Hikâyenin başlama vesilesi, şaşırtıcı birtakım
olaylardır: özel bir toplumsal konuma sahip bulunmayan bir kadın, bir melek
tarafından ziyaret edilir ve bakire kadın, oracıkta hamile kalır. Nişanlısı,
geleneklere ve dinin buyruklarına göre, onu kovma ya da infazına yol verme
haklarına sahiptir, ancak o, bunun yerine, onunla evlenmekten geri durmaz.
Günışığında dahi görülebilen çok parlak bir yıldızın altında çift, başka bir
şehre seyahat eder ve Tanrı’nın oğlunun anasına bir tek oda olsun bulamaz.
Böylece Mesih, hayvanlara ayrılmış bir yem teknesinin içine doğar ve oraya
yatırılır.
Pek ilginç, bir gariplikler silsilesidir mevzubahis olan.
Bunların içinde en garibi ise Tanrı’nın insanlıkla bir münasebette bulunmaya
niyetlenmesi hususu. Bu, Søren Kierkegaard’a göre, Hıristiyanlığın bizatihi
özünde yer alan bir abesliktir:
Hıristiyanlık, bu insan tekinin -ve buradan da
erkek, kadın, hizmetçi kız, kabine üyesi, tüccar, berber, öğrenci vesaire… her
kim olursa olsun her bir insan tekinin- Tanrı’dan önce var olduğunu, Tanrı’yla
ne zaman isterse O’nun tarafından işitileceğinden emin olarak konuşabileceğini
öğretir -sözün özü, bu insan, Tanrı’yla en büyük bir yakınlık içinde yaşamaya
davet edilmektedir! Dahası […] Tanrı, bu insanın hatırına dünyaya gelir, kendi
doğumuna, acı çekişine ve ölümüne rıza gösterir ve bu acı çeken Tanrı, ona
önerilen yardımı kabul etmesi için bu kişiye neredeyse yalvarır! Gerçekten de
birini aklını yitirme noktasına getirecek bir şey varsa, o da budur.
Kierkegaard haklıdır: bu kadar çok sayıdaki sıradan
insan ve güneş huzmeleri içindeki toz zerrecikleri için -evrenin yaratıcısı,
sonsuz ve her şeye kadir- Tanrı’nın insan bedenini ve dünyevi hayatı kabul
etmesi fikrinde gerçekten de bir delilik emaresi mevcuttur. Bu anlamda Noel,
bütünüyle hayret uyandırıcı bir planın uygulamaya konması mahiyetindedir.
Oysa çoğunlukla Hristiyan düşüncesi sterilize
edilip seyreltildi ve zamanla halka ait basit bir akla, daha da kötüsü, sağduyuya dönüştürüldü. Kierkegaard’un tespitiyle, tüm insan aklı, bu ‘altın’
(daha doğru bir ifadeyle ‘zırhlı’) ortalamaya indirgendi ve işte artık
aşırılıklardan kurtulmuştuk. Çok ufak, ama çok miktarda olan bir şey, her şeyi
mahvetti. Akıl ve irfan konusunda insanlar arasında süren tartışmada ortaya
çıkan sonuç, hayranlıkla karşılanıp yüceltildi. […] Ama Hristiyanlık, 'artık
aşırılık yok' anlayışını aşıp devasa bir adım attı ve abesliğe vardı. İşte
Hristiyanlığın başladığı yer de burası.”
Kierkegaard’un gözlemine göre, Hristiyanlığın
başladığı yer Noel. O, tuhaf ve beklenmedik olanla yüklü. O hâlde en uygun
olanı, onun Hristiyanlar tarafından geleneği geçmişten söküp çıkartacak bir
zaman kesiti olarak iş görmesi gerek. Bu gelenek, o yorgun düşmüş uygulamalar
değil, beklenmedik olan uygulamalar, bizi beklenmedik olanın peşinde mücadele
etmemizi sağlayacak pratikler için olmalı.
Her şeyden önce Hristiyanlığın içerisinde devrimci
bir şeyler var. Bu, her şeyi baş aşağı çeviren, terse döndüren, kökten dönüştüren
bir eğilim. Meryem’in magnificat isimli hamdüsenası,
kuzeni Elizabeth’le buluştuğunda söylediği ezgi, şunları söylüyor: “Ruhum
Rabbimize hamdüsena ediyor, kalbim Kurtarıcım olan Tanrı karşısında sevinç
doluyor, çünkü O, kulunun sadeliğini hoş karşılıyor. […] Güçlü olanları
tahtlarından indiren O, O’dur aşağıdakileri yukarı çıkartan. Açları güzel
şeylerle doyurdu, zenginleri ise eli boş gönderdi.” Burada zikredilenler,
önceden tahayyül bile edilemeyecek olan bir konuma taşınmış köylü bir kızın
ağzından dökülüyor. Noel’in kökünden altüst ettiği şeyleri bize bir bir
sıralayan bu genç kadın, toplumsal bir mevkiden mahrum ki bu, inanılması güç
bir sapma hâli.
Hristiyanlığın devrimci niteliği, genelde onun
içinden sökülüp alınıyor ve bu dine atıfta bulunmanın faydalı olacağı özel
politik momentlere hapsediliyor. İşte bu seçiciliğin de ters yüz edilmesi şart.
Hristiyanlık, her zaman yoksullarla, zayıflarla ve ezilenlerle ilgili. O, bu
düzeni altüst etmeye dönük ilgisini hiç yitirmemiş, her daim beklenmedik olanı
hedeflemiş ve oraya ulaşmaya çalışmış. Ebediyetin ele geçirdiği bir zaman
olarak Noel, tüm zulmün ortadan kalktığı ânın hem mümkün hem de gerekli
olduğunun bir ifadesi. En imkânsızmış gibi görünen, düzenin altüst oluşu
gerçekleşir ve Hristiyanlık Noel ânıyla başlar, bu, onun ana özelliği olarak
varlığını korur.
Dolayısıyla devrimci
olmayan bir Hristiyanlık yoktur. Noel’i teselli edici ve keyifli Hristiyan
kutlamalarından biri olarak yorumlamak mümkünse de en doğrusu onu bir devrim
çağrısı olarak yorumlamaktır. O ândan itibaren artık eski düzene ait hiçbir şey
olduğu gibi kalamaz: İsa, yoksulu ve yaralı olanı yüceltmek için gelmiştir,
O’nun örnekliği, Hristiyanlığın fermanıdır.
Elizabeth Stoker Bruenig
25 Aralık 2016
25 Aralık 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder