22 Nisan 2016

, ,

Öte

1995 Liverpool Dok İşçileri Grevinden: “Ben ve Babam Grev Kırıcılardan Nefret Ediyoruz” –Dave Sinclair
Bugün aynı partinin eşbaşkanı “Taksim takıntısı boşuna, herkes kendi kapısının önünde halay çeksin” diyor, oysa aynı partinin üyeleri emekçileri Taksim’e çağırıyorlar. Bu, kendi çelişkili hâlimizdir. Çelişkili hâl ile hâlin çelişkisi, başka şeylerdir.
Doksanlar, biraz da sınıflar mücadelesinin edebiyata doğru kapatıldığı, defterden, eylemden silindiği dönemdir. Herkes postmodern sularda, meslekî varlığının ideolojisini öne çıkartma imkânı bulmuştur. Ayrımsız, politikayı tek tek insanlara açma çabası, insanların kolektif pratiğini dışlamıştır. Artık birileri, politika bilgilerinin takdir edilmesi için uğraşmayı politika zannedeceklerdir.
Düşman baskı uygulamış, “iktidarın değdiği yerde direniş” yücelme adına gerçekleştirilmiş, direniş, mülkiyet ve rekabet ilişkileri ile birlikte varolmuştur. Yani iktidar, hepimize ötesini ve ötekiyi unutmayı öğretmiş, sadece kendi varlığımızı önemsememizi telkin etmiştir. Direnen, onların mülkü, parasıdır. Baskı ise bunu öğretmek için vardır.
Sınıf silinince, onlarla aynı masada, aynı ortamda olunacağı vehmine kapılmak kolaydır. Aynı tespit, Müslüman hareket için de geçerlidir. Kur'an ve Sünnet’teki kavga, ayıraç olarak silinince, bireysel düzlemde birileriyle aynı ortamda olmakta bir beis görülmemektedir. Dolayısıyla onların sendelediği, düştüğü yerde solun yükseleceğini zannetmek, nafiledir. Aynı tuzaklardır geçerli olan.
Tuzak, ordudan darbe, ABD’den medet, Cemaat’ten himmet beklemektedir. Doksanlarda bunların üçü, hafızalarda 12 Eylül başlığı altında bir arada idi. Özellikle son on yıldır, doksanlarda sınıfı ve kıyamı silenlerce, bu başlık geçersizleşmiştir. 12 Eylül onlarla, onlarda tamama ermiştir.
Bu, onların günahı değildir, zira aslında 12 Eylül, 2003’te AKP’nin iktidara gelmesiyle tamama erip bitmiştir. O günleri nostaljiyle ve ütopya ile anmak geçersizleşmiştir. “Neydi o günler!” demenin anlamı kalmamıştır. On üç yıldır iktidarda olan bir partinin içinde olduğu bağlam üzerinden, anlamın ve de değerin nerede ve ne vakit oluştuğu üzerinde durulmamıştır. Bugün bağlam basit bir AKP karşıtlığıdır, çünkü artık o, muktedir değildir. Muktedir olmasını sağlayan Kürt kolu ve Cemaat kolu kesilmiştir. Geriye posa kalmıştır. Yükseklerdeki rüzgârlarla uçacağını düşünenler, düşmemek için aşağıyı sürekli aşağılamak zorundadırlar.
Ama 12 Eylül, o uçanlarda tamama ermektedir. 1977’de saldıranlar kimlerse ve ne istiyorlarsa, bugün de değişen bir şey yoktur. O gün Taksim’de olanlar sağa sola kaçışmışlardır. Bir kısmı “doğum günü partisi”; bir kısmı da gazeteciler derneği olabilmiştir. Misal, Ufuk Uras birinin büyüttüğü, diğerinin yaldızladığı bir isimdir. İki sol akımın karışımı olmak, çare değildir.
Bu isimlerin hükmü altında, Parti bugün yoktur. 2007 sonrası liberal rüzgâra saçlarını kaptıranların istemediği, böylesi bir parti disiplinidir. Herkes, takdir ve takdis edilme derdindedir.
Onlar, devletle veya burjuvaziyle aynı masada olabileceklerini düşünmüşlerdir. Teori, ideoloji birkaç kişiyi avlamakla ilgilidir sadece. Gerisi boştur. Teknikçi bir kafa, basit işlemlerle yol almaya çalışmaktadır. Her şey aritmetiktir. Sınıfsal ayıraç iptal olmuştur. Eskiden işçi sınıfına, “sen de büyüksün, yücesin, gücünü bilmiyorsun, gel benle tanrı ol” diyenler, eski metinlerinde “işçi sınıfı” geçen yerlere “kadın, Kürt, LGBT, kadın” kelimelerini koyarak kendilerini tekrar piyasaya sürmektedirler. Bahsi geçen cümlenin ardındaki mantığı sorgulayana rastlanmamaktadır.
12 Eylül, o cümlelerin sahiplerince, sahiplerce kökleşmiştir. AKP, onlara basarak yükselmektedir. Onların boşalttıkları yerleri doldurmaktadır. Küçümsedikleri, hor gördükleri yoksulları, sahipsizleri, hiçbir şeye sahip olmayanları AKP avlamaktadır, üstelik devlet adına. Bugün Ensar’a küfredenler, yoksulları, çocuklarını okutmaya çalışan emekçi halkı bugüne dek aşağılık kabul etmiş olduklarını unutturma derdindedirler.
12 Eylül olmuştur. Küçük burjuvalar sağa sola kaçışmıştır. Bazen toplumdan, bazen tarihten bazen de hayatın kendisinden takdir ve kıymet dilenmiştir. İktidarsa bazen ağzının payını vermiş, bazen de ağzına bir parmak bal çalmıştır. Bu pay ve bal, halkın kılcalından uzaklaşılması, iliğinden uzak durulması ile ilgilidir. Bedel ödenmiştir.
12 Eylül’ün isteyip de bir türlü yapamadığı, herkesin muhbirleşmesidir. Devletin aşağıya sinmesidir. Bugünkü teknolojik imkânlarla herkes bu yola sokulmuştur. ABD, ordu, cemaat iç içe geçmiştir. Halk dışı ve karşıtı ne varsa, yoldaş olmuştur, yol onların tarlasından geçmekte, onların menziline uzanmaktadır. Devlet, belirli bir kitleyle kendisini yeniden kurmaktadır. Sol, uzun zaman Kemalizmi sadece iktidarı yukarıdan aşağı kurduğu için eleştirmiştir. Bu, “ben onu aşağıdan ama gene Kemalizmle kuracağım” anlamına gelir. Bugün olan budur.
Bir devlet kurulmaktadır. Bir iktidar tesis edilmektedir. Köy enstitüleri yerine kent enstitüleri zaruridir. AKP ne kadar büyültüldükçe, ne denli yüceltilirse, ne ölçüde her şeye hâkim özne olarak takdim ve takdis edilirse, bu devlet ve bu iktidar kökleşmektedir. Daha doğrusu bu ifadeler, o devlet ve iktidarın köklerinin derine inme sancılarıdır. AKP dolayımdır, mecazîdir.
Acun, yaptığı programlarla insanların hayatlarına bir dokunuş gerçekleştirmek istediğini söylemektedir. İstediği, istenilen, hayatsız hayattır. O hayat ki ancak kendilerinin yaşayabileceği bir hikâyedir.
Ayrımları, ayıraçları silenler, bir sözle, bir eylemle, ahmak kitleleri sürükleyeceklerini zannedenler, egemenlerin masasında yer kapma derdinde olanlar, bireysel siyaset meziyetlerinin takdir edilmesini bekleyenler, politikasız politika derdindedirler. O politika ki ancak kendilerinin idrak edeceği bir masaldır.
Kıyamı, kavgayı, hakla batılı, müşrikle muvahhidi unutanlar, dinsiz din istemektedirler. O din ki sadece kendilerinin inanabileceği bir yalandır.
O hayatta yaşama kavgasına yer yoktur. O politika, öteye ve ötekiye kapalıdır, bugün işe yarıyorsa, açıktır. O dinde Allah yoktadır, yoktur.
Eren Balkır
21 Nisan 2016

0 Yorum: