11 Kasım 2016

, ,

Maskeli Balo


Bir sol site, sosyal medyada kapanan derneklerle ilgili flaş haberi paylaşıyor ve “tam liste ekte” diyor ama linke gittiğinizde iki-üç dernekle ilgili habere rastlanıyor. Bu dernekler de en dip vicdanî zemine seslenecek şekilde haberleştiriliyor. Sonuçta kitleye değil, bireye seslenmek, solun alamet-i farikası.

Batı kaynaklı, yalan ve abartı üzerine kurulu, burjuva medyacılığı yerine, devrimci propaganda ve ajitasyonu gündeme almak lazım artık. Ayrıca bu faaliyetin, Gezi ve Gezi sonrası süreçte seçimler meselesine indirgenmiş hâlinden kurtulmak gerek.

* * *

Batıdan medet umunca, oradan çıkan raporlara ve analizlere fazla bel bağlanıyor. Oralarda “hibrit savaşlar” ve “kontrollü kaos”tan dem vuruluyor. Bu gerçeklik, sol siyasete bir tür melezlik ve kaosu kontrol altında tutma rolü bahşediyor. Sol, kendisini ancak burada(n) var edebiliyor.

Kontrollü kaos ve hibritlik, HDP’nin ana karakteri durumunda. Net bir düşman tarifi ve ona karşı mevzilenme diye bir faaliyete rastlanmıyor. Sadece geç kalmışlık hissi mevcut. Bu his de “barış süreci”nin ürünü. 15 Temmuz sonrası “hazır olunan işbirliği” hâlâ aynı bağlama dâhil. Radikalmiş gibi görünen sözler de aynı bağlamın içinde tanımlı.

Süreci biraz hatırlayalım: Suriye iç savaşının başladığı momentte Hakan Albayrak ve Aslı Aydıntaşbaş TV’de program yapıyorlardı. Albayrak, bağırarak “TSK’nın cephanelikleri boşaltılsın, Suriye muhalefetine verilsin” diyordu. Aydıntaşbaş da alkış tutuyordu. ABD’li gazetecilerin bugün ifşa ettiği biçimiyle, o günlerde ABD’li generaller, CIA vs. “Soğuk Savaş süresince Türkiye’ye verdiğimiz silâhları Suriye’ye aktaralım” emrini iletiyor, Libya’daki milislerin ve silâhların Türkiye üzerinden aktarılmasının en ucuz yol olduğunu” söylüyordu. Öte yandan, “Rojava Türkiye’ye dâhil olsun” diyen aynı Aydıntaşbaş nasıl olduysa, sonrasında HDP’li oldu.

O silâhlar sayılırken Afyon’da bir patlama yaşandı, onlarca asker öldü. HDP dâhil kimsenin sesi çıkmadı. Kimse eylem yapmadı. Gösteri düzenlemedi. Sosyal medyalarını ateşe vermedi. Aradan zaman geçti. Reyhanlı’da bomba patladı, onlarca insan öldü, bu sefer HDP’den ses çıktı: “Bu bombayla AKP’ye zarar verilmesin!” Kısa süre sonra Gezi patlak verdi. Gene aynı ses, “Darbe niyeti gördük, çekildik” dedi. Ardından da Erdoğan, ayakta alkışlandı. Süreç bu şekilde işledi.

Sonra kimsenin sebebini bilmediği bir moment yaşandı, masa dağıldı, “Seni başkan yaptırmayacağız” denildi. Bu, özünde “Başkanlığa varız” demekti. Genel mânâda Tayyip sopasıyla nizama çekidüzen verilmesi sürecinin parçası olunacaktı. Bu geç kalmışlıkla CHP’nin yürüttüğü “anti-Tayyip” siyasetine el konuldu. Tayyip işaretlendikçe, perde arkasındaki düzenlemeler ve ona yönelik muhalefet karartıldı. Bir de buna IŞİD üzerinden Batı’nın aynasındaki akse hayran ve âşık olmak eklendi. Kürtlüğünden kurtulmaya çalışanlar, ondan nefret edenler, o aynadaki akisle düşünmeye başladılar. Aynanın neden varolduğunu kimse sorgulamadı.

HDP’nin ana sıkıntısı, halkın özgücü ve iradesi değil, İmralı masasında kurulması idi. Tutuklamalar sonrası genel moralsizliğin temelinde bir miktar bu gerçek var. Kürt, özne ve irade olarak, sadece Öcalan’a indirgenmiş durumda. Müesses nizam açısından benzer bir hâl, Tayyip özelinde teşkil edildi. Onun dışında Müslüman yok! Tayyip, Müslüman iradesi olmasın diye var.

Devlet, kendisini bu gerçek üzerinden örgütlüyor. 2008 krizi, bu örgütlenme sürecinin ana gerekçesi. Yalçın Küçük’ün dediği gibi, “herkes artık Mustafa Kemal’i Mesih görüyor.” En Kaypakkayacısından, en reformistine herkes, Kemalizme tav. Kıvama gelmiş durumda. 28 Şubat’ta olmayan, bugün gerçekleşti. Koca sol sosyalist dinamik, cumhuriyete örgütlendi. Tayyip’in görevi bu. Onun abartılması, başka gerçeklerin örtbas edilmesi ile alakalı. Hibrit olmak ve kaosun kontrolü bunu emrediyor.

* * *

Hibritlik, Marx’ın şu sözünde aranmalı:

“Tıpkı demokratların ‘halk’ sözcüğünü suiistimal etmeleri gibi ‘proletarya’ sözcüğü de sırf bir laf olarak kullanılmıştır. Bu lafı etkili kılmak içinse tüm küçük burjuvaları proleter olarak tanımlamak ve bunun sonucunda da pratikte proletaryayı değil, küçük burjuvaziyi temsil etmek gerekmektedir.”[1]

Kontrollü kaos ise uç vermeye başlanan seçim faaliyetleri üzerinden okunmalı. Bu melezlik ve kontrol meselesi, iç içe geçiyor. Aşağının siyaseti horlanıyor, diploma tartışması üzerinden, (İmralı Notları’na bakarsak) Sırrı Süreyya’nın da cumhurbaşkanı olmaması gerektiği söyleniyor. Mazlumiyet, efendiliğin yanına oturma imkânı buluyor. Başka kimsenin mazlum olmadığı bir yere yükseliyor. Herkesi aşağılıyor, kendisine kul etmeye çalışıyor. Herkes, aynadaki görüntüye kilitlenirken, saçlar taranırken, arkada başka şeyler yaşanıyor.

Marx, kendi döneminde kimi solcuların “proleter” maskesi takmış küçük burjuvalar olduğunu söylüyor. “Halk sözcüğünü suiistimal eden demokratlar”la “küçük burjuvayı proleter ilân edenler”, aynı maskeli baloda buluşuyorlar. Ufak, basit, meşakkatli, uzun erimli kolektif bir çaba ile örülen mücadele, kısa erimli, geceden sabaha sonuç alınacak işlere mağlup oluyor. Bireysel nefs, kolektif mücadeleye galebe çalıyor.

Düşman, sol ile ilgili bilgisini kendisi açısından iyi kullanıyor. Solda ise düşmana dair bilgi, giderek dökülüyor, çürüyor. Kontrollü kaostan ve hibritlikten cümlemizi kurtaracak, bir yanıyla bu bilgi, bir yanıyla ekmeği bölüşenlerin yanına oturmak.

Eren Balkır
11 Kasım 2016

Dipnot:
[1] Marx-Engels, “Meeting of the Central Authority” (15 Eylül 1850) Collected Works içinde, 10. Cilt, s. 626-27. Türkçesi: “Komünist Birlik Merkezî Otorite Toplantısı”, 15 Eylül 1850, İştirakî.

0 Yorum: