Trajik Yıldönümleri Sadece Hatırlamak İçin Değil
Filistinliler için 2017 yılı önemli olayların
yıldönümüne denk gelen bir yıl.
Tarihçiler 1948’de Filistinlilerin
anavatanlarından kovulduğu tarihin yıldönümünü 15 Mayıs olarak verseler de
aslında etnik temizlik 1947 yılında başlamıştı.
Filistin’in fethedilip nüfustan arındırıldığı
tarih 1947 ve 1948.
Bugün bile kanın akmasına neden olan trajedi 70
yıl önce başladı.
Bu yılın Haziran ayı, 1947-48’de Siyonist
milislerin el koyduğu tarihî Filistin’in yüzde 22’sinin işgalinin 50.
yıldönümü. Diğer önemli tarihlerden biri de 2 Kasım. O tarih de Balfur
Deklarasyonu’nun yüzüncü yıldönümü.
Siyonistlerin Filistin’in Yahudi devleti olduğuna
dönük iddialarını dillendirdikleri kampanya çok eski tarihlere uzansa da
Britanya Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un imzaladığı belge, büyük bir
dünya gücünün “Yahudi halkının ulusal vatanı” için gerekli zemini teşkil eden
ilk belge.
Britanya, o sözünü Birinci Dünya Savaşı’nda
Ortadoğu’nun önemli bir kısmını ve Filistin’i kontrol eden Osmanlı’nın teslim
etmesinden çok önce vermişti.
Deklarasyondan birkaç yıl sonra Britanya, 1922’de
Milletler Cemiyeti tarafından Osmanlı’nın elinden çıkan Filistin’in koruyucusu
kılındı, ülkeyi yönetme hakkına kavuştu. Bu durum, bağımsızlık yolunda
ilerleyen, Arap ülkeleri için de geçerliydi.
Ama Britanyalılar tam aksi yönde hareket ettiler.
1922 ile 1947-48 arası dönemde Britanya’nın doğrudan yardımıyla Siyonistler
daha da güçlendiler, ülkede paralel hükümet ve güçlü, sağlam teçhizata sahip
milisler teşkil ettiler. Britanya, onca yıldan sonra İsrail yanlısı tutumunu
hiç değiştirmedi.
Britanya’nın Filistin’de kurduğu manda idaresi
resmiyette Kasım 1947’de sona erince, bu paralel rejim boşluğu doldurdu, tüm
toprakların kendisine ait olduğunu söyledi ve Arap nüfusa yönelik etnik
temizliğe girişti. 14 Mayıs 1948’de de İsrail devletinin kurulduğu ilân edildi.
Ertesi gün, 15 Mayıs, Filistinlilerce Nekbe günü
olarak kabul ediliyor. Savaş ve sürgünün yol açtığı felâketi ifade eden bu
günde yaklaşık beş yüz Filistinli köyü, şehri ve kasabası ele geçirildi, yok
edildi, nüfustan arındırıldı. Bu süreçte tahminen 800.000 Filistinli sürgün edildi.
Bu yıldönümleri, hem bu türden olaylarla alakalı
olması hem de onları kuşatan politik bağlamın emsali bulunmaması sebebiyle çok
önemli.
ABD hükümeti, sözde “barış süreci” taahhüdünü çöpe
attı, İsrail tüm adımlarını tek başına attı ve uluslararası toplum bu sürece
hiç müdahale etmedi.
“Barış süreci” Filistinliler lehine hiçbir sonuç
üretmedi ve esas olarak onların yarı özerk, birbiriyle bağlantısız, devlet
olarak adlandırılan küçük bölgelere kavuşacağı bir “çözüm”ü formüle ediyordu.
Artık bu ham hayal dağıldı gitti. İsrail, yasadışı
yerleşimlerini kendi iradesiyle genişletiyor, yenilerini inşa ediyor ve ABD’nin
tahayyülünde olan “müzakere edilmiş anlaşma” paradigmasıyla bile zerre
ilgilenmiyor.
Bu esnada Filistin liderliği de her türden
vizyondan yoksun.
Politik açıdan mülga, pratik varlığı zaten
imkânsız olan Filistin Yönetimi hâlâ daha iki devletli çözümde ısrar ediyor ve
ortak ülkede, ortak bir gelecekte birlikte yaşamayı hedefleyen çalışmalar
konusunda tüm o kıymetli zamanı heba ediyor.
Filistinlilerin 1947-48’deki Nekbe’yi gündemden
düşüren ve 1967’deki işgali tek gerçek anlatı olarak öne çıkartan o boğucu
söylemden kurtulmaları önemli.
Esasında Filistin’deki resmî söylem, gayet kafa
karıştırıcı ve bir süredir inatla varlığını sürdürüyor.
Tarihsel açıdan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ),
Amerika’nın ve Arap devletlerinin baskılarına boyun eğdi ve yıllardır
dillendirdiği taleplerini değiştirdi.
Bu tavizlerden en büyüğü de 1993’te Oslo
Anlaşması’nın kabulüydü. O anlaşma, Filistinlilerin Birleşmiş Milletler’in
aldığı 242 ve 338 sayılı kararlarda dile getirilen haklarını yeniden tarif
etti. Tüm diğer hususlar iptal edildi, çöpe atıldı.
Filistinliler, bu aptallık ve stratejik hatanın
yol açtığı çileyi bugüne dek çekti.
Filistinliler, İsrail’e karşı mücadelelerini
farklı tarzlarda resmetseler de gerçek şu ki mevcut çatışma, yüz yıl önce
Britanya sömürgeciliği ile ve Filistin’de ilk Siyonist yerleşimlerinin
kurulmasıyla başlıyor.
Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’ın çelişkili bir dizi
mesaj iletmesi gerçekten tuhaf. O, halkının verdiği mücadeleyi Nekbe bağlamına
oturtan laflar ediyor ama yönetimi Britanya’yı 1917 tarihli Balfur Deklarasyonu
konusunda dava edeceğini söylüyor.
Britanya ise tüm yüzsüzlüğüyle deklarasyonunun
yüzüncü yıldönümünü kutlayacağını, kutlamaya Netanyahu’nun onur konuğu olarak
katılacağını ilân ediyor.
Filistin’de hâlen devam eden trajedinin altında
imzası bulunan bu ülke yüz yıl sonra bile yol açtığı zararı kabul etmeye asla
yanaşmıyor.
İsrail’de ise ahlâkî bir uyanış emaresine hiçbir
şekilde rastlanmıyor.
İsrail’deki yeni tarihçiler okulunu bir yana
bırakacak olursak, İsrail kendi tarih anlayışını olduğu gibi muhafaza ediyor.
Bu anlayış, David Ben-Gurion’un rehberliğinde, ellilerin başında inşa edilmiş.
Yaşanan baskılar, korkular ve vizyonsuzluğun
dayatmasıyla Filistin liderliği, bu yıldönümlerini somut, birleşik ve makul bir
söylem için gerekli yol haritası üzerinden izah etmiyor ve ele alamıyor.
Balfur Deklarasyonu, politik açıdan korkunç
sonuçlar doğurdu. 1948’de Filistin’de etnik temizliğe tanık olundu. Ama bu
bağlama ülkenin geri kalan yüzde 22’lik kısmının İsrail tarafından işgal
edildiği gerçeği dâhil edilmiyor.
Bugüne dek Suriye ve Irak’ta tüm tezahürleriyle
görünür olan Filistinli mülteciler krizi kökleri Nekbe’ye dek uzanan krizin ana
kaynağı incelenmeden idrak ve izah edilemez.
Doğrudur, 2017 yılı önemli ve trajik
yıldönümlerine tanıklık eden bir yıl ama bu tarihler sadece geçici dayanışma
faaliyeti ile ilişkilendirilmemeli ve protesto için birer imkân olarak
kullanılmamalı. Bu yıldönümleri, tüm ideolojik ve politik alanı dikine kesen,
birleşik bir Filistinli söylemin yeniden dillendirilebilmesi için bir fırsat
olarak görülmeli.
Tarih, dürüstçe idrak
edilmediği sürece, onun günahlarından arınması asla mümkün değil.
Remzi Barud
13 Nisan 2017
13 Nisan 2017
0 Yorum:
Yorum Gönder