İlerici politik hareketlere iştirak ettiğim günden
beri aktivistler ve örgütçüler, Demokrat Parti’yi reforma tabi tutmaya
çalışıyorlar, ama zerre başarı elde edemiyorlar.
Maalesef bu söylenende yeni bir şey yok, zira
aktivistler, altmışlardan beri Demokrat Parti’yi reforma tabi tutmaya çalışıyorlar, ama tek tanık oldukları, Demokratların son otuz-kırk yıl içinde daha da sağa
kaydığı gerçeği.
Amerika’da biz, tarihten hiç söz etmiyoruz. Tarihi ağzımıza aldığımızda ise bunun neticesinde sulandırılmış bir yığın zırva, efsane ve safsata
dökülüyor. Oysa bugünün genç aktivistlerine Vietnam Savaşı’nın o karanlık
mirasından bahsetmek gerekiyor. Birçokları bu savaşı yirminci yüzyılın ikinci
yarısında işlenmiş en berbat uluslararası suç kabul ediyor.
Askerî tarih uzmanı Nick Turse’e göre, Sam
Amca’nın, iktidar belasına, azgın bir biçimde gerçekleştirdiği saldırı sonucu
dört milyonun üzerinde Vietnamlı, Laoslu ve Kamboçyalı öldürüldü. Bugün
portakal gazı, sadece ABD’li gazileri değil, daha da önemlisi, Güneydoğu
Asya’daki insanları harap etmeyi sürdürüyor.
Bugünün Demokrat Parti’yi anlamaları için
ilericilerin ve liberallerin kendi partilerinin tarihine eğilmeleri gerek.
Sonuçta ABD’yi Vietnam’a kimin soktuğunu hiç unutmamamız lazım: savaşı başlatan
ve sürdüren Kennedy ve Johnson, ikisi de Demokrat Partiliydi.
Kennedy ve Johnson, Eisenhower’ın “Domino
Teorisi”ne bağlıydı (ki bu teori, George Kennan’ın kuşatma siyasetinin bir
uzantısıydı). Bu teoriye göre, komünizm, tıpkı kanser gibi, kontrol altına
alınmadığı takdirde, tüm dünyaya yayılacak bir hastalıktı. Bu nedenle ABD
imparatorluğunun asli hedefi, komünizmi (en azından söz ve ideoloji düzeyinde)
o çirkin başını kaldırdığı, Kore, Vietnam vb. dâhil her yerde durdurmaktı.
Bakmak isteyenler baksınlar, Liberal Sınıf’ın
Soğuk Savaş esnasında yaptığı utanç verici işler, tarihte kayıtlı.
* * *
11 Eylül sonrası yeni dönemin Demokrat Parti’si, imparatorluk mirasını sürdürdü. Bush’un “Teröre Karşı Savaş”ını benimseyip onun
yaygarasını koparttı. Demokratlar, Afganistan ve Irak’ın işgali sonrası yaşanan
yıkım ve ölüm karşısında eşit sorumluluğa sahipler. Büyük bölümü her iki
savaştan yana oy kullandı, ayrıca yetkileri olmasına rağmen para akışını
kesmediler (2006-2008).
Amerika’nın istisnai bir ülke olduğuna dair görüşe
ömrü boyunca sadık kalmış bir isim olan Obama, Bush politikalarını daha da
ileri götürdü. Aralık 2009’da Obama, Afganistan’daki savaşı tırmandırdı.
Savaşın harap ettiği ülkeye 30.000 fazladan asker gönderdi. Bugün savaş hâlâ
devam ediyor ve bitecekmiş gibi de görünmüyor.
Esasında Afganistan, bugün 1989’da Sovyet işgali
sona erdiği dönemden daha kötü durumda. Politik çürüme, almış başını yürümüş.
Terörizm, olağan hâle gelmiş. Haşhaş üretimi, rekor kırmış. Obama’nın
Afganistan’a demokrasi ve barış getirmediği açık.
Obama, ayrıca Bush’un NSA gözetleme
operasyonlarının kapsamını daha da genişletti. Onun belge sızdıranlara
yaptıklarının eşi benzeri yok. Bugün artık dünya, Obama’nın insansız hava
araçlarına ve Özel Harekât Kuvveti’ne, bilhassa Yemen, Suriye ve Libya’da
bulunanlara olan sevgisini biliyor.
MoveOn [1998’de kurulan kamu politikası grubu ve
politik eylem komitesi] tüm bu olup bitenlere tek ses etmedi, büyük
sendikalardan, liberal STK’lardan veya Kongre’deki Demokratlardan bu konularla
ilgili çıt çıkmadı. Liberal Sınıf’ın Obama’nın insanlık tarihindeki en cani ve
en büyük imparatorluğun genelkurmay başkanı olarak başında bulunduğu
hükümranlık karşısında herkes lâl oldu.
* * *
Bugün Liberal Sınıf, Trump denilen neofaşist
ucubeyi normalleştirmekle meşgul. Ana akım haber yorumcuları, gazetecilik
namusundan azade biçimde, Trump’a kalkan olmaya çalışıyorlar ve süreç
içerisinde TV programcısı Glenn Beck gibi isimler, ona dair olağan bir resim
çizmek için uğraşıyorlar. Örneğin Glenn Beck, kısa süre önce Anderson Cooper’ın
programı 360 Derece’ye konuk oldu.
Programda Beck, aşırı sağcıların “yaşadıkları korkular”ı detaylı bir biçimde
dile getiriyordu.
Görünen o ki kimse uzun yıllar aynı Glenn Beck’in
FoxNews’te ilericileri şeytanlaştırıp Obama’yı Amerika’yı Karl Marx maskesi ile
tümüyle yeniden kurmak isteyen politik bir radikal olarak sunduğunu
anımsamıyor. Beck’in bir tür geleneğe bağlı bir muhafazakâr olduğunu düşünenlerin
onun America’s March to Socialism: Why
We’re One Step Closer to Giant Missile Parades [“Amerika’nın Sosyalizme
Yürüyüşü. Devasa Füze Geçidine Neden Bir Adım Yakınız”] isimli kitabına
bakabilir. Bugün kısa hatıralar, medyanın her yanını kaplıyor.
Liberal medya, Trump’ın hem başkan adaylığı hem de
Cumhuriyetçi Parti başkan adaylığı kampanyasının çok ekmeğini yedi.
Hatırlamakta fayda var: başkan adaylığı kampanyası esnasında Trump, MSNBC ve
CNN’deki “haber programları”na sık sık çıkıyordu.
Liberaller, yiyeceklerini yediler. Clinton
kampanyası kapsamında neofaşist bir soytarıyı reytingler için kullanabileceklerini
gördüler. Bir yandan da Trump’ı makul bir aday olarak desteklediler, zira
onlar, Clinton’ın TV dünyasının ünlü ettiği bir isme kaybetmesinin mümkün
olmadığını düşündüler.
Bugün başkan seçilen Trump, iki ay sonra başa
geçecek. Obama, New York Times, MSNBC, CNN, Clintonlar vb. bize Trump’a arka
çıkmamızı söylüyor, bunu da ülkenin “iyileşmesi” için gerekli olduğu
iddialarına bağlıyor. Oysa aksine milyonlar, Liberal Sınıf’a başkaldırdığı için
sokağa dökülüyorlar. Bu eğilimler, Demokrat Parti 2016 seçimlerinden bir şey
öğrenmeyeceğinden devam edecek. Liberal Sınıf, başımıza faşizmi musallat etmekle
kalmadı, şimdi bir de onu normalleştiriyor.
* * *
Sendikaların durumu, medya veya siyasetçilerden
daha iyi değil. Onlar, üyelerini eğitmiyorlar. Hepsi, Demokratlara borçlu.
Politik bağımsızlığı aklına getiren yok. Bu, tam bir trajedi, zira örgütlü emek, yüz yılı aşkın bir süre boyunca ilerici politikanın biçimlendirilmesinde önemli
bir rol oynadı. Ama o günler geride kaldı. Geleneksel işçi hareketi, ölümün
eşiğinde.
Bugün birçok örnekte görüldüğü üzere, işçi
hareketi, Liberal Sınıf’ın tüm o işlevsizliğini ve yanlışlığını paylaşıyor. Yedi
sendika dışında (APWU, NNU, ATU, NUHW, UE, CWA ve ILWU) tüm büyük sendikalar,
kendisini “demokrat sosyalist” olarak niteleyen Bernie Sanders’ı değil, Hillary
Clinton’ı destekledi. Aynı durum, Şikago’da 2014’te yapılan belediye başkanlığı
seçimlerinde de yaşanmıştı. Şikago’daki sendikaların ekseriyeti, topluluklar
adına faaliyet yürüten, Latin Amerika kökenli Chuy Garcia’ya değil, neoliberal
aday Rahm Emanuel’e arka çıktı.
* * *
STK’lar, örgütlü emek hareketi ve Demokrat Parti
başarısız bir geçmişin temsilcileri. Onlarda hayal gücü namına bir şeye de
rastlanmıyor. Şüphesiz ABD genelinde şehir ve kasabalarda gösteri düzenleyen
eylemcilere herkesin destek vermesi gerekiyor. Halkın öfkesi, neofaşizme
yönelik yegâne mantıklı tepki olarak anlaşılmalı.
Bu söylenenler ışığında şunu da görmek gerek: bize
halkın öfkesinden daha fazlası lazım. Liberal Sınıf’a ve elindeki kurumlara
ciddi alternatifler oluşturmamız gerekiyor.
Bu noktada bu makaleyi okuyan insanlardan ricam
şu: vaktinizi Demokrat Parti’de reform yapmaya çalışmakla geçirmeyin. Önemli
olan, tarih. O da bize (birleşik bir vizyona sahip olmayan sol, hangi aracı
kullanırsa kullansın) “Demokrat Parti’de reform” yapılmasının boşa güdülmüş bir
dava olduğunu gösteriyor. Böylesi bir girişim, yaratıcılığı veya bağımsızlığı
andıracak her türden şeyden mahrum olan Amerikan halkının yaşadığı çilenin bir
tezahürü sadece.
Bu aşamada Çay Partisi ile yapılan kıyaslama da
saçma, zira Çay Partisi’ni milyonerler ve milyarderler destekliyor.
Cumhuriyetçilerin daha da sağa itilmesi, elitlerin çıkarına. Hareket, bu nedenle
başarılı. Bundan gayrı bir şeyler anlatanlar, ya fikirsizdir ya da onlarca
yıldır ilerici örgütçülerin ve aktivistlerin bıkıp usanmadan yaptıkları
yanlışlar onların çıkarına.
Diğer yandan her şey daha da kötüye gidiyor. Polis
devleti güçleniyor, hapishane endüstrisi palazlanıyor, ABD imparatorluğu ve
iklim değişikliği kök salıyor. Vaktimiz tükeniyor. Seçime dayalı siyaseti
dönüştürecek bir yirmi-otuz yılımız yok.
Bush döneminde ortaya konulan faaliyetlerin o
korkunç, gizli tuzaklarından kaçınalım. O dönemde hâkim örgütlü nüfuz (Devrimci
Komünist Parti gibi) sekter grupların, (MoveOn gibi) liberal STK’ların ve
(dilediğinizi seçebileceğiniz) demokratik olmayan sendikaların elindeydi. Bize
lazım gelen, ilkeli hareketler. Ayağa kalkıp seçimlerde gücü elinde bulunduran
partiye bakmaksızın, konuşma arzusunda olan hareketler.
Daha da önemlisi, bize
lazım gelen, yeni fikirler, programlar, stratejiler ve taktikler. Oysa seçimin
üzerinden bir haftadan fazla bir zaman geçti ve ben hâlâ on yıl önce Bush’un
ikinci döneminde okuduğum türden yazılara rastlıyorum. Bu, hiç de hayra alamet
değil.
Vincent Emanuele
18 Kasım 2016
18 Kasım 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder