18 Nisan 2017

, ,

Filistin’in Trajik Yıldönümleri


Filistin’in Tekrar Anlatılan Hikâyesi:
Trajik Yıldönümleri Sadece Hatırlamak İçin Değil
Filistinliler için 2017 yılı önemli olayların yıldönümüne denk gelen bir yıl.
Tarihçiler 1948’de Filistinlilerin anavatanlarından kovulduğu tarihin yıldönümünü 15 Mayıs olarak verseler de aslında etnik temizlik 1947 yılında başlamıştı.
Filistin’in fethedilip nüfustan arındırıldığı tarih 1947 ve 1948.
Bugün bile kanın akmasına neden olan trajedi 70 yıl önce başladı.
Bu yılın Haziran ayı, 1947-48’de Siyonist milislerin el koyduğu tarihî Filistin’in yüzde 22’sinin işgalinin 50. yıldönümü. Diğer önemli tarihlerden biri de 2 Kasım. O tarih de Balfur Deklarasyonu’nun yüzüncü yıldönümü.
Siyonistlerin Filistin’in Yahudi devleti olduğuna dönük iddialarını dillendirdikleri kampanya çok eski tarihlere uzansa da Britanya Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un imzaladığı belge, büyük bir dünya gücünün “Yahudi halkının ulusal vatanı” için gerekli zemini teşkil eden ilk belge.
Britanya, o sözünü Birinci Dünya Savaşı’nda Ortadoğu’nun önemli bir kısmını ve Filistin’i kontrol eden Osmanlı’nın teslim etmesinden çok önce vermişti.
Deklarasyondan birkaç yıl sonra Britanya, 1922’de Milletler Cemiyeti tarafından Osmanlı’nın elinden çıkan Filistin’in koruyucusu kılındı, ülkeyi yönetme hakkına kavuştu. Bu durum, bağımsızlık yolunda ilerleyen, Arap ülkeleri için de geçerliydi.
Ama Britanyalılar tam aksi yönde hareket ettiler. 1922 ile 1947-48 arası dönemde Britanya’nın doğrudan yardımıyla Siyonistler daha da güçlendiler, ülkede paralel hükümet ve güçlü, sağlam teçhizata sahip milisler teşkil ettiler. Britanya, onca yıldan sonra İsrail yanlısı tutumunu hiç değiştirmedi.
Britanya’nın Filistin’de kurduğu manda idaresi resmiyette Kasım 1947’de sona erince, bu paralel rejim boşluğu doldurdu, tüm toprakların kendisine ait olduğunu söyledi ve Arap nüfusa yönelik etnik temizliğe girişti. 14 Mayıs 1948’de de İsrail devletinin kurulduğu ilân edildi.
Ertesi gün, 15 Mayıs, Filistinlilerce Nekbe günü olarak kabul ediliyor. Savaş ve sürgünün yol açtığı felâketi ifade eden bu günde yaklaşık beş yüz Filistinli köyü, şehri ve kasabası ele geçirildi, yok edildi, nüfustan arındırıldı. Bu süreçte tahminen 800.000 Filistinli sürgün edildi.
Bu yıldönümleri, hem bu türden olaylarla alakalı olması hem de onları kuşatan politik bağlamın emsali bulunmaması sebebiyle çok önemli.
ABD hükümeti, sözde “barış süreci” taahhüdünü çöpe attı, İsrail tüm adımlarını tek başına attı ve uluslararası toplum bu sürece hiç müdahale etmedi.
“Barış süreci” Filistinliler lehine hiçbir sonuç üretmedi ve esas olarak onların yarı özerk, birbiriyle bağlantısız, devlet olarak adlandırılan küçük bölgelere kavuşacağı bir “çözüm”ü formüle ediyordu.
Artık bu ham hayal dağıldı gitti. İsrail, yasadışı yerleşimlerini kendi iradesiyle genişletiyor, yenilerini inşa ediyor ve ABD’nin tahayyülünde olan “müzakere edilmiş anlaşma” paradigmasıyla bile zerre ilgilenmiyor.
Bu esnada Filistin liderliği de her türden vizyondan yoksun.
Politik açıdan mülga, pratik varlığı zaten imkânsız olan Filistin Yönetimi hâlâ daha iki devletli çözümde ısrar ediyor ve ortak ülkede, ortak bir gelecekte birlikte yaşamayı hedefleyen çalışmalar konusunda tüm o kıymetli zamanı heba ediyor.
Filistinlilerin 1947-48’deki Nekbe’yi gündemden düşüren ve 1967’deki işgali tek gerçek anlatı olarak öne çıkartan o boğucu söylemden kurtulmaları önemli.
Esasında Filistin’deki resmî söylem, gayet kafa karıştırıcı ve bir süredir inatla varlığını sürdürüyor.
Tarihsel açıdan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Amerika’nın ve Arap devletlerinin baskılarına boyun eğdi ve yıllardır dillendirdiği taleplerini değiştirdi.
Bu tavizlerden en büyüğü de 1993’te Oslo Anlaşması’nın kabulüydü. O anlaşma, Filistinlilerin Birleşmiş Milletler’in aldığı 242 ve 338 sayılı kararlarda dile getirilen haklarını yeniden tarif etti. Tüm diğer hususlar iptal edildi, çöpe atıldı.
Filistinliler, bu aptallık ve stratejik hatanın yol açtığı çileyi bugüne dek çekti.
Filistinliler, İsrail’e karşı mücadelelerini farklı tarzlarda resmetseler de gerçek şu ki mevcut çatışma, yüz yıl önce Britanya sömürgeciliği ile ve Filistin’de ilk Siyonist yerleşimlerinin kurulmasıyla başlıyor.
Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’ın çelişkili bir dizi mesaj iletmesi gerçekten tuhaf. O, halkının verdiği mücadeleyi Nekbe bağlamına oturtan laflar ediyor ama yönetimi Britanya’yı 1917 tarihli Balfur Deklarasyonu konusunda dava edeceğini söylüyor.
Britanya ise tüm yüzsüzlüğüyle deklarasyonunun yüzüncü yıldönümünü kutlayacağını, kutlamaya Netanyahu’nun onur konuğu olarak katılacağını ilân ediyor.
Filistin’de hâlen devam eden trajedinin altında imzası bulunan bu ülke yüz yıl sonra bile yol açtığı zararı kabul etmeye asla yanaşmıyor.
İsrail’de ise ahlâkî bir uyanış emaresine hiçbir şekilde rastlanmıyor.
İsrail’deki yeni tarihçiler okulunu bir yana bırakacak olursak, İsrail kendi tarih anlayışını olduğu gibi muhafaza ediyor. Bu anlayış, David Ben-Gurion’un rehberliğinde, ellilerin başında inşa edilmiş.
Yaşanan baskılar, korkular ve vizyonsuzluğun dayatmasıyla Filistin liderliği, bu yıldönümlerini somut, birleşik ve makul bir söylem için gerekli yol haritası üzerinden izah etmiyor ve ele alamıyor.
Balfur Deklarasyonu, politik açıdan korkunç sonuçlar doğurdu. 1948’de Filistin’de etnik temizliğe tanık olundu. Ama bu bağlama ülkenin geri kalan yüzde 22’lik kısmının İsrail tarafından işgal edildiği gerçeği dâhil edilmiyor.
Bugüne dek Suriye ve Irak’ta tüm tezahürleriyle görünür olan Filistinli mülteciler krizi kökleri Nekbe’ye dek uzanan krizin ana kaynağı incelenmeden idrak ve izah edilemez.
Doğrudur, 2017 yılı önemli ve trajik yıldönümlerine tanıklık eden bir yıl ama bu tarihler sadece geçici dayanışma faaliyeti ile ilişkilendirilmemeli ve protesto için birer imkân olarak kullanılmamalı. Bu yıldönümleri, tüm ideolojik ve politik alanı dikine kesen, birleşik bir Filistinli söylemin yeniden dillendirilebilmesi için bir fırsat olarak görülmeli.
Tarih, dürüstçe idrak edilmediği sürece, onun günahlarından arınması asla mümkün değil.
Remzi Barud
13 Nisan 2017

0 Yorum: