Ankaragücü:
İmalat-ı Harbiye’den Menemen Yiyen Futbolculara
“Arjantin’de kızlar
orda hayat var
hepsinin elinde
8310 var
ayaklarda ox var
prada bot var
..anızı ...iksin
tüm garibanlar”
Ankaragüçlülerin tribünlerinden zaman zaman yükselmiş
olan bu slogan, bugün takımın bulunduğu durumunda özetidir aslında. Ekmek
kavgası tasasından uzak yaşamlarını sürdürenlerin keyfi yerindedir, fakat
varoluşunu futbol üzerinden biçimlendirmeye çalışan taşralının Ankaragücü
sevgisi, kendini bu düzen içinde sisteme ağır söylemlerle saldırmaktan başka
çare bırakmamakta. Kökleri geçmişe uzanan bir işçi-taşralı ruhunun 100 yıllık
temsilcisi kulüp, şu anda PTT 1. Lig’de 13 maçta 1 galibiyet alarak son sıraya
demir atmış durumdadır.
Prada bot giyenlerin Türk futbolunu
endüstrileştirirken ortaya koydukları çarpık ve seçkinci uygulamalar, dün
“Atatürk adına düzenlenen” bir kupanın, kazananı olmalarına karşın,
Ankaragücü’nün temelini atan İmalatı-ı Harbiye takımını oluşturan işçilerin
kirli ellerine verilemeyeceğini söylemekten geri durmuyorlardı. Bugün de
futbolu yönetenler, zenginlik içinde yüzen kulüplerin milyonlarca borçlarını
yapılandırmasına yardımcı olurken, devlet desteği onlara her türlü sağlanırken
ve yapılan tüm manevralarda İstanbul’un üç kulübünün menfaati gözetilirken 100
yılı aşkın tarihiyle ülke futbolunun en köklü kulübü Ankaragücülü futbolcular
tesislerde kendi hazırladıkları menemeni yiyerek kulübü ayakta tutmaya
çalışmaktadırlar. Menemen lezzetli ve güzel bir yemektir, fakat adaletin
olmadığı bir düzende değil…
Peki Ankaragücü nasıl doğmuştur? Halk takımı oluşunun
bir kökeni var mıdır? Ve geçmişten günümüze hangi anlam dünyasından doğmuş
hangi düşüncelerin temsilcisi olmuştur?
Ankaragücü’nün kuruluşu 19. yy Osmanlı Devleti’nin
askerî alandaki sanayi hamlelerinden biri olan silah imalatı ve tamiri yapan
“İmalat-ı Harbiye” adındaki askerî fabrikaya kadar dayanır. Bu fabrikaya
kalifiye eleman yetiştirmek üzere açılan İmalat-ı Harbiye Mektebi’nin son sınıf
öğrencileri olan Şükrü Abbas ve Agâh Orhan önderliğinde Altınörs İdmanyurdu ve
Turan Sanatkargücü futbol takımlarının tescili için 1910 yılında ilgili makama
başvuru yapılır. Bu kulüpler, zaten 1904 itibariyle fabrikanın çeşitli birimleri
arasında oluşturulan takımlar arasında oynanmaya başlayan futbolun işçi
temelinde kurumsallaşmasının ilk ürünleridir.
Bu iki kulüp ve temsil ettikleri askerî sanayi
fabrikası, 1. Dünya Savaşı’yla birlikte başlayan işgal süreciyle birlikte
kapanır. Bu fabrika işçileri futbol oynamayı bir kenara bırakarak, bu futbol
takımlarının ve yöneticilerinin çekirdeğini oluşturduğu İmalat-ı Harbiye
direniş örgütünü kurarlar, İngiliz ve Fransızların denetiminde olan Cibali ve
Cinci meydanlarındaki silâh depolarına baskınlar gerçekleştirirler. Kurulan bu
yeraltı örgütü, işgal kuvvetlerinin el koyduğu silâhları baskınlarla ve farklı
yöntemlerle ele geçirerek Ankara’ya gönderilmesini sağlarlar. Kurtuluş
Savaşı’nın ihtiyacı olan askerî sanayi işçiliğinin bu önderleri, önce
Eskişehir’e daha sonra da Kurtuluş Savaşı’nın merkezi olan Ankara’ya gelmek
durumunda kalırlar. Gelişen süreç içerisinde şu anda merkez binası Tandoğan’da
olan Makine Kimya Endüstrisi’nin ve ülkenin en eski işçi takımı olan MKE
Ankaragücü’nün temelleri böylece atılmış olur.
1910 yılında kurulan Osmanlı Devleti’nin ilk sınıfsal
işçi örgütlenmelerinden Osmanlı Sanatkaran Cemiyeti’nde aktif olarak görev alan
isimlerden beşi aynı zamanda Turan Sanatkaran ile Altınörs İdmanyurdu’nun
kurucularıdır. Bunlardan biri de son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne ve ilk TBMM’ye
“ilk işçi milletvekili” unvanıyla giren Numan Usta’dır. Yine Altınörs
İdmanyurdu’nun sağ beki olan Ali Tunalı’da Cumhuriyet’in ilk yıllarında çeşitli
işçi önderlikleri ve etkinliklerinde bulunduktan sonra 1935’te işçi mebusu olarak
TBMM’ye seçilmiştir ve vekillik süresi dolunca tıpkı Numan Usta’nın yaptığı
gibi tekrar fabrikada işçi olarak çalışmaya başlamıştır.
İmalat-ı Harbiye fabrikasının Ankara’da yeniden
kurulmasıyla bu fabrikanın bünyesinden çıkan Altınörs İdmanyurdu kulübü 1920
yılında Anadolu Sanatkarangücü adı altında yeniden kurularak futbolun Ankara’ya
gelmesini sağlar. Bu kulübün ambleminde bir örs ve örse çekiç vuran bir el
vardır. Yine Ankaragücü’nün kökenini oluşturan Turan Sanatkargücü de ağzında
çekiç sıkıştırılmış bir kumpastan oluşturan amblemiyle 1922 yılında kurulur. Bu
iki kulüp 1933 yılında Ankaragücü adı altında birleşecektir. Çeşitli nedenlerle
defalarca kapatılıp yeni isimler altında bazen sivil bazen askerî bir kimlikle
futbol etkinliklerini sürdürürken kulübü kuranların, oynayanların ve
izleyenlerinin işçi kimlikleri hep ön planda olmuş, yeniden kuruluş hâlindeki
bir şehri sahiplenen tüm halkın sempatisini kazanmış ve böylece futbolun
Ankara’da kitleselleşmesini sağlamışlardır. 1933 yılındaki Ankaragücü’nün 14
kişilik kadrosunun tamamı MKE’de işçidir. Adı “amele takımı”na çıkan kulüp, bu
nedenle zaman zaman mıntıka ligine alınmamıştır.
Yukarıda anlattığımız Kurtuluş Savaşı öncesi ve
sırasında İstanbul’da oluşturulan çeşitli liglerde işgalci takımlarla
Galatasaray ve Fenerbahçe mücadele etmişlerdir. Ankaragücü’nün kökenini
oluşturan futbolcular ve yöneticiler salt bir silâhlı mücadeleye girişirken ve
işgalcilerle “gerçek toplarla” oynarken İstanbul’un bu iki büyük takımı ise
onlarla aynı liglerde futbol topu oynamışlardır. Hatta işgalci kuvvetlerin
komutanlarından General Harrington adına düzenlenen kupayı Fenerbahçe kazanmış
ve kupayı işgalci generalin elinden almıştır. İşte bu futbol etkinlikleriyle
işgalci güçlerin can sıkıntılarını gideren emperyalist futbolun yüzyıllık
taşeronu bu kulüpler, bugün de yalı çocuklarının, birtakım iş adamlarının ve
devlet erkânının can sıkıntılarını gideren eğlenceye dönüşmüştür.
Simon Cuper’in futbol teorisi Ankara’da çökmüştür.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelerek Ankara’ya yerleşen kalabalık yığınların
sadece bir kısmı bu şehrin takımlarıyla bütünleşirken birçoğu bu yeni şehirle
olan adaptasyonlarını İstanbul takımları üzerinden gerçekleştirmeyi tercih
etmiştir. Fenerbahçe’nin Ankara’daki Fenerium mağazaları trilyonlarca ciro
yaparken Ankaragücülü futbolcular kışın o en zor şartlarında bile devre
arasında yırtık, ıslak ve çamurlu formalarını değiştirecek ikinci formalarına
sahip değillerdi.
Ankaragücü’nün bu hâle düşmesinin nedeni nedir? Bu hâlin nedeni, çeşitli dinamikler arasındaki çekişmeler yanında, aslında endüstriyel futbola karşı boyun eğiştir.
Özellikle varoşlarda ve ortanın altı gelir
durumuna sahip kesimde taraftar bulan bu kulüp, maalesef taraftar desteğiyle
yeniden ayağa kalkacak ekonomik bir tabandan mahrumdur. Bu durumda onu
istedikleri gibi sağa sola çekmeye çalışan Ankara’nın yerel egemenleri,
aralarındaki ihtilaflara ve hırs mücadelelerine Ankaragücü’nü kurban
etmişlerdir.
İkinci ligde oynadığı dönemde dahi Türkiye Kupası’nı
ve zamanın Cumhurbaşkanlığı kupasını almayı başaran bir takımdır Ankaragücü
(1980-81). Bir iki kez küme düşmüşse de Süper Lig’de en uzun sezon geçiren
Anadolu kulüplerinden biridir. Taraftarı, yoksunluktan ve egemen İstanbul
takımlarına karşı direnişten aldığı güçle sert tavırlara yönelmişse de bu tavırlar, ülke tarihindeki adaletsiz süreçlerin bir sonucu olarak görülmelidir. Zengin
bir taraftar söylemiyle amatör dönemlerin taraftar ruhunu hâlâ yaşatan nadir takımlardan
birisidir. Ülke futboluna yön verenlerden Fenerbahçe’nin şike sürecinde ceza
almaması için attıkları yüzlerce takladan sadece bir tanesini Ankaragücü için
atmalarını istemek hakkımızdır. Onun sesine kulaklarını tıkayanların pasını da
girişte paylaştığımız tezahüratın son mısrası silmeye devam edecektir.
Yusuf Soyyiğit
2012
0 Yorum:
Yorum Gönder