Filistin meselesini ladinî, lamekân ve laik kılma
çabası, oradaki fiilî gerçekliğe karşı körleşmeyi beraberinde getiriyor.
Zamansız-mekânsız olanı, kavganın toprağından kaçanlar talep ediyorlar.
Filistin, Müslümanı, Hristiyanı ve belki bir miktar Musevisi ile, Siyonist
zulüm şebekesine karşı mücadele ediyor. Bu mücadele, Hz. Muhammed zamanındaki
gibi, tüm dinler tarihini bağrında yeniden örgütleyen başka bir “din”i ve başka
bir milleti var ediyor. Ona bağlanmayanlar, yaşayacakları değil, kısa süre
hayatta kalacakları yerlere savruluyorlar.
Kabaca, İsrail devleti bir din devleti olarak
örgütlendikçe, karşısındaki mücadeleci güç de dinî bir kisve ve muhteva
kazanıyor. Dolayısıyla Beytüllahim’de “Noel’i barış içinde geçirmek”
istediklerini söyleyen ve çocuklara hediyeler dağıtmayı amaçlayan grup, 2014’te
böylesi bir dinî mücadele bağlamında anlam kazanıyor. Geçmişte başpiskoposu
(Capucci[1]) bile örgütlemeyi bilmiş olan mücadele, düşman hattını yarıyor,
dostların mevziini birleştiriyor. Kavganın diyalektiği bunu emrediyor.
Başka yerlerde İslamcılar, Noel şapkası takmayı küfür sayan fetvalar yayınlama
derdine düşerlerken, Filistin, dini başka bir yerden politikleştiriyor. O fetva
sahiplerinin yanına, laik solcu, “ama dinin siyaset alanında ne işi var!”
diyerek oturuyor. İkisi de oluşan politik gerçeğe örgütlenmekten kaçıyor.
Mülkünü oradan kaçırıyor.
Bu noktada o kişiler Filistin’i, buradaki öznenin
kendisini üstün hissettiği yere, ona güçlüymüş hissi veren şeye göre
değerlendiriyorlar. Geceleri içki içmeyi önemli ve değerli sayan kişi,
Filistin’i bu ölçüte vuruyor. Bu kişiyle, “o toprak ecdadımındı” diyen arasında
bir fark yok. O da yoksul hâliyle, aynada kudretli görünmek adına, Abdülhamid,
Ertuğrul ninnileriyle bakıyor Filistin’e. Kendi müşterek kemiğine dayanmış
bıçakla düşünen Filistinli, kendi çıkarına kul olmuşlara hiçbir şey anlatmıyor.
Bugün tarikatlara, cemaatlere yönelik haberleri
paylaşıp durmanın da bir anlamı yok. O tarikatlar ve cemaatler, bir ve diri
durmak zorundalar. Dolayısıyla müritlerin, destekçilerin bağlılığı
kalıcılaştırılmalı. Kapitalizm koşullarında, böylesine laik bir devletin
varlığında, bu örgütlenmeler, üyelerini sürekli test etmeye, uyarmaya
mecburlar. Sürekli “bizden ayrılırsanız, kâfir olursunuz, cehennem kuyusuna
düşersiniz, dağılırsınız, azabınız şimdiden başlar” demek zorundalar. Devletin
ve sermayenin nüfuz ettiği yer, işte burası.
Aynı yöntem, sol örgütlerde de çıkıyor karşımıza.
Bildiriler, eylemler, açıklamalar, değerlendirmeler, hep içeriye dönük aslında.
Bir avuç kadroyu elde tutmak için çırpınıp duran bir avuç şefin şovundan başka
bir şey görmüyoruz.
Bu kişiler, Müslüman gençlerin Filistin’de neden Noel
Baba kıyafeti içine girdiklerini asla anlamıyorlar. O kıyafeti buradaki AVM’den
bakıp değerlendiriyorlar. Sadece görmek istediklerini görüyorlar. Filistin’deki
zulmü içten içe sevinerek, avuç ovuşturarak, orada akan kanı ilerleme tanrıları
adına kesilen kurbanların kanı olarak görerek karşılıyorlar. Bu nedenle
buradaki zulme asla ses çıkartamıyorlar, cılız seslerini asla yükseltemiyorlar.
AKP koşullarında solun önemli bir kısmı,
yoksullarla, ezilenlerle ve işçilerle ilgili sorumluluk ve yükümlülüklerinden
kurtulma imkânı buldu. Laiklik ve ateizm, derin bir mesele değil onlar için,
bireysel kurtuluşun basit birer bahanesi. Yoksullar cahil, geri, yobaz,
akılsız. Bunların dışındakiler, solun kendisi. Doğalında burjuva ilerlemeye
dair görevler sola tevdi ediliyor. Daha doğrusu sol, bugün burjuva olduğunu
açıktan haykırma imkânı buluyor. Burjuvazi ve devlet, solu dönüştürerek, onu
dişine uygun hâle getirerek, yol ve alan açıyor ona.
Yeniden belirli bir kıvama
getirilen sol için yoksulluk, Bethamcıların, Faydacıların gözüyle bakıldığında,
aşağılık bir hâl ve sürekli ezilmeli. Neşet Ertaş’ın diliyle yoksuzluk[2], ölüm
ve ayrılıkla barabar, insanı dosta gardaşa yâd etmekte. Onları dert edinmeyenin
dost gardaş bulma imkânı da yok. Beytüllahim’de dost olan, müminlerin kavgası,
bu sebeple idrak edilemiyor. Eksik olan, başkalarına muhtaç olunduğu gerçeği...
Neticede nice sultanları tahttan indirecek olan, yâd olmayı reddetmek değil
midir?
0 Yorum:
Yorum Gönder