Bugün 19 Ağustos 1978’de, İran’da bir sinemada
çıkan yangınla ilgili isimsiz yazı, bu sebeple piyasaya sürülüyor. Yazı,
İslamcıların bu eylemle insanları korkutup evlerine hapsettiklerini ve iktidara
yerleştiğini söylüyor. Bir dizi yalanı sıralayanlar bu yazı aracılığıyla o yalanların doğruya dönüşeceğini düşünüyor olmalılar.
Aylak kargalar dahi bu korkuluğa
konuyorlar.[1] Eylemin uyuşturucu bağımlısı bir gence yaptırıldığı
söyleniyor, bu gencin önceden din eğitimi aldığından ve o mollaların
emriyle sinemayı yaktığından bahsediliyor. Ama o mollaların Şah’ın mollası
olma ihtimali üzerinde hiç durulmuyor. Bu tip olaylara Taksim’de namaz
kılma türünden, Türkiye’de de rastlamak mümkün. Hatta Kubilay Vakası’nda
kendisini mehdi ilân eden adamın esrarkeş olduğu söyleniyor. Bu topraklar, bu tür hilelere aşina.
Bugün Kemalist tarihçiler de Menemen vakasının bir operasyon olduğunu kabul ediyorlar. Bu operasyon esas olarak Nakşibendi tarikatı ve onunla ilişkili güce çekiliyor. Operasyonu yürütenler, bilerek ve kasten, Teğmen Kubilay'ı kurban ediyorlar. Sonrasında vakayı bahane eden devlet, baskı aygıtı oluşunu herkese vura vura öğretiyor.
Bugün dolaşıma sokulan yazıda bahsi edilen sinema yangını konusunda başka tanıklıklar ortaya çıkıyor. Rex Sineması katliamı esnasında
İran’da olan bir Amerikalı diplomatın kızı, yıllar sonra şunu yazıyor:
“Birçoğumuz, bu saldırının İslamcı bağnazların işi olduğuna inansak da Şah’ın
muhalefeti lanetlemek için bu zulmün altına imza atmış olması büyük
olasılıktır.”[2]
Söz konusu Rex yazısını bilumum sol-sosyalist isim ve çevre
dahi paylaşabiliyor, çünkü onlar, İran Devrimi’nde halkın ve devrimcilerin
payından haberdar bile değildirler. O yazıda “en çok birliğimizi,
kardeşliğimizi, bölünmezliğimizi, özgürlüğümüzü kaybetmekten korkmalıyız”
denildiğine ve bu yazının altına imza atıldığına göre, bu birlik-kardeşlik
harcına ilgili kesimler, demek ki kendilerini katmakta bir beis görmüyorlar.
Yakında Tahran’a düşecek bombaların akıtacağı kan,
o solcuların eline, gömleğine bugünden bulaşmıştır. Çünkü Şah’ın rejiminin
hilelerine, operasyonlarına bugün ortak olunmaktadır.
Sinemanın yakıldığı yer, refahın, orta sınıfın bol
olduğu bir kenttir ve Şah karşıtı gösterilerin pek görülmediği bir yerdir.
Abadan, Şah laikliğinin kalesi durumundadır. Devletin operasyonlarını bu
gözlükle okumak gerekmektedir. Bu operasyon, elbette ki birilerini kendisine mecbur etmekle alakalıdır.
1963’teki toprak reformuna, emperyalizme ve
burjuvalara fayda sağlayacağı konusunda ısrarla eleştiri yönelten kesimi
susturmak için devlet, hamleler yapmak zorundadır. Bu da “elinizdeki birikimi
bana borçlusunuz, bu mollalar onları çalacak” manipülasyonu ile
gerçekleştirilmektedir.
Bugün de İslamî açıdan hangi gerekçeyle olursa
olsun, emperyalist, Siyonist ve kapitalist tüm yönelimlere, gelişmelere doğal
olarak karşı çıkartılan mızraklar, içeriden ve dışarıdan bir bir kırılıyorlar.
Bunun ilerlemecilik adına sahiplenilir bir yanı yoktur. Çünkü “sinema yaktı o
gericiler” dedikleri İran Devrimi, dünya sinema tarihine kalıcı bir çentik
atmayı bilmiştir. Kültür bakanlığından, Euroimage, Soros fonlarından beslenen
solcuların önce bu gerçeği düşünmesi gerekir.
Devrimdir bir şeyleri dağıtır,
bir şeyleri toparlar. Zarfa değil mazrufa bakacaksak, bahsi geçen Rex yazısı,
özü itibarıyla, karşı-devrimci bir yazıdır.
Lübnanlı devrimci Enis Nakkaş, bir röportajında
“bize eğitim için Türkler de geldi İranlılar da. Siz yapamadınız devrimi, ama
İranlılar yaptı” demektedir. Bu yapamamanın bedelidir ödenen.
Küçük burjuva şefler, kendi zaaflarını,
eksiklerini ve yanlışlarını kamusallaştırmanın bir yolunu buluyorlar.
İran’a dair söylenen her söz, o yüzden yalandır. Bunu hem politik hem de
geleceğe projeksiyon açısından, İran’ın tasfiyesi bağlamında, görmek
gerekmektedir.
Devrimden vazgeçmişliğin adı, geçmişe biat,
pirüpak gerçeğe kul olmaktır. Artık bu tarz resimler paylaşılmakta, altına
“anlayın artık Kemalist Türkiye’nin kıymetini” yazıları döşenmektedir. Bu
lafları, 1935’te devlet bürokrasisinde çeviri, sanat vs. işleri bekleyen solun
torunları söylemektedir. Sosyalizm, komünizm, ancak ilericiliğin bir simgesi,
Özgür Dünya’ya layık olmanın bir alameti olarak anlam ifade etmektedir. Bu
resimleri, Arin Mirkan resmi olan bir site bile paylaşmaktadır. Rex yazısı ile
birlikte mesaj ve mesajın verildiği yer açıktır.
Bu açıdan bir dönem ABD stratejisi bağlamında
Sovyetler’i tuzağa çekme açısından İslamcılara verilen destekten tuhaf sonuçlar
çıkartmanın anlamı yoktur. “Nereden çıktı bu cihadcılar?” sorusunu soranlar,
Reagan’ın İslamcılara, “sizler bizim kurucu babalarımızın ahlakî dengisiniz”
dediğini aktarmaktadırlar.[3] Bu, geçmişte kalmış bir meseledir. Mesele, bugün
Thatcher’ın ve Reagan’ın “Özgür Dünya’nın kalbi” dediği şey olmamaktır. Bugün
kurucu babaların dengi olma yarışına girenler, bu gerçeği göz önünde
bulundurmalıdırlar.
Özgür Dünyacılar, Türkiye’nin “AB’ye girdiğinin
ilân edilip” havai fişekler patlatıldığı günlerde AB fonuna yakışan TKP
kuranlardır. O fon hükmünü yitirince, “parti” de krize girmiştir. Olan budur.
Bugün fon farklıdır ve iç tartışma, bununla ilgilidir: askerin hakiliği, o fona
rengini çalmıştır. Oraya turuncu, kırmızı başka bir renk eklemeye çalışanlar,
sırtlarını nereye dayadıklarını sorgulamak zorundadırlar.
Foti ve Yıldırım da Ayşe Hür gibi müesses nizama
vurgu yapmakta, “Erdoğan-ordu ikiliği”ne işaret etmekte, asıl sorunun
“birlik-bütünlüğü kim sağlayacak?” olduğunu söylemektedir.[4] İki yazar, Özgür
Dünya’nın akademyasına sıcak gelecek kavramlarla boğdukları yazılarında, “bir
teknokrat nasıl düşünür?” sorusuna cevap vermekte, ordunun doktrin merkezindeki
bir subay gibi akıl yürütmekte, sınıfsız sınırsız bir birlik-bütünlük
önkabülüyle kalem oynatmaktadır.
Oysa bu kadar taklaya gerek yoktur: zira herkes,
Rex Sineması yazısı ve 1935 tarihli resimde görüldüğü üzere,
birliğin-bütünlüğün adresini çoktan bulmuştur. Bu açıdan iki yazarın, “Kürd
hareketi, Gezi dinamiği ve işçi hareketi arasındaki birleşme, Türkiye’nin
otoriteryan gidişatını durduracak yegâne umuttur” demesine hacet yoktur.
Ayrıca bu teknokrat aklın
bir karşılığı bulunmamaktadır. Soyut, pirüpak bir yerde durup, masanın üzerinde
bulduğu malzemeden kitle çıkartmaya çalışmak, saçmalıktır. Sayılan üç dinamiğin
içini kim oydu, aradaki bağları kim koparttı, politik ağırlığını kim
hafifletti, asıl buralara bakmak gerekir. Bu, korkuluğa konmuş kargaların işi
değildir. Onlar, günahlarını, suçlarını, hatalarını Neşet Baba gibi kendinde
görecek bir hasletten yoksundurlar.
Eren Balkır
7 Ocak 2017
Dipnotlar
[1] Ege E., “Sinema Rex ve Hatırlattıkları”, Aylak Karga.
[2] “1978: One Last Fling in Iran Before the
Revolution”, 4 Şubat 2015, Guardian.
[3] Aytek Soner Alpan, “Nereden Çıktı Bu Cihat ve
Cihatçılar”, 3 Ocak 2017, Sol.
[4] Foti Benlisoy ve Barış Yıldırım, “Turkey’s Fragile
Bonapartism”, 6 Ocak 2017, Left East.
0 Yorum:
Yorum Gönder