30 Nisan 2016

, ,

Yere Düşen Bayrak

Özünde diyorlar ki “burjuvazi o bayrakları bir bir yere düşürdü, bize düşen, o bayrakları toplayıp havaya kaldırmak”. “Ama bu burjuva siyaseti!” denildiğinde “Ne burjuva siyaseti, o bayrakları biz bulduk, artık bizimdir” cevabı veriliyor.
Emekçiler, demokrasi ve laiklik denilen bayrakları bir bir toplamaya çağrılıyor. Onca materyalizme rağmen, idealar, fikirler ve söz dünyası örgütlenmeye çalışılıyor. Bayrağın temsil ettiği maddiyat, o söz ve edebiyat karşısında gölgeleniyor. Maddiyata vurgu amatörlük; ona karşı dile dökülen edebiyat, profesyonellik olarak takdim ediliyor. Ortalık, kâmil siyasetçilerden ve profesyonel siyasetçilerden geçilmiyor.[1]
* * *
Çulhaoğlu, “şöhret”ini maddiyatın karşısına “hem o hem o” diyalektiğini çıkartmaya borçlu. Bazen “rakı” diyor bazen “viski”, bazen de ikisini karıştırıyor, ortaya istifra yazıları çıkıyor. Bazen tarihe bazen güncele vurgusu bu yüzden. İşine geldiği yerde her şeyden münezzeh, sınıf mücadelelerinden azade bir kavramın altını çiziyor, işine geldiği yerde de bugünün acil ihtiyaçlarına sadece kendisinin vakıf olduğunu satıyor.
Alıcısı olmasa, o da bunu yap(a)maz. O, burjuvaziyi biraz cahil ve biraz akılsız bulan bir burjuva siyasetçisi. Hep burjuvazi için “ah bir marksizmi bilse neler yapacak ama!” diyen biri. Küçük burjuvanın her dalda oynama ihtiyacına denk düşüyor.
Dolayısıyla Çulhaoğlu, bir yandan da marksizmin zararsız olduğunu kanıtlamak zorunda. Siyasetini ve teorisini egemenlerin özel localarına dâhil olma arzusuyla biçimlendirenlerin başka bir şey üretmesi beklenemez. Kalkınmacılık ve modernizm dönemine yakılan ağıt da bunun ürünü.
Uzun zamandır bunun karşısına özel localar inşa etme arzusu çıkartılıyor. “Devleti, kapitalizmi, iktidarı, hegemonyayı görmeyelim, görmezsek yok olur” deniliyor. Maddiyatın karşısına gene edebiyat çıkartılıyor. Bir tampon bu: maddiyat karşısında çaresizlik, sıkışmışlık bu şekilde gizleniyor. O maddiyat sözle dönüştürülür zannediliyor. Bağlar kurmak, mücadeleyi ilmek ilmek örmek, anlamını ve değerini yitiriyor. Devlet ve sermaye, komün ve meclisle esniyor, varolma imkânı buluyor. Akademisyenlerin ve gazetecilerin öncü olduğu sol siyaset, bu esnemenin birer tezahürü, AKP bahane.
Komün, meclis gibi olgulardan söz edilmesinin sebebi burada. Bunlar, sözün boncuk gibi dizilmesi olarak anlaşılıyorlar. O komünlerin aynı ipe tüm dünya genelinde dizilmesiyle sömürü ve zulümden kurtulacağımızı söylüyorlar. Yanılıyorlar. Egemenler, karşıt ocakları bir bir bu şekilde dağıtıyorlar, kendi bayraklarını bu sayede albenili kılıyorlar.
Komün, meclis gibi olgulardan söz edenler, maddiyata küfretmek, onu gizlemek zorundalar. Edebiyat ise allı pullu kelimelerle bu maddiyatı geri plana atmanın adı. Bir meclis, mücadelenin içinde bir mevzi ise anlamlı; onun dışında edebî bir gevezelikten ibaret. Kendi sözünün hâkim olmasını isteyen, bundan emin olan, komünü, meclisi öne çıkartıyor. Bunlar, demokratlıktan değil, niceliğin önemi üzerinden, sayısal çoğunluğu yeterli olduğu düşünüldüğünde övülüyorlar. Mücadelenin tarihsel-toplumsal seyri değil, öznenin kabarık, şişkin hâli bir yanılsamaya neden oluyor.
* * *
Maddiyattan edebiyata kaçışın bir yansıması, boyun eğme’ler, diz çökme’meler… Bu laflar sıralandığında gerçeklik, diz çökenler-çökmeyenler diye, zihinde, bölünüyor, dolayısıyla ortada, maddiyatta, boyun eğilecek, önünde diz çökülecek bir şeyin olduğu söylenmiş oluyor. Kendi zihin dünyası önünde ip gibi dizilmesi isteniyor herkesin. Siyaset, sadece dilde ve sözde varlık alanı buluyor; somut eylemler bu hâlin zorlaması sonucu gerçekleştiriliyor.
Bir yönüyle bu, o bayrakların toplanması ile alakalı. Yani maddiyata burjuvalar hâkim ve sahip. Zamanı geldiğinde gelip o sözü de temellük ediyorlar. Burjuva bayraklarını ele alıyorlar, güç olacaklarını zannediyorlar, sözler allanıyor pullanıyor ama maddiyat ve fikriyat arasındaki açı her gün açılıyor. Bayrak hep sahibine doğru dalgalanıyor. Çünkü eksik maddiyat sözle tamama erdirilecek zannediliyor. Burjuvazi seviliyor içten içe ya da onun devleti, tüm o çocuksuluk ile. Varlık orada şekil alıyor, o varlık hep kendisini çağırıyor. Kendisi gibi olana tahammül edebiliyor.
Asıl bu süreçte dizin neyin önünde çöktüğüne, o boynun kimin önünde eğildiğine bakmak gerekiyor. AKP’nin burjuva siyasetinin, Kemalist devletin dışına ait, yabancı bir kuvvet olduğuna dair her laf, teorik olarak yanlış, sapma. Biraz burjuvadan biraz kemalizmden rol çalarak, onların bayrağını sallayarak AKP’yi daraltacağını düşünmek boş.
Bu aklın tek söylediği şu: “AKP’yi bırakın, beni alın.” Burjuvazi, Kemalizm ve emperyalizm geriliminde devlet kendisini sosyaliste, Kürd’e ve Müslüman’a nispetle kuruyor, tüm gerilimleri ve çatışmaları bununla alakalı. Belirli bir ideolojisi yok. Kendisini sürekli korumaya mecbur.
AKP, birey ölçüsüne denk düşen bu devlet kurgusunun merkezine çekilmiş durumda. Dolayısıyla kendisini bu birey ölçüsüne göre kurmuş, “bir gün o merkeze çekilirim” umudu ile çabalayıp duran tüm siyasi özneleri boşa düşürüyor. Laik Tayyip’le laik sosyalistlerin yan yana düşmesinin sebebi burada.
Bir çift laf da 1 Mayıs’a dair: DİSK’e özel bir siyasi özne olarak bakılıyor, oysa içinde onca siyasi örgüt var. Dolayısıyla bugüne dek Taksim çağrısı yapıp kendi eylemine gelmeyen DİSK’in suçu, günahı o örgütlere ait. Bugünkü Bakırköy pazarı tercihi de onların hanesine kazılı.
İşten çıkartmalar, baskılar, iş kanunları, kıdem tazminatı vs. gibi konularda kılı kıpırdamayan bu sol özneler, merkeze çekilme konusunda yerde “buldukları” bayrakları sallayarak gün geçirecek, bu açık. Bunların ana programında “dostlar alışverişte görsün”cülük yazılı. O bayrakların sahipleri, her sallanışta mutlu olsunlar kâfi. Onların bayrakları adına, kendi bayraklarımızı yere düşürmeye değer mi peki?
Eren Balkır
29 Nisan 2016
Dipnot
[1] Metin Çulhaoğlu, “Laiklik Mücadelesi” İçin Notlar”, 8 Mart 2016, İleri.

0 Yorum: