15 Temmuz gecesi orduya alkış tutanlar, darbe
başarısızlığa uğrayınca, “bu Tayyib’in senaryosudur” demeye başlamışlardır.
Nitekim kendini Marksist görenler de bu tartışmanın içinde boğulmuşlardır.
Halktan insanlar olarak darbenin gerçek bir darbe
mi, yoksa bir senaryo mu olduğunu tartışacak bilgilere sahip olmadığımızı ifade
etmek lazım. Açıkçası bir Marksist, bununla ilgilenmez. Marks, bizden yüz elli
sene önce toplumun işleyiş yasalarını ortaya koymuştur. Bizlerin bu Marksist
mantık çerçevesinde söyleyeceklerimiz nettir ve gerçeğin kendisidir.
Marks, kapitalizmin çelişkilerinden bahsederken,
temel olarak artı-değerin paylaşımına dikkat çekmiştir. Yani işçinin ürettiği
üründen üretilen artı-değer (genel olarak kâr olarak bilinir, ancak Marksist
iktisatta artı-değer bütün giderler çıktıktan, yani maliyet çıktıktan sonra
geriye kalan değere “artı-değer” denir) işçi ile patron arasında paylaşılır.
Tarihin temel çelişkisi, patron ile işçi arasındaki çelişki, işte bu
çelişkidir. Bu artı-değerden işçi mi yoksa patron mu daha fazla alacaktır?
Toplumun ezen-ezilen kavgası bu temelde yürür.
Bir diğer çelişki ise işçiler ile işsizler
arasında olan çelişkidir. Bu çelişki ise asgari ücret denen açlık sınırının belirlenmesinde
rol oynar. Yani işçiler, daha doğrusu örgütsüz işçiler, daha fazla ücret
istediklerinde, patronlar işçileri bu işsizler ordusu ile tehdit eder. Der ki;
“eğer beğenmiyorsanız bu ücretleri, çıkın gidin!” Marks’ın deyimi ile “işsizler
ordusu yedek işçi ordusudur.” Çalışan işçiler eğer ücretlerinden memnun
olmazlarsa, hemen kapı dışarı edilirler. Çünkü toplumda işsizler ordusu vardır.
Nihayet kapitalizmin son çelişkisi ve konumuzu
ilgilendiren çelişkisi ise kapitalistlerin kendi arasındaki çelişkisidir.
Bunlar ise yaratılan artı-değeri sadece kendiler almak için müthiş bir rekabet
içindedirler. İşte Gülen cemaati ile ‘’Erdoğan devleti’’ arasındaki çelişki
buraya tekabül etmektedir. İşçilerin alın terini paylaşamayan iki burjuva
sınıfının çatışmasıdır bu. Bu noktada emekten yana olanların “darbeye hayır”
demesi, onları Erdoğan’ın kucağına itmemelidir. Haftalardır darbe karşıtı
gösteri yapanlar durup düşünmelidir. Erdoğan neden kutsal değerlerin,
dini-milli değerlerin yüceltilmesinden bahsediyor da işsizlikten, yoksulluktan,
asgari ücretten bahsetmiyor? Neden işçilerin çalışma koşullarının
düzeltilmesinden, iş güvenliği kurallarının iyileştirilmesinden söz etmiyor?
Çünkü Erdoğan yoksul halkı değil, işçileri sömüren
kapitalist düzeni temsil ediyor. Burada kalkıp “darbe gerçek mi senaryo mu?”
diye tartışmak bizim sınıfın işi değildir ve “aklımız ermez ona”.
Biz sofradaki ekmek kadar somut düşünmeliyiz. Bir
atasözünde ifade edildiği gibi: “Filler tepişir, altta çimenler ezilir”.
Maalesef üstteki fillerin kavgasından dolayı bizim sınıfın insanları, bizim
sınıfın insanlarını ezdi. Kısacası bizim başımızda hep bir darbe vardı.
Yoksulluk darbesi.
Önüne geçip canımızı feda
ettiğimiz tanklar, üzerimize kurşun sıkan askerî jetler bir senaryo mu değil
mi, bilemeyiz ama sabahın köründe işe gitmek, ay sonunu getirememek, kirayı
ödeyememek, her bir yana borçlu olmak, günde 12 saat çalışmak, hastaneye
gidememek bizim hayatımızın kendisidir ve biz bu oyunu bozmak zorundayız. Asıl
oyun hayatımız üzerindedir asıl senaryoda...
İlhan Çıtak
8 Ağustos 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder