Son
birkaç yıldır dünya genelinde Althusser’in fikriyatına yeniden ilgi
gösterildiğine tanıklık ediyoruz. Bu, birkaç farklı yönden izah edilebilecek
bir olgu: Althusser’in Fransa ve Büyük Britanya’daki entelektüel tartışmada
tarihsel açıdan belirgin bir öneme sahip; “rastlantısal materyalizm” görüşünü
destekleyen Geç Dönem Althusser yeniden canlanmıştır; ayrıca yapısalcılık,
post-yapısalcılık ve postmarksizm arasındaki ilişkilere yönelik farklı fikirler
geliştirilmektedir.
Bu
makalede Althusser’in bazı eserlerinden referans noktası olarak istifade etmek
suretiyle, onun fikriyatının kimi yönleri üzerinde durulacak. İstifade edilen
diğer bir kaynak da Warren Montag’ın 2013’te yayınlanan Althusser and His Contemporaries [Philosophy’s Perpetual War] (Althusser ve Çağdaşları –Felsefenin
Daimi Savaşı)[1] isimli çalışması. Bu kitap, Althusser’in düşüncesinin ve
eleştirel analizinin gelişimine dair bilgimize önemli bir katkı niteliğinde.
Teorik Konjonktürü Keşfetmek
Montag,
Althusser’in “yapısalcı Marksist” olarak takdim edilmesinin yanlış olduğunu
ispatlamak adına dillendirdiği argümanına kitabında epey bir yer ayırıyor. Ona
göre bu yaklaşım uyarınca, Fransız felsefecinin yapısalcılığı Marksizme
eleştiriye tabi tutmaksızın benzeştirme çabası içerisinde olduğu iddia edilmiş
olunuyor.
Montag’ın
ifadesiyle, hâlihazırda bizdeki genel mânâda Saussure’e ve Lévi-Strauss’a
indirgenmiş bulunan, Troubetzkoy’un ve diğer yazarların geliştirme çabalarını
dikkate almayan bir yapısalcılığın ciddi bir incelemeye tabi tutulması mümkün
değil. Yazar, ayrıca Jean Cavaillès’in Althusser’in, bilhassa Georges
Canguilhem’in bilim anlayışı üzerindeki etkisine vurgu yapıyor.
Bu
noktada “teorik konjonktür” kavramı üzerinden ayrıntılara giriyor. Bu kavram,
Althusser’in her bir eserinin üretildiği özel tarihsel ve felsefî bağlamı ifade
ediyor. Althusser’in düşüncesi, bu bağlam dâhilinde sürekli yeniden
derinleşiyor. Bu derinleşme, felsefe tarihinin daimi bir savaş sahası olarak
tanımlanması ile tutarlı bir seyir içerisinde. Yazarın ifadesiyle:
“Althusser’in hareket
planı, etrafında yaşanan teorik gelişmelerle sürekli meşgul olmanın bir sonucu olarak
görülebilir; kimi zaman Althusser, argümanlarını muhakeme etme noktasında bu
gelişmelerden bazı unsurları ödünç alıyor, bazılarından uzaklaşıyor, onun
yolunu üretim noktasında engelleyebilecek olana karşı net bir ayrım çizgisi
çiziyor.”[2]
Yapı: Hegel ve Spinoza Arasında
Bu
bağlam dâhilinde Montag, Kapital’i Okumak’ta
bulunabilecek iki çelişkili “yapı” anlayışı üzerinde duruyor: Hegelci
düşüncedeki “manevi bütün”e karşı “gerçek bütün” (veya gerçek totalite) olarak
anlaşılan yapı ile sadece etkileri üzerinden varolabilen bir varlık olarak
yapı.
Hegelcilikteki
bütünlük fikriyle bir biçimde ilişkili olan ilk yapı anlayışı, Pierre
Macherey’nin Althusser’e hitaben kaleme aldığı, Kapital’i Okumak’ın taslakları ile ilgili mektupta eleştiriye tabi
tutuluyor. Macherey orada şunu söylüyor: “Bütün fikri, gerçekte yapının
maneviyatçı bir biçimde anlaşılmasıdır.”[3]
Spinozacılıktan
ilham alan ikinci yapı anlayışı ise yapı ile yol açtığı etkiler arasında içkin
bir nedensellik ilişkisi kuruyor.[4] Bu yapı anlayışı metne, ilgili fikrin
geliştirildiği yazınsal analize dair Les
Temps modernes’de yer alan bir makaleyi okuduktan sonra Macherey ve
Althusser’in geliştirdiği eleştiri temelinde dâhil oluyor.
Althusser’deki
yapı anlayışı bağlamında, yapının tanımında yaşanan değişimler üzerinden
Montag’ın, sonraki süreçte yaşanan ufak farklılaşmalara hiç bakmadan Althusser’i
bir “yapısalcı Marksist” olarak etiketlemenin ham bir yaklaşım olacağına
ilişkin görüşünü benimsememiz mümkün. Ancak…
Althusserci Söylemde
Argümantasyon Düzeyleri ve Amaç Birliği
Bu
çerçeve dâhilinde ve Montag’ın anlatısındaki “gevşek yorum” temelinde
Althusser’in külliyatında farklı düzeyler olduğunu söylememiz gerek. Bu
düzeyler, eşzamanlı ya da ayrı ayrı olarak devreye sokuluyorlar: 1) bilimi
kavramların empirik nesneden bağımsız gelişimine kapatan epistemolojik anlayış;
2) hümanizm, ve tarihselciliği aşmak amacıyla yapısalcılığın mevcut
potansiyelinin keşfedilmesi; 3) yapı anlayışının hâlen daha empirist ve
tarihselci unsurların etkisinde olduğu bir tür yapısalcılık eleştirisi; 4)
Spinozacı içkinliğin, materyalist bir yapı anlayışı oluşturmak, daha genel
mânâda “tekil özler”e dair bilgiyle alakalı fikre daha da yakınlaşmak için
edinilmesi; 5) Lucretius’un felsefesinin yeniden diriltilmesi adına yeniden
yorumlanan Spinozacılıkla ilişkili bir “tesadüfün materyalizmi” anlayışı
(Deleuze ve Derrida’nın etkilerinin bulunabileceği yer de burası).
Şunu
söylemek mümkün: argümantasyonların tüm bu düzeylerini birleştiren, hümanizm ve
tarihselcilik karşıtı bir Marksizmi yapılandırmak adına yürütülen faaliyetin
kendisidir. Bu, yapısalcılıkla kurulan diyalogun önemli ama tali bir işlem
olarak gerçekleşmesi ile bağlantılı bir hedeftir. Hümanizm ve tarihselcilik,
Althusser’in Marksizm içerisindeki “revizyonizm”in parçası olarak tanımladığı
hasımlardır. Söz konusu revizyonizmse, diğer hususların yanında, Marksizmi
ideolojiye yakınlaştırırken bilimden uzaklaştırmaktadır.
Althusser’deki
çelişkilerin, iniş çıkışların ve keşiflerin ayrıca onun pratiğe döktüğü belirli
bir muhakeme biçiminin idrak edilebildiği çerçeve tam da budur.
Teorinin
Nesnesi veya Düalizmin
Diğer Araçlarla Yeniden
Ayrıntılandırılması
Kapital’i Okumak’ta
Althusser, klasik politik ekonomi çalışmasının nesnesinin Marksizmin
belirlediği nesneden farklı olduğunu söyler. Bu değişimin sebebi, Marx’ın
artı-değeri keşfi ve kavramsallaştırmasıdır.
Ne
var ki bu sonuca varana dek Althusser, belirli bir fikir üzerinden
epistemolojik soruşturma içerisine girer. Marx’ın kendi içinde somut düşüncenin
gerçek somuttan farklı olduğuna dair sözünü alıntılayan yazar, Kapital’in nesnesinin teorik düzlemde
inşa edilmiş bir nesne olarak idrak edilmesi gerektiğini söyler. Marksizmin
bakış açısı üzerinden sorgulanamazmış gibi görünen bu tespit, Althusser
tarafından, onun “tarihselcilik” ve “hümanizm”e karşı yürüttüğü mücadele
dâhilinde radikalleştirilir. Bu da ortaya kavramsal nesnenin empirik nesneyle
tümden ilişkisiz olduğu[5], dolayısıyla bilimin görevinin kavramlar inşa etmek
olduğu ile ilgili fikre götürür. Bu kavramların doğrulanması için gerekli temel
ise kavramlar arasındaki mantıksal ilişkilerdir. Bu fikri pekiştirmek adına
Althusser, Marx’ın tarihsel düzenle mantıksal düzen arasındaki ayrıma dair
izahatına başvurur. Bu özel yorum dâhilinde klasik felsefedeki özne-nesne
düalizmi Marksizme yeniden sokulur. Bu işlem ise ilhamını neopozitivist
epistemolojik düşünce okuluna ait “bilinemezcilik”ten alır. Başka bir ifadeyle
Althusser, nesnel gerçekliğin teorisini nesnenin bütünsel bağımsızlığından
çıkarsar.
Montag’ın
iki ayrı yapı anlayışı olduğuna dair görüşü üzerinden şu sonuca ulaşmak
mümkündür. Aşkın yapı anlayışı ile içkin yapı anlayışı arasındaki gelgitler,
bilginin inşasına dair “düalist” anlayış ile “nesnelci” anlayış arasındaki
gelgitlerle tutarlılık arz eder.
Bu
gelgitler kaçınılmazdır. “Kendi içinde somut”u “gerçek somut”la karıştırmamak
gerekir. Diyalektik bir anlayış yoksa bilimin kavram inşa etme pratiğinin özgül
bir iş olduğu üzerinde durulacaktır.
Marksizm Tarihselcilik Değil Ama…
Kapital’i Okumak isimli
eserinde Althusser, tarihselci Marksizm yorumunu çürütmek amacıyla, aslolarak
Antonio Gramsci’nin düşüncesini hedef seçer.
Bu
noktada bilhassa Gramsci’nin bilimi üstyapı olarak gören anlayışını eleştirir.
Althusser’e göre bu düşünce, Marksizmi dine benzeten (neo-idealist felsefeci
Benedetto Croce’a atıfla) Croce’çu fikrin onaylanmasından başka bir şey
değildir, hatta daha da korkuncu:
“[…] bilimin, teorik
kapanmaya ait bir fihristten başka bir şey olmayan tarihe kapanmasıdır. Bu
kapanma sonucu tarih teorisi, gerçek tarihin yerini alır ve tarih biliminin
teorik nesnesini gerçek tarihe indirger, böylelikle de bilgi nesnesini gerçek
nesneyle karıştırır”[6].
Tek
yanlı bir yoruma tabi tutulduğunda bu Gramsci’ci anlayışın, hiç şüphesiz,
bilimi bilim olarak anlaşılmayan ya da ona karşı olan bir şey olarak görülen
“ideoloji”nin herhangi bir tezahürü ile eşitlemesi mümkün hâle gelir.
Ne
var ki asıl önemli olan, bu düşüncenin bağlamı dışında neye yol açtığı değil,
Gramsci’ci düşüncedeki mevcut anlamıdır. Gramsci’ye göre ideolojik üstyapı,
insanın yapı içerisindeki çelişkilerin farkında olmasını sağlayacak yolları
içerir. Bu nedenle Gramsci, bilimin her zaman kendisini bir ideoloji olarak
takdim ettiğini söyler. Ama o, aynı zamanda bilimin ürettiği ve ona ait
ideolojiyle yayılan bilginin kullanılma ihtimaline de vurgu yapar. Bu nedenle
Gramsci bir sınıfın, önceki hipotezleri veya hipotez sistemlerini
değiştirmeksizin, bilime ait ideolojiyi benimsemeksizin, o bilimi edinebileceği
tezini kabul eder.[7]
Althusser
şahsında asıl hoşgörülemeyecek husus ise Gramsci’nin bilimi üstyapıya dâhil
etmek suretiyle, onun bilimle ideoloji arasındaki “sabit” ayrıma darbe
indiriyor olmasıdır. Bu noktada Gramsci özünde, teorik pratiği aydınların özel
alanı olarak gören anlayışa ve politik pratiğe yönelik saygıya dayanan bilimsel
söylemin sahip olduğu saygınlığa halel getirmektedir.[8]
“Rastlantısal
Materyalizmi”nden
Yağan Gizemli Yağmurun Altında
Seksenlerde
kaleme alınan eserinde Ellen Meiksins Wood şunları söylemektedir:
“Mutlak determinizm ve
mutlak olumsallık arasında kurulan sahte düalizm ve tarihin ana niteliğinin tüm
indirgenemezliği ile rastlantısal olduğunu söyleyen anlayış, Althusserci
yapısalcılıkta her daim zımnen mevcut olagelmiştir. […] Yapıya, yani hudutları
belli, yapılandırılmış ilişkilere ait dünya, özerk teori alanına aitken;
empirik dünya, tarihsel bilginin nesnesi, rastlantılar ve keyfilikler
dünyasıdır.”[9]
Althusser’in
kendi Marksizm anlayışını ve felsefe tarihini yeniden inşa ettiği çalışmaları
içinde en önemli makaleler, “Marksist Düşünce Üzerine” ve “Tesadüfün
Materyalizmine Ait Dip Akıntısı”dır.[10] Bu çalışmalarında Althusser,
teleolojiden tümüyle kopar ve açıktan “rastlantılar ve keyfilikler dünyası”na geçiş
yapar.
Althusser,
Epikür, Lukretius, Makyavelli, Spinoza ve Heidegger’i kesen bir dip akıntısı
olduğundan söz eder. Bu akıntı, antimonistik, anti-determinist ve anti-teleolojiktir.
Onun ifadesiyle bu akıntı, aynı zamanda Engels’in İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu ve Kapital’in ilkel birikim ile ilgili bölümünde mevcuttur. Montag, bu
noktada Althusser’in önemli bir değişiklik yaptığından, Spinoza ile ilgili
yorumuna “boş yer” kategorisini dâhil etmesinden ve bunun, bir dizi teorik
soruna işaret ettiğinden bahseder.[11]
Asıl
üzerinde durulması gereken konu ise Althusser’in belirli türde bir tarihsel
değişimin kabulü ile yetmişlerin sonu ve seksenlerin başındaki yenilgi ortamı
arasında uzlaşma imkânı sunacak bir politik felsefe sunmaya çalıştığı
gerçeğidir. Bu nedenle Fransız felsefeci, (atomların yörüngelerinde her türden
zorunluluktan azade biçimde yaşanan rastlantısal sapma anlamında) klinamenin bir sonucu olarak yaşanan “rastlantı”
dâhilinde bir araya gelmiş “atomlar yağmuru” ve Hiçlikten Gelen Prens[12] üzerinden bir “rastlantı” teorisi
oluşturur. Bu teori, devrimci değişimlerin meydana gelişini “determinizm
karşısında rastlantısallıktan yana olan bir yorum temelinde izah etmemizi
mümkün kılar.”
Klasik
Althusser’ci “öznesiz süreç” düşüncesini muhafaza eden “rastlantısal materyalizm”
teorisi, toplumsal güçlerin dağılımını ve rastlantı öncesi stratejik düşüncenin
imkânsızlığı meselesini gündeme getirir. Bu sebeple ilk bakışta sert bir
determinizm ve teleoloji eleştirisiymiş gibi görünen şey, zamanla Marksist
stratejide görüldüğü hâliyle, aktif bir biçimde toplumsal, politik ve askerî
güçler arasında yeni ilişkiler kurmaya dönük mücadele yerine, belli ölçüde
mesihçi bir oluşum [taayyün] umudu üzerine kurulu pasif bir bekleyişe dönüşür.
Dolayısıyla
esasen rastlantısal materyalizm proleter hegemonyaya karşıdır. Bu hegemonya,
özünde bu türden güç ilişkilerinin tehlikeli bile olsa sürdürülmesini, devrimci
sınıf mücadelesine ait süreç içerisinde yaşanan olay anının ötesine taşınmasını
şart koşar.
Bu
bağlamda “rastlantısal materyalizm” sonuçta ortaya, kapitalizme ait
mekanizmalar üzerinden pasif devrime benzetilebilecek kısmî ve ara sıra görülen
mücadelelere dönük soyut bir felsefî doğrulama çabasına yol açar. Bu pasif
devrim temelde, burjuvazi ve onun devleti eliyle, madun sınıfların ara sıra
açığa çıkan yıkıcılıklarının yolundan saptırılmasından, içerilmesinden ve
sisteme entegre edilmesinden başka bir şey değildir.[13]
Althusser ve Marksizmin Krizi
Althusser’in
ortaya koyduğu keşif sürecine ait gerilimlerin bir kısmını özet olarak ele
aldık. Onun teorik konumlarına ait sınırları incelediğimizde görülüyor ki Althusser,
keşif sürecini belirli parametreler dâhilinde işletmekten hiç vazgeçmemiş. Bu
parametreler, onun ilkin komünist partilerin bürokratikleşmiş Marksizmine,
ardından da postyapısalcılığa ve postmarksizme ait yenilgiyi kabul eden
anlayışlara gerçek bir alternatif sunmasına mani olmuş.[14] Bu çerçeve
dâhilinde, esasen “Althusser’e karşı Althusser”, stratejideki iktidarsızlıkla
bilimin kibrini cem eden, kendi çelişkilerine ağırlık veren bir düşüncenin idrak
edilmesi için gerekli bir şifredir.
Althusser’in düşüncesine ait belirli yönlerle alakalı bu kısa eleştirinin yegâne amacı, Fransa’da 1968’de ortaya çıkan hareketin
yaşadığı yenilginin/etkisizleşmenin ardından Marksizmin maruz kaldığı krize
Althusser’in yaptığı katkıyı anlama amacı güden incelemelere gerekli yönü
göstermektir.
Juan Dal
Maso
28 Ekim 2016
28 Ekim 2016
Dipnotlar
[1]
Montag, Warren, Althusser and his
contemporaries. Philosophy’s perpetual war, Durham and London, Duke
University Press, 2013.
[2]
Montag, a.g.e., s. 105.
[3]
Macherey burada totalite fikrine atıfta bulunuyor. Bu fikir dâhilinde ilgili
fikrin tüm bileşenleri aynı birlikçi ilkeyi, Hegel’e göre, Ruh’un hareketini
ifade ediyor. Bkz.: Montag, a.g.e.,
s. 74.
[4]
Etika’sında Spinoza, geçişli olmayan,
içkin nedensellik çerçevesi dâhilinde sebep olarak Natura Naturans [Aktif Doğa] ile sonuç olarak Natura Naturata [Pasif Doğa] arasında bir ayrım yapıyor, buradan da
Pasif Doğa’nın (sonucun) Aktif Doğa kadar “Tanrı” (veya töz) olduğu sonucuna
varıyor. İçkinliğin mevcut olmasının (sebep ve sonucun ya da tözün ve
gerçekliğin aynı düzeyinde işleyen vasıfların ve tarzların varolmasının)
etkilerinin “ötesinde” sonuçta bir sebebe veya öze sahip varlıklara ait herhangi
bir “hiyerarşi”nin bulunmamasının sebebi budur. Bkz.: Spinoza, Ethics, Book I, Proposition XXIX,
Scholium in Ethics and Theologico-Political Treatise, Mexico City, Editorial
Porrúa, 1966, s. 24.
[5]
Althusser, Louis ve Balibar, Êtienne, Para
leer El capital, Siglo XXI Editores de España, México, Argentina, 11.
Baskı, s. 126.
[6]
Althusser, Louis ve Balibar, Êtienne, a.g.e.,
s. 145.
[7]
Bkz. Gramsci, Antonio, Quaderni del
Carcere [Edizione critica dell’ Istituto Gramsci a cura di Valentino
Gerratana], Torino, Ed. Einaudi, 2001, C4 §7, s. 430 ve C11 § 38, s. 1457/58.
Marx’ta bilimsel rasyonalite sorunu ile ilgili olarak bkz. “El Comunismo no es
una Idea” IdZ 23 içinde, Eylül 2015.
[8]
Jacques Rancière, teori ile pratik arasındaki ilişkiye ve aydınların rolüne
dair eleştirilerini 1974 tarihli kitabında yer veriyor: La Lección de Althusser, Santiago de Chile, LOM Ediciones, 2013.
[9]
Meiksins Wood, Ellen, The Retreat from
Class (A New ‘True’ Socialism),
Verso 1998.
[10]
Althusser, Louis, Para un materialismo
aleatorio, Madrid, Arena Libros, 2002.
[11]
Bkz. Montag, a.g.e., 9 Bölüm, s.
173/189.
[12]
Althusser’in Makyavelli yorumu için bkz. Barot Emmanuel, “El Fantasma de
Maquiavelo (III)” IdZ 15 içinde,
Kasım 2014.
[13]
Bkz. Rosso, Fernando ve Dal Maso, Juan, “Revolución Pasiva, Revolución
Permanente y hegemonía”, IdZ 13
içinde, Eylül 2014.
[14]
Bkz. Cinatti, Claudia, “De saberes revolucionarios y certezas posmodernas” Revista Lucha de Clases 6 içinde,
Haziran 2006.
0 Yorum:
Yorum Gönder