28 Nisan 2016

, , ,

Yırtık Yelken


Kimse şaşırmasın. Üç gün önce “Taksim’e çıkmak için 15 neden” diyen DİSK’in bugün Bakırköy pazarına yelken açmasına kimse şaşırmasın. Dev Maden-Sen’deki tartışma kimseyi üzmesin. Devir, artık sınıf mücadelesi değil, ilkelliğe karşı uygarlığın mücadelesidir.[1] Ülke insanına Hindistan'daki İngiliz vali gibi bakma devridir bu devir.
Şaşırmak ve üzülmek, sınıf mücadelesinin demode, çağdışı, ilkel bir kavram olduğunu hâlâ idrak edememekle alakalıdır. Seksenlerde bedenen, doksanlarda fikren, Batı’ya kaçılmıştır. Batı’ysa bir maske takıp geri yollamıştır. O, sadece kendi siyasetinin ajanlarına sahiptir. Orada sınıf mücadelesine değmeyenler, bu mücadelenin kesmediği siyaset, buraya pazarlanmıştır. Bugün ezilenden, yoksuldan, işçiden yana olmak, ilkelliktir. Tek kurtuluşumuz, yüce laik cumhuriyeti korumaktır. Saflar sıklaştırılmalıdır. 28 Şubat’ın arkasındaki irade, bize bu görevi tevdi etmiştir. Görevi reddetmekse ihanettir.
Kimse kimseyi kandırmasın: bugün esen laiklik rüzgârı, 1 Mayıs’taki geri çekilmeyle alakalıdır. Eskiden sol şefler, “1 Mayıs’lar ülkedeki sınıflar mücadelesi açısından önemli bir göstergedir” derler ve buna göre konum almaya çalışırlardı. Artık sınıf mücadelesi basit bir akıl oyunundan, sıradan bir zekâ pratiğinden, başkalarına poz kesmekten ibarettir. Bu konum, devlet içi gerilimlerin yarattığı, havanın üst katmanlarındaki rüzgâr ve o rüzgârla yelkenleri şişirmekle bağlantılıdır. 1 Mayıs “out”, laiklik “in”dir”.
Eskiden üniversitelerde bilimsel eğitim için mücadele edilmekteydi, bugünse “üniversitelerde bilimsel eğitim verildiğinden” söz edilip, “bu gericilere karşı onu korumalıyız” denmektedir. Artık sol gazetelerde “sinemayı kırolar bastı” diyen yazılar yayınlanmakta[2], orta sınıfın Müslüman ve Kürd alerjisi, gene orta sınıfçı bir siyaset üzerinden örgütlenmek istenmektedir. Bu birey merkezli örgütlenme ölçüsü, sınıf mücadelesine de düşmandır. Eskiden bireyin adı işçiyle alakası olmayan İşçi’ydi, o artık don değiştirmiştir. 1 Mayıs gerici, ilkel, eski kafalı işçilerin yola getirileceği zemindir. Mustafa Koç’un cenazesinde ağlayanların sınıfsal bir konum almak, mevzi örmek, sürecin geldiği aşamayı değerlendirmek gibi bir derdi yoktur.
Artık bu birey ölçüsü galiptir, muzafferdir. Gezi’nin ilk günü Ankara’da bir toplantı yapılmış, Halkevleri o toplantıda sözünü geçirememiş, ertesi gün kadrolarını eylemde geriye çekmiş, Kızılay’da yapılan genelimsi grev çağrısında bu geri çekilme sonuç vermiştir. Sonrasında diğer örgütler, başka bir alanda çadır kurma eylemi yapmaya karar verince, Halkevleri yalandan Kızılay’a girmiş, tüm örgütler ve çadır eylemi saldırıya uğramış, süreç kırılmıştır. Bu ve benzeri pratikler, forum süreçlerinde de deneyimlenmiştir.
Sonra tüm pratik seçimlere endekslenmiş, CHP ve HDP arasında pazarlık masasında önemli bir koltuk elde etmek siyaset zannedilmiş, gerekli adaylar elde edilince Kürd’e dönük öfke ve eleştiri geri plana itilmiş, ardından cumhurbaşkanlığı adaylığında başka bir yönelim içine girilmiştir. Dev Maden-Sen’de işçileri kapı dışarı eden irade, bu aklın eseridir.
Aynı irade, 2014 1 Mayıs’ına bir hafta kala “Kızılay olmazsa olmaz” demiş, devrimci pozlar pazarlanmış, “Sıhhiye değil Kızılay” çağrısı ile aylardır süren seçim çalışmalarındaki günah ve zaaf örtbas edilmeye çalışılmıştır. Bugünse nasıl oluyorsa, aynı Halkevleri, “Ankara için merkez Sıhhiye’dir” demektedir.[3] Anteplilerin tabiriyle, “kaz gibi havalanılmış, tavuk gibi yere çakılınmıştır”. En geri olanla uzlaşmak, sonra en ileriye dair imaj sunmak ama dönüp en geriye ricat etmek, siyaset bu değildir.
Bu orta sınıf şeflerin gemi sahibi olmaları, yelkenlerini devletten ve burjuvaziden esen rüzgâra göre şişirmek istemeleri ile alakalıdır. Bugünkü 28 Şubat solculuğu[4] bunun eseridir, bugün İbrahimî hatta[5] yönelik küfür bu yelkenlerin ürünüdür.
* * *
Bir müsamere oynandığı açıktır. Hava yukarıda başka, aşağıda başkadır. Aşağıdakilerin ezik, zavallı, küçük, değersiz görüldüğü kesindir. Siyaset bir sonuçtur, çıktıdır. Aşağısıyla ilişkilerin kopması sonucu yukarıya kaçıldığı, egemenlerin rüzgârıyla yelken şişirmenin tek dert olduğu bir dönem tüm sancısıyla işlemektedir. Yukarıda anlaşma gizli kapılar ardında sağlanmış, aşağıya boş bir edebiyat kalmıştır.
Söz konusu müsamerede demokrasinin, laikliğin başına hoş kelimeler getirildiğinde, güzel takılar takıldığında, fukara seyircinin aldatılacağı düşünülmektedir. Her şeyden azade, her şeyden münezzeh, sadece kendisinden sorumlu, bağ, bağlam gibi bir derdi olmayan, burjuva birey ölçüsü uyarınca hareket edenler, kavramlara takılar taktığında, onlara taklalar attırdığında yol alabileceğini zannetmektedirler. Bu, bir oyundur; ağza çalınan baldır. Temelde 1 Mayıs, yukarıda yapılan uzlaşma, müzakere ve teslimiyet üzerinden, egemenlere peşkeş çekilmiştir. Yeni devlet bunu emretmektedir.
Yeni devlet, zararsız Müslüman, zararsız Kürd, zararsız solcu peşindedir. Bomba patlar, çocuk istismarı belgeleri çıkar ortaya. Oyalanmamız istenmektedir. Çocuk istismarı ile yolda gördüğümüz bir çocuğun başını okşamak bile suç hâline getirilmiştir. Bu konuyla ilgili “bilim insanları”nın konuşturulduğu bir programda, “ABD’de insanların diş raporları bile arşivlenmekte, takip edilmektedir. İstismar gibi sorunların çözümü devletin gözetimine ve kontrolüne bağlıdır” denilmektedir. Taciz ve istismar üzerinden ait olduğumuz tarihsel ve toplumsal bağ ve bağlamımız bize düşman edilmektedir. AKP “bir anlamda paratoner olmak, gaz almak”tır.[6] Anti-AKP’nin de işlevi budur. Gaz almalı, paratoner olmalıdır. “Atatürk’ün piçleri” haberleri bu sebepledir. CHP ile şişirilen yelken, CHP ve AKP’yi yırtan, yırtacak olan emekçi pratiğini de göze almış demektir.
Kimse şaşırmasın: patronlara kol kanat geren sosyalistlere, kazanılmış hakları bir bir geri verenlere, “memleket gericileşiyor” yaygarasıyla emekçi halkı burjuvaziye kul etmeye çalışanlara, birey ölçüsü üzerinden birey dışı her şeyin şeytanîleştirilmesine katkı sunanlara, kimse şaşırmasın. Bu gemi varolmak, yüzmek ve yelkenlerini şişirmek zorundadır. “Sonuçta hepimiz aynı gemideyiz” ya da en azından, işyerinden tüm topluma kadar bu yalana inanmaya mecburuz. O yalanın perdesini, emekçilerin, mazlumların hakikati yırtacaktır.
Eren Balkır
27 Nisan 2016
Dipnotlar
[1] Burak Cop, “Laiklik Düşmanlığı ve İlkelliğe Övgü”, 27 Nisan 2016, Sol.
[2] Tuğçe Madayanti Dizici, “Toz Bezi’nin Hint Kumaşı Düşmanlığı”, 18 Nisan 2016, Birgün.
[3] “Halkevleri: Taksim ve Sıhhiye’yi Savunduk”, 27 Nisan 2016, Sendika.
[4] Ozan Çılgın, “Yeni Cumhuriyet Muhafızları”, 27 Nisan 2016, İştirakî.
[5] Tevfik Ziya, “Laiklik Burjuvazinin Güvencesidir”, 12 Nisan 2016, İştirakî.
[6] “Erdoğan: Ümit Boyner İşine Baksın”, 17 Eylül 2012, NTV.

0 Yorum: