13 Mart 1988’de Irak Kürdistan’ındaki Halepçe
kenti, Batı’nın temin ettiği kimyasal silâhları kullanan Irak ordusu
tarafından, tümüyle imha edildi. Saldırılarda yaklaşık beş bin kişi öldürüldü,
takip eden birkaç hafta içerisinde aldıkları yaralardan ötürü ölenlerin sayısı
daha fazlaydı. Halepçe, böylesi bir katliam için rastgele seçilmiş bir yer
değildi. Şehir, ABD’nin Irak’a destek verdiği İran-Irak Savaşı’na karşı verilen
proleter mücadelenin önemli bir sahasıydı. Her evde en az bir adet asker kaçağı
vardı, bazen bunların sayıları dördü-beşi buluyordu. Aşağıda, katliam öncesinde
ve esnasında Halepçe’de yaşayan yoldaşların yazdıkları mektupların ve
makalelerin çevirilerine ait bir özet sunuluyor. Her şey zaten olduğu gibi
anlatıldığından, detaylandırılmasına gerek yok.
Toplumsal
Koşullar
1987 yılı boyunca Irak hükümeti, Halepçe
civarındaki 45 köyü imha etti. Evleri yıkmak için patlayıcılar kullanıldı.
Halepçe’ye gelen köylülerin sayısı 110.000’i buluyordu. Bu köylerdeki gençlerin
hemen hemen hepsi asker kaçağıydı. Bunlar savaştan uzak duruyor, ama ona karşı
bir şeyler yapmayı tartışıyorlardı.
Bu kadar çok insanın kente akın etmesi, ev
sıkıntısına yol açtı. Zaten kentte çok fazla iş de yoktu. Dükkânlar, pirinçten,
ekmekten başka bir şey satmıyorlardı, meyve-sebze ve et çok pahalıydı. İşsizler
arasında ana gündem, savaştı. Ülke için sadece zenginler savaşmak istiyorlardı.
Birçok insan, güvenlik koşullarının bulunmaması sebebiyle evini barkını sattı.
Bu da zenginlerin insanların televizyonlarını, buzdolaplarını alıp başka
şehirlerde satarak daha da zenginleşmesini sağladı.
Politik
Örgütler
Asker kaçaklarının ciddiye aldığı tek yapı, Irak
Komünist Partisi’ydi. Diğer tüm örgütler ve partiler, bilhassa Kürd
milliyetçiler (en önemli örgüt Kürd Demokrat Partisi) devletle işbirliği
içerisinde olduğu için, itibarsızlardı. KDP ve IKP, asker kaçaklarının suyuna
gitti. KP, asker kaçakları arasında daha fazla desteğe sahipti, çünkü parti,
onlara herkesten daha fazla destek veriyordu ve er geç devletin Halepçe’ye
saldıracağını, insanların buna hazırlanması gerektiğini söyleyen tek örgüttü.
KP, 1974’te Baas hükümetine girdiği için edindiği kötü ünü temize çekmek
zorundaydı.
Ayrıca Marksist Leninist İşçi Partisi, Leninist
Marksist Grup gibi komünist olduğunu iddia eden, irili ufaklı onlarca örgüt
daha vardı. Bunlar, tonla bildiri dağıtıyor, duvarlara yazılamalar yapıyorlardı.
Halepçe’de asker kaçaklarının koşullarını ele alan
ve Kürd milliyetçilerini eleştiren bildiri dağıtan bir adam bir hafta sonra
öldürüldü. Kentte kargaşa hâkimdi. “Devlet yanlısı örgütlerin içerisinde
hainler ve fitneciler cirit atıyordu. Öldüren kişinin gerekli belgeleri vardı,
inanılır gibi değil.”
Silâhlı
Güçler
1986’nın sonu, 1987’nin başından itibaren
Halepçe’de Irak ordusuna ek olarak üç tip ordu vardı:
a) Aşiret
Orduları: Halepçe civarında beş ana aşiret, birkaç da küçük aile vardı.
Savaş esnasında aşirete bağlılık halk arasında daha güçlüydü. Devlet, asker
kaçaklarını aşiret liderlerine aylık 50.000 dinar, silâh ve otomobil vererek
orduya bağlamaya çalıştı. Burada amaç, asker kaçaklarını toplayıp ordu
disiplini altına sokmaktı.
Aşiretler arasında orduya daha fazla asker verme
ve devletten daha fazla para alma yarışı vardı. Bu da sokaklarda, dükkânlarda
ve kahvelerde silâhlı çatışmalara yol açıyordu. İnsanlar, Halepçe’de savaştan
bahsediyorsa asıl kastettikleri, aşiretler arasındaki ve asker kaçakları ile
aşiretler arasındaki savaştı, İran-Irak arasındaki savaş değil.
b) İç
Güvenlik Kuvveti: En büyük ordu buydu. Yekpare değildi ve çok az silâha
sahipti. Bunlar, asker kaçaklarının yoğun olarak yer aldıkları birliklerdi,
zira asker kaçakları, orduya girdiklerini gösteren bir kimliğe sahip olmak
zorundalardı. İç Güvenlik Kuvveti, bir şekilde asker kaçaklığını meşrulaştırma
yoluydu. Tıpkı grev silâhının grev yapma hakkı adı altında meşrulaştırılmasında
olduğu gibi. O günlerde Saddam Hüseyin bile “askerden kaçma hakkı”ndan
bahsediyordu.
c) Kelle
Avcıları: Bunlar, devlet adına her türlü ahlâksızlığı yapan, ufak bir
güçtü. Asıl olarak asker kaçaklarını İç Güvenlik Kuvveti’ne katılmaya
zorlamaktı görevleri. Orada burada insanların kimliklerini kontrol ediyorlardı.
Kimsede yokken bunlar herkesi öldürme hakkına sahiplerdi. Karakola diri
getirdiği kişi başına 1000 dinar, ölüyse 500 dinar alıyorlardı. Sırf para
kazanmak için birçok zavallı insanı katlettiler. Bazen karakola bir kişinin
cesedini getiriyorlar, onu sınırda vurduklarını, öldürdükleri kişinin Pasdar
(İran Devrim Muhafızı) olduğunu söylüyorlardı. Katliam sonrası bu pisliklerin
çoğu, aynı işi İran devleti adına yapmak için İran’a gitti.
Aşiret liderleri, kelle avcıları, Kürd milliyetçi
örgütleri ve işadamları arasında sıkı bağlar mevcuttu.
Mayıs
1987 Ayaklanması
Devletin Halepçe’yi imha etmesine mani olmaya
dönük konuşmalar 13 Mayıs 1987’de eyleme döküldü. O gün militanlar, camilere
girip hoparlörlerden ayaklanma çağrısına bulundular. Camiler, kitleyi
toparlamak için uygun yerlerdi. Oysa tuhaf bir durum söz konusuydu, zira o güne
dek her Cuma namazı sonrası cami imamları, komünistlerin yıkıcı faaliyetleri
hususunda uyarılarda bulunuyorlardı. O gün tüm emekçiler, geceyi örgütlü eylem
meselesini tartışarak geçirdiler.
Çok sayıda insanda silâh vardı. Bunlar, çoğunlukla
aşiretlere bağlı askerî birliklere mensup kişilerdi. Her yaştan insan,
kadın-erkek, çoluk-çocuk, bu faaliyete iştirak etti. Herkes şunu söylüyordu:
“Askerler kardeşimiz, bizim düşmanımız Saddam!” Irak ordusu Halepçe’ye geldi ve
halka şunu söyledi: “Buraya sizi öldürmek için geldik ama öldürmeyeceğiz,
lütfen dağılın!” Kalabalık dağılmadı, hatta birçok askeri isyana katılmaya ikna
etti.
“[…]
Mayıs’ta devlet güçleri ezildi. Halk kontrolü ele geçirdi, polis ve ordu
saklanmak zorunda kaldı, sadece zırhlı araçlarla tanklar içerisinde hareket
etme imkânı bulabildiler. Tepemizde helikopterler uçuyor, ülkenin düşmanları
karşısında dikkatli ve sakin olma konusunda çağrıda bulunuluyordu. Kent yakınında
çatışmalar yoğunlaşıyordu. İranlılar daha da yakındaydı artık. İran topçuları
kenti bombaladı, çok kişi öldü, yaralandı. Herkes tehlikenin farkındaydı ama
insanlar ne İran’ın ne de Irak’ın safındaydı.”
Helikopterlere tanklar eşlik ediyordu. Bazı
isyancılar tanklara ateş ettiler, bunun üzerine helikopterler kalabalığın
üzerine roket attılar. İnsanlar kaçtı. Ardından Ürdünlü askerler kente girip
yüzlerce insanı öldürdü. Birkaç gün sonra 200 kişi toplandı, bazıları yaralı
hâlde hastanelerden getirildi ve bunlar diri diri toprağa gömüldüler. İsyandan
beş gün sonra devlet tüm bölgeyi imha etti. Boş evlere bubi tuzakları kurdular
ve çok sayıda insanın ölmesine sebep oldular.
Birçok kişi İran’a kaçtı ama Peşmerge (Kürd
milliyetçi gerillalar) onların yolunu kesip “gidin Halepçe’yi kurtarın” dedi.
Ama aynı peşmerge, zenginlerin ve mollaların kaçmasına mani olmadı, hatta izin
karşılığında para aldı. Her gün helikopterlerden insanlara sakin olmaları
yönünde çağrıda bulunuldu. Halepçe’yi imha etmeyeceklerini söylüyorlardı.
Birkaç hafta içerisinde dört-beş Kürd kentinde
daha isyana tanık olundu. Devlet camileri kapattı, elektriği kesti, Halepçe’de
yapılanların aynısı oralarda da yapıldı.
Valinin
Ziyareti
Süleymaniye valisi Halepçe’ye gelip bir konuşma
yaptı: “Halepçe, tarih boyunca çokça fedakârlıkta bulunmuş kentlerden
birisidir. Saddam Hüseyin Halepçe’yle özel olarak ilgileniyor. Halk arasında
kentin imha edileceği dedikodusunu yapanlar size ve devlete düşmandır.”
Kalabalığın içerisinden birisi, “o 200 kişiyi ne
yaptınız, onları geri istiyoruz!” diye bağırınca vali, “hoşça kalın, tekrar
görüşürüz” dedi.
Takviye
Katliamdan kısa bir süre önce asker kaçakları,
aşiretlerden aldıkları silâhlarla Halepçe’nin 20 kilometre uzağındaki Sirwan
kasabasını ele geçirdiler. Saldırıya Kürd milliyetçileri değil ama KP üyeleri
iştirak ettiler. Kısa bir süre sonra Irak hava kuvvetleri, bu kasabayı bomba ve
roketlerle imha etti.
Katliamdan iki hafta önce aşiret liderleri ve
subaylar gizlice Süleymaniye’ye gittiler. Iraklı askerler bir şeylerin
döndüğünü anladılar ve Süleymaniye’ye kaçmadan önce sokaklarda olan asker
kaçaklarına silâhlarını bırakıp kaçtılar.
Birçok insan İran’a kaçmaya çalıştı ama Peşmerge
onları geri gönderdi ve yalnızca zenginlerin geçmesine izin verdi. Katliamdan
kısa bir süre önce Halepçe, üç gün boyunca İran tarafından bombalandı.
Pasdaran, kenti işgal etti. Peşmerge, Irak ordusundan kurtulmak istediği için
İranlılara yardımda bulundu . İşgal sonrasında da bu yardım sürdü. Aynı zamanda
kendi ailelerini İran’a geçirdiler.
Katliam
13 Mart 1988’de Halepçe’ye kimyasal bombalar
atıldı. Tek bir Pasdar veya Peşmerge askeri ölmedi. İranlı askerler, bir gün
önce veya katliam sabahı şehri terk etmişlerdi. Peşmerge, kentin civarındaydı
ve bazılarında gaz maskesi vardı.
“Korunmak
için sokağın diğer tarafına doğru koştuk. Bodrum katına indik. Yarım saat sonra
her yandan uçaklar geldi, en az yirmi uçak vardı, birkaç dakika içinde Halepçe
harabeye döndü. Kısa bir süre sonra gaz kokusu geldi. Sarımsak gibi kokuyordu.
İçimizden bazıları su almak için koştu ve yüzlerine koymaları için ıslak havlu
ve elbise getirdi.”
En az üç farklı gaz kullanıldı: hardal gazı, sinir
gazı ve insanı deliye döndüren (kıyafetleri parçalayıp bir süre gülmesine,
ardından düşüp ölmesine neden olan) başka bir gaz kullandılar. İlk saldırı
anında 8.000 kişi öldü.
Katliam olmasına rağmen Peşmerge, kimsenin kenti
terk etmesine izin vermedi. Evleri yağmaladılar, kadınlara tecavüz ettiler. Bir
hafta sonra birçok kişi ya delirdi ya da kör oldu. Birçokları yaşama isteğini
yitirdi.
Katliamdan
Sonra: İran’daki Mülteci Kamplarında Hayat
Hayatta kalan binlerce insan, İran’daki mülteci
kamplarına gitti. Burada onların İran halkıyla temas kurmalarına izin
verilmedi. Mülteciler arasında komünist partinin hâlen daha belirli bir desteği
mevcuttu. Hatta kamplara Peşmerge geldiğinde halk onları taşla kovaladı.
Kamplar askerî disiplinle yönetiliyorlardı.
İnsanların birbirleriyle temas kurmasına izin verilmiyordu. Size tahsis edilmiş
olan yerde değilseniz, günlerce bir yere tıkılıyor, yemekten mahrum
kalıyordunuz. Kamptan çıkmak için özel izne ihtiyaç vardı ve bu izinleri almak
çok zordu. 1945 ila 1970 arasında doğmuş herkes askere alındı, geri kalanlar
ihtiyat teşkilâtına kaydedildiler.
Misilleme
ve Yeniden İskân
Eğer bir yerde bir Irak askeri öldürülmüşse,
oradaki evler dümdüz ediliyor, ikaz niyetine, halkın gözü önünde beş altı genç
darağacında asılıyordu.
Bağdat veya Süleymaniye’de
akrabası olmayan birçok Halepçeli, Suudi Arabistan sınırına yakın yerlerdeki
“boş araziler”e gönderildi. Buralardan kaçmak imkânsızdı, çünkü en yakın
yerleşim yerine gelene dek susuzluktan ölüyordunuz. Irak devleti Halepçe’yi
yeniden inşa etmeye başladı. Niyetleri, güneydeki Arap köylerinden daha fazla
insanı Halepçe’ye getirmekti. Bunlar da savaş esnasında devlete karşı mücadele
etmiş insanlardı.
Steven.
11 Eylül 2006
11 Eylül 2006
0 Yorum:
Yorum Gönder