Özal dönemi, kabuğumuzun çatladığının söylendiği
dönemdi. Başbakan çıkıp “yurtdışına açılın, kendinizi buna hazırlayın”
talimatları veriyordu. O dönemde çocuk yetiştirme tarzında dahi belirli bir
ayrışma söz konusuydu. Küçük burjuvalar, “ben çektim, çocuğum çekmesin” diyor,
bale ve dil kursları için bütçe ayırıyorlardı. İşçi sınıfı ise gerçekçiydi: “ben
çektim, çocuğum da çeksin, öğrensin” diyordu.
Bugün laiklik çağrısı, modernleşme savunusu,
temelde bu ayrımla da ilgili. Kimse, esasen yurtdışına hazırladığı çocuğunun
önünün kesilmesini, damgalanmasını, dışlanmasını istemiyor. Oysa eskiden bir
laf edilirdi: “Dünyanın her yerinde ikiyüzlüler ve hamamböcekleri yaşayabilirler.”
Yetiştirme tarzı, bu hâl ile alakalı. İkiyüzlü bir
hamamböceği olabilmek, öğretilmek, aşılanmak istenen bu. Sistemin emri bu
yönde. Özgür dünya, demokrasi ve özgürlük şampiyonu olarak yıllardır bu emri
veriyor. Emri gerçekleştirmesi istenense kadınlar ve gençler.
* * *
Seksenler sonrası, bilhassa İran devrimi ile
birlikte, yeni tehdit komünizm değil, İslam’dı. Eskiden komünizm için kurulan
cümleler, İslam için kurulmaya başlandı. O cümleler, küçük burjuvalar tarafından
baş tacı edildi. Komünizmi yumuşattıkları kimyasalı İslam’ın üzerine döküyorlar
şimdi. Komünizm, sömürülen kitlelere karşı sorumluluklarından arındı; İslam da ezilen kitlelere karşı sorumluluklarından kurtuluyor.
Bugün bu sebeple İran devrimi sonrası genelevleri kapatıp
kadınların kurtarılmasına ve onlara iş verilmesine kızıyorlar. Kadınların azgın
bir köpek sürüsüne dönüştürüldüğünden bahsediyorlar. Çünkü küçük burjuva,
ayrışmayı, saflaşmayı, bölmeyi sevmiyor. Komünizm, sosyalizm sadece bunun
kılıfı, sosu olabiliyor. Devlet ve burjuvazi, sınıf ve sınır ile ilgili
meseleleri, küçük burjuvazi sayesinde hallediyor.
* * *
İşçi, Kürd, ezilen, kadın, gençlik gibi
kategoriler, özünde bir yüceye yerleştiriliyorlar. Böylelikle sınır ve
sınıflardan kurtulduğumuz bir cennet tasavvuru yerleşiyor zihne. On bin yıldır
varolan bir işçi, Kürd, kadın vs. var zannediyorlar. Hz. Âdem, bazen Türk bazen
Kürd oluyor. Bazen de diğerine yer açmak için öldürülüyor. Bu zan, işte o
sınıfa ve sınıra dair ayrışmaları, çatışmaları örtbas ediyor. Kavramın özü
temellük ediliyor, geriye posa kalıyor. "İşçi olmak bile benden
sorulur" deniliyor. Onun zararsız olması, bu şekilde sağlanıyor. Küçük burjuva,
böyle rahatlıyor.
Rahatladığı yere kazık çakmayı, insanları hayvan
gibi o kazığa bağlayıp döndürmeyi, "gelin huzur burada" yalanına iman etmeye siyaset veya ideoloji sanıyor. Küçük
burjuva, temelde “güç nasıl olunur, ben bilirim. Siz bir şey olamazsınız.
Gelin, ben size nasıl güç olacağınızı öğreteyim” diyor. Hâlihazırda gücün
yerleşik ve köklü gerçekliğini asla tanımıyor. Gücü yersizliğinde ve
köksüzlüğünde arıyor. Çünkü büyüklerinden aldığı ders bu yönde.
Bu yüzden modernizme, aydınlanmaya kutsal kitap
gibi sarılıyorlar. Devletten veya burjuvaziden güç olmayı öğrenenler arasında
bazen kayıkçı dövüşü yaşanıyor, ama perde gerisinde bunlar bir biçimde
uzlaşıyor. “Her işçi direnişi demokrasi okuludur” demeleri bu yüzden.
Seksenlerde, komünizmi yumuşattıkları dönemde, “anladık ki işçi sınıfı fazla
kaba, yontulmamış, demokrasi kültüründen yoksun, sıkıntımız da bu durumdan
kaynaklanıyor. Onlara laikliği, demokrasiyi, özgürlüğü öğretelim, devrim olur.
Hatta öğrendikleri ânın kendisi devrimdir” diyorlardı. Toplumsal devrimle
politik devrim, sapla saman bu yüzden karıştırılıyordu. Bugün ilki burjuvaziye,
ikincisi devlete teslim edilmiştir.
Eskiden Kemal Okuyan, "işçi sınıfı toplumu
bölüyor, bizim topluma seslenmemiz, toplumsallaşmamız lazım” diyordu. Şimdi ise
“orta sınıflar püskürtülmeli” diyor.[1] Bu laf da dışarıyla değil, içteki
bölünme ve rekabetle ilgili, hiçbir hakikati yok.
Ama öte yandan haklı da. Püskürtme işlemi
doğrultusunda yazarın “parti”sinin de işçi sınıfının eşiğinden içeri
sokulmaması gerekiyor. Yazar, Lenin’den alıntı yapıyor, ama bunu da işine
geldiği gibi yorumluyor. Onun lügatinde toplum, kendi küçük burjuva cemaatini
ifade ediyor. Demek ki “toplum” lafını gördüğümüz yerde, o lafı edenin özel
çevresini, küçük burjuvaziyi anlamamız gerekiyor.
* * *
Bir çarşafın üzerine ağır bir gülle bırakıyorlar.
Bir kısmının elinde silâh bir kısmının elinde de “işçi sınıfı”, “ezilen” gibi
kavramsal ağırlıklar var. Bunların güç olabilmesi, o kavramların mülk
sahiplerine bağlı. O nedenle mülk kavgası veriyorlar. Hiçbirisi de devlete ve
burjuvaziye karşı bir siyaset içerisinde değil. Birbirleriyle mülk
yarıştırıyorlar. Bakmayın, birkaç yerde greve çıkmış işçilerin kellelerini
saydıklarına. O işçiler arasında oluşan bağlardan, kurulan mânâdan, kökleşen
güç imkânlarından deli gibi korkuyorlar. Onlar, cahil işçi kitlelerine
demokrasi, özgürlük ve birey olmaya dair allı pullu sözlerini taşımayı iş
zannediyorlar. Hamdullah Uysal’dan tiksindikleri için sürekli kendi
mahallelerinde geziniyorlar. Onun içinde olduğu direnişi devlet, kıldığı namazı
batılı emperyalistler gibi okuyorlar.
“Toplumun sempatisi” dedikleri şey, küçük
burjuvazinin jüri olduğu podyumda yürümekle alakalı. “Eli silâhlı iki adam
çıkartırız, herkes bize hayran olur, güçleniriz” diye düşünüyorlar. Ya da “iki
işçi eyleminde görünürüz, sendikada köşe kaparız, herkes bizi sever” diyorlar.
Hazır AKP var, bu dönemde her şey mubah zaten. “Küçük burjuva siyaseti” diyeni
bile dövüyorlar.
Oysa o siyaset, sınır ve sınıfla alakalı
gerilimleri yumuşatmak, kontrol altına almak, çocuğunu AB veya ABD’deki öğrenciliğe ve
hayata hazırlamak zorunda. Dolayısıyla sınır çeken, sınıfsal anlamda siyaseti
bölen her şey düşmanlaştırılmalı, ezilmeli.
Misal Halkevleri. Bu örgüt, kentsel dönüşüme maruz
kalan bir mahalleye giren ilk kazma. Araya yerleşmek, pazarlık yürütmek,
kendini güçlü zannetmek… Bu yanılsamanın öteki adı o. O yüzden CHP, sokakla
ilgili işlerini ona taşere ediyor. Niteliksiz, vasıfsız, kontrolsüz yoksul
kitlelerin törpülenmesi, disipline edilmesi, dişe dokunur olanların
ayıklanması, tehlikeli güç imkânlarının yok edilmesi şart. Dışarıdan eğitim
götürülmesi, kitlelerin sisteme entegre edilmesi, yurtdışına çıkamayacak
olanların burasını yabancı ülkeymiş gibi hissetmelerinin sağlanması, bu
olmuyorsa, olana dek sabretmelerinin söylenmesi gerekiyor. Öyle ya, Alper
Taş’ın “bize henüz hazır değil, hazır olana dek bekleyeceğiz” dediği toplum bu.
* * *
Marx’ın tespitiyle, “orta sınıfın görevi,
toplumsal güvenliği ve üstteki on binin gücünü artırmak”. Bu yüzden güvenlik
talep ediyorlar, üsttekilerden bu nedenle kurtuluş reçeteleri istiyorlar.
Alttakilerden ikrah etmeleri, tiksinmeleri belirliyor ideolojilerini. “Sen
anlamazsın, sen yapamazsın, sen düşünemezsin” diyorlar.
Tayyip iktidarının kişisel
hasetle ve kinle yıkılması mümkün değil. Çünkü o, “ben senin adına anlıyorum,
yapıyorum, düşünüyorum” yalanını iyi satıyor. Düzen bunu istiyor. Üç yıldır AKP
diye bir parti yok, kitlelerin yeni dönem için kıvama getirilmesi var. O
kitlelerden tiksinen, kaçan, nefret eden bir siyasetin yol alması mümkün değil.
Diplomalar kadar pasaportların da yakılması gerekiyor.
Eren Balkır
20 Ocak 2017
Dipnot
[1] Kemal Okuyan, “İşçi
Sınıfı Orta Sınıfları Püskürtmek Zorunda”, 19 Haziran 2016, Sol.
0 Yorum:
Yorum Gönder