Ülkenin kuşatma altında olduğuna dair haberler
karşısında aklımı bir dizi soru kurcalıyor. Amerika’daki ana akım medya
Maduro’yu desteklemiyor. O, kendi halkını ezen, demokrasisini boğan, tarihte
tanık olduğumuz zorbalara benzer bir diktatör olarak resmediliyor.
Peki bu doğru mu?
Her şeyden önce ABD’nin kendi güneyine yönelik
politikası konusunda berbat bir sicile sahip olduğunu bilmeyen yok. Onlarca yıl
CIA birçok plan hazırladı, liderleri öldürdü, ekonomileri maniple edip
aristokrat toprak sahibi kesimin halk karşısında güçlenmesini sağladı (Delil
olarak şu kitaba bakılabilir: John Perkins, Confessions
of an Economic Hit Man, [“Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları”] Penguin
Group, 2004).
Güney Amerika, ellilerden, Allen Dulles’ın
geliştirdiği fikirlerden beri, CIA için önemli bir eğitim sahası olageldi
(Kennedy suikastının emrini muhtemelen Dulles verdi. Bkz. David Talbot, The Devil’s Chessboard: Allen Dulles, the
CIA, and the Rise of America’s Secret Government, HarperCollins Publishers,
2016).
Dolayısıyla bugün Venezuela’da fesadın kol
gezdiğini anlamak hiç de zor değil. Her şeyden önce, ülkedeki Bolivarcı Devrim
tam da Costa Gavras’ın tarihî filmi Kayıp’ın
(Universal Pictures, 1982) senaryosuna cuk oturuyor. Başrollerinde Jack Lemmon
ve Sissy Spacek’in oynadığı film gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Lemmon’ın
muhteşem oyunculuğu ile can verdiği başroldeki baba, muhafazakâr ve dindar bir
kişi. Bu adam, 1973 Şili darbesi esnasında “kaybolan” oğlunu aramak için
Şili’ye gidiyor. Darbe esnasında sosyalist cumhurbaşkanı Salvador Allende
hükümeti devriliyor (Allende muhtemelen katlediliyor, ama onun Pinochet
yandaşlarının ateşi altında olan başkanlık sarayında kendisini vurduğu iddia
ediliyor). Filmdeki küçük bir sahnede karanlık gölgeler hâlinde, CIA ajanları
çıkıyor karşımıza.
Sonraki yıllarda Bilgi Edinme Özgürlüğü Kanunu
üzerinden Kissinger’ın Pinochet ile iş pişirdiği, CIA’in cezaevlerinden
devşirdiği birliklere yetkiler verildiği, aralarında Amerikalı çocukların da
bulunduğu çok sayıda insanın öldürülmesi suretiyle sosyalist hükümetin rahatsız
edildiği, özünde bu Kayıp filminin
gerçek olaylara dayanan bir belgesel olduğu anlaşılıyor. O dönemde Amerika’nın
sırf “demokrasiyi savunmak adına” “kımıldayan her şeyi vuruyor ve her yer kızıl
kanla kaplanıyor.”
ABD’nin Şili’de gerçekleştirdiği kanlı darbeden 44
yıl sonra bugün aynı şeyin Venezuela’da yaşanıp yaşanmadığı sorusu tüm
canlılığı ile orta yerde duruyor. Geçmişte Latin Amerika’da ABD, ölüm
mangaları, silâh zulaları ile birçok ülkeye müdahil olmuştu. Ta 1823 tarihli Monroe
Doktrini’nden beri ABD güneyin her karış toprağının koruyucusu olduğunu iddia
edip durdu. Bu doktrin, ABD’nin genlerine işlemiş bir kod artık.
Reuters, New York Times, Washington Post, World News Tonight gibi yerlerde Venezuela’ya dair çıkan haberlerde
kandan, gösterilerden, yiyeceğin bulunmadığından, insanların açlıktan
öldüğünden, ülkenin alevler içinde olduğundan bahsediliyor. Devlet Başkanı
Maduro’nun bir canavar olduğu söyleniyor ve ona hakaretler yağdırılıyor.
Oysa tuhaf olan şu ki Hugo Chávez’in kurduğu
Chávezcilik çizgisi, millileştirme, tüm yurttaşlar için sosyal yardım
programları, neoliberalizme, bilhassa IMF ve Dünya Bankası’na karşı muhalefeti
öngörüyor. Chávezcilik, katılımcı demokrasiyi ve işyeri demokrasisini teşvik
ediyor. Örneğin Chávez, millileştirilmiş petrol gelirlerini ülkenin en
yoksulları lehine işleyen sosyal programların gelişimine vakfetti. Bunlarda
sorun yok, asıl soru şu: Maduro, bu ilkeleri ihlal etti mi yoksa onlara arka
çıkmayı sürdürdü mü?
Bugün her şeye rağmen yüz binlerce şair, yazar,
uluslararası analizci, gazeteci, sosyal ve politik aktivist Nicolás Maduro ve
Chávezciliğin devrimci mirasını destekliyor. Bu insanlar ülke içerisinde ve
dışında sağcıların darbe girişimlerini mahkûm ediyorlar.
Tüm dünya genelinde aydınlar “Venezuela’da Onlara Geçit Yok”
bildirisine imza attılar. Bu, hakikati dillendirmeyi ve Bolivarcı Devrim’i
korumayı amaçlayan uluslararası hareketin adı.
Bugün neden tüm dünya genelinde onca aydın, yazar,
gazeteci ve analizci Maduro’yu destekliyor, Amerikan Devletleri Örgütü’nü ve
ABD’yi kınıyor, sağcıların gösterilerle hükümeti yıkmaya çalıştıklarını iddia
ediyor?
Genelde aydınlar, göz korkutma ve sindirme amaçlı
taktikleri mi yoksa eşitlik, demokrasi ve tarafsızlık ilkelerini mi
desteklerler? Onlar, Maduro’da bahsi edilen taktikleri mi yoksa ilkeleri mi
görüyorlar? Gerçek şu ki binlerce insan, onda bu ilkeleri buluyorlar.
Her şeyin ötesinde bugün savaş, Venezuela’nın ruhu
ile ilgili. Yeni gerçekleştirilmiş Bolivar Devrimi risk altında. Devrimci
hareket, Venezuela’daki kitlelerce destekleniyor, Chávez eliyle harlanan ateş
tüm ülkeyi sarıyor. Chávez, o kitleleri bataklığın dibinden çekip çıkartan
isim.
Bir kez daha Güney Amerika
ve Orta Amerika’da aynı hikâyeye tanıklık ediliyor. Amerikan medyası, dışişleri
bakanlığı ve gazetelerde gördüğümüz isimlerin anlattığı hikâyeye inanmak mümkün
mü?
Robert Hunziker
27 Nisan 2017
27 Nisan 2017
0 Yorum:
Yorum Gönder