyle Kongre, tüm Yeni
Afrikalılara büyük bir hizmette bulunmuş olur.
Celil
Abdul Müntekim
[Asıl adı Anthony Bottom olan Müntekim, 1951’de
doğdu. Martin Luther King’in öldürülmesi sonrası Kara Panter Partisi’ne üye
oldu. 1974’te iki polisi öldürme suçuyla, yirmi beş yıl hapse çarptırıldı.
Kaynak: Jalil, A. Muntaqim, We Are Our
Own Liberators, Arissa Media Group, İkinci Baskı, 2010, s. 259-263.]
0 Yorum:
Yorum Gönder