Sinsi siyaset, aptal gördüğü kitlelere sıcak
gelecek bir zoka sallamaktan ibarettir. Misal, Almanya’da Doğu Alman
emekçilerinin gerilimleri ve solun tıkanıklığı karşısında Rosa Luxemburg adına
vakıf kurup gelen fonlar ve paralarla o emekçileri ve solu düzene bağlamak
gerekecektir. Artık bir süre sonra dar ömrü boyunca geçimliğini düşünen,
bürokratlaşan, halkın dertlerine yabancılaşmış ve sadece cebini düşünen bir
siyasetçi tipi hâkim hâle gelecektir. Bu, solun emperyalizme ait, ona içsel
düşünce kuruluşlarına örgütlenmesidir.
* * *
Seksenlerin sonunda hapiste olan sol bir örgütün
lideri, solun en önemli sorununun “mültecileşme” olduğunu söylemektedir. Asıl
sorun, seksenden sonra solun Avrupa’ya kaçması ve buranın ideolojisi ile
yüklenmesidir. Bu, altmış yıldır Avrupa başkentlerindeki rahat bürolarında
ahkâm kesen solcuların kurumsallaştırdığı, kalıcılaştırdığı bir sorundur.
Bu solcuların kendilerini Lenin, ülkeyi Rusya,
buradaki dini Yahudilik-Hristiyanlık zannetmesi, kaçınılmazdır. Gerçekliğin
soyut bir bireyliğe göre eğilip bükülmesi gerekecektir. Lenin’in belirli bir
dönem sarfettiği sözleri tüm ömrüne teşmil ettikten sonra bu Lenin
karikatürleri, esasen Avrupa ideolojisinin basit bir ajanı olmaktan başka bir
şey yap(a)mazlar. Lenin, onlar için Batı’yla ilişki kurma biçimidir, orayla
kurulan bir köprüdür, başka da bir anlam ve değeri yoktur.
* * *
Almanya’daki mültecilerin teşkil ettikleri, bilmem
kaçıncı TKP türevlerinden biri de bu yolu yol bellemektedir. “Komünistler ve
Dindarlar”[2] başlıklı yazılar yazan bu çevre, sınıf mücadelesinde işçilerin
din denilen yükten nasıl kurtulacağını dert edinmiş görünmektedir. Geçmişte bu
yönde Antikapitalist Müslümanları küçük burjuva olarak niteleyen, ama onları
önemsermiş gibi görünen yazılar yazan bu çevre, şimdi esen rüzgârla yelken
şişirmek için işçileri dinsizleştirmekten dem vurmaktadır. İşçiler
dinsizleşecek ki o özel bireylerin kafasındaki rafine, steril sınıf mücadelesi
masalı resmiyet kazanabilsin, tek dert budur.
Esen rüzgârsa IŞİD rüzgârıdır. Bu rüzgârla
şişirilen yelkenlerin kimin gemisine ait olduğu sorgulanmalıdır. IŞİD kadar
tekfirci ve püriten olan bu solcu mahfillerin sınıf mücadelesi gibi bir derdi
yoktur. Zira sınıf mücadelesi, sınıfla birlikte nefes alıp vermeyi, o nefesi
tüm sınıfsal ezilme durumları ile güçlendirmeyi gerekli kılar. O, sadece
işçi-patron arasında değil, tüm toplumsal katmanlarda, tüm tarihsel kesitlerde
işleyen bir güçtür.
“Müslüman işçilere”[3] diye bildiri yazan Mustafa
Suphi’nin geleneğinden geldiklerini söyleyen bu TKP çevresi, esas kökenini
Avrupalı burjuva sol gelenekten almaktadır. Cuma namazı yerine “doğum günleri”
tertiplemeyi tek gerçek siyaset zanneden bu çevre için dinsizleşmek, burjuva
liberal dünyalarının temize çıkması için şarttır. O dünya, her daim
burjuvaziden icazet beklemeye mecburdur. Özne olması, başka türlü mümkün
değildir. Ona “özne” olma ehliyetini veren burjuvazidir, sömürülenlerin-mazlumların
kolektif mücadeleleri değil.
Salladıkları zokanın bir boyutuyla son seçim
süreci üzerinden, Kürtlerle alakalı olduğu da görülmektedir. Saf işçiye ermek,
erişmek için Müslüman kadar Kürt’ten de kurtulmak şarttır. Bu zihin dünyası
Avrupa’nın bağrından çıkmadır. Avrupa, kendi dinî ve millî yapısını korumak için
sağa sola “dinsizleşin, milletsizleşin” diyen ajanlarını yollamaktadır.
İlgili yaklaşım, beslendikleri fonlar üzerinden
İslam içre bir akım ve meşrep olarak Aleviliği de Yahudi-Hristiyan görmek,
göstermek, kılmak zorundadır. Bunun dışında bir Alevi’ye tahammülleri yoktur.
“Alamancı” olup köyünün insanını küçük gören bir insan tipi üretilmiştir.
Bunların Aleviciliği de hoşgörü değil, bu horgörünün sınırlarına tabidir.
Alevicilik, suya sabuna dokunmamanın, gerçekliğin dışında durmanın, ama bir
yandan da politikmiş gibi görünmenin bahanesidir. Sermaye kendi tamponlarını
oluşturarak ilerlemeye mecburdur. Aleviliği Yahudi-Hristiyan geleneğine
bağlayanların asıl bağlandıkları yerler, Avrupa sermayesine ait kanallardır.
Yıllardır Alevi çalışmaları yürüten Avrupa ile bugün Maraş’ta Suriyeliler için
yapılacak kampın nereye kurulacağına dair koordinatları verenlerin
ilişkilendirilmesi gerekir. Onların demografik gayretlerinden “saf işçi” için
imkânlar devşirenler de bu zulme ortaktır. İslam’sız coğrafya isteyenler, Alevi’ye de tahammül etmeyeceklerdir. En sonunda varılmak istenen Avrupa’nın insan
modelidir ki bu model, şakırdamadığı için kölelik zincirlerini fark etmeyen
biyopolitik bir kurguya dayanır.
Bu kurguya giden yolda, küçük TKP’ciklere göre tek
çözüm, “doğum günleri ve geziler tertiplemek”tir. Anlaşılan, Almanya’da
aldıkları emekli maaşları, Avrupalı emeklilerin merakı olan turizm ideolojisini
solculukla ikame etmeye zorlamıştır. Özellikle internet âlemine yansıyan, her
gördüğünü fotoğraflama pratiği, bu emekli turist kafilelerinin bir pratiğidir.
* * *
Ama halk, kendisine yönelik bu kadar dışarıdan,
tepeden ve hatta küçümseyici bakışı asla sevmez. İstanbul’da turistlerin yoğun
olduğu mahallerde toplu ulaşım araçlarına bindiğinizde gördüğünüz yüksek sesle
konuşan kim varsa, turisttir. Turist, saygı görme talebi, ama saygısızlık yapma
hakkıdır. Tüketim ideolojisinin galebe çaldığı yerdir. Bu kadar ses çıkartıp
hâlâ saygı görmeyi beklemek, demek ki turist olmakla alakalıdır.
O turist kafası, dolgun emekli maaşlarının nasıl
ödendiğini sorgulamaz. Onda Afrika’nın, Doğu’nun yağmalanması ile ilgili bir
sorguya asla rastlanmaz. Zihin ve vicdan, o maaşlar kadardır. Artık Almanya’da
bu zihniyet IŞİD rüzgârı ile efendilerin yelkenini şişirmekte, Pegida yaftası
ardında mazlum milletlere yönelik öfkeyi örgütlemektedir. Bizim bu ufak
TKP’ciğimiz de Pegida’laşmaya mecburdur.
Bu grup, kötü bir Lenin karikatürü olarak belirli
tarihsel metinlere atıfta bulunmakta, ama başka metinleri göz ardı etmektedir.
“Parti, programına ateizmi almaz, almamalıdır” diyen Lenin’in[4] karşısına
bugün ateizmi tek siyaset bellemiş Lenin karikatürleri çıkartılmaktadır.
Söz konusu ateizm, batı meşreplidir. Oradaki
akademyada uzun yıllardır belirlenmiş yumuşak karın, kadın meselesidir. Doğu’ya
yönelik tüm akınlarda öncelikle İslam ve kadın başlığı öne çıkartılır. Burada
kadını aşağılık bir varlık kabul edenlerse, Batı’nın kendisidir. Sinsi
siyasetin bir uzantısı olarak kadınlara gidilecek, burjuvazinin “mutlak özgür
birey” düsturu doğrultusunda piyasaya hizmet edilecek, bu özgür bireyin bir
şekilde “komünist” olması için beklenip durulacaktır. Dolayısıyla Avrupa’nın
Erdoğan’da ironik bir üslup dairesinde gördüğü şeyi bizim de görmemiz ve o
gören göze örgütlenmemiz istenmektedir.
Amaç hayırlı ise araçların
bir önemi yoktur. Buradaki yalan, sallanan zoka, bireylerin komünist olmasıdır.
Oysa mühim olan, kolektif ilişkilerin, dinamiklerin, hareketlerin komünist
faaliyete iştirakidir. Bu açıdan “geleceğin toplumunu bugünden kuruyoruz,
geleceğin insanını bugünden yaratıyoruz, geleceğin ütopyasını bugünden
gerçekleştiriyoruz” diyen herkes, bir biçimde yalan söylemektedir. Bu sözlerin
hepsi de burjuvaziye verilen hizmetin kızıla boyanmasından başka bir anlam
ihtiva etmez. Burjuvazinin ilerleyişi için bu tür gelecekçi vurgular, özünde
mülkiyet ve rekabet ilişkilerinden azade değildirler. Özgürleştirilen kadın,
tekstil endüstrisinin kölesi olur; özgürleştirilen birey, silâh ve hizmet
sektörünün aparatı hâline gelir; özgürleştirilen İnsan, kapitalizme aittir, ona
layık bir köledir. Bu hâliyle kurtuluşumuz, Avrupa’nın köleleşmiş solcularına
karşı Doğu’nun köle isyanlarına örgütlenmektedir.
Eren Balkır
12 Nisan 2016
Dipnotlar
[1] Scott Jay, “Postmodern Sol”, 5 Ocak 2016, İştirakî.
[2] Mehmet Kadırga, “Komünistler ve Dindarlar”, TKP.
[3] Mustafa Suphi, “Müslüman İşçilere Hitap”, 27 Ocak 2016, İştirakî.
[4] Roland Boer, “Lenin ve Din”, 4 Şubat 2014, İştirakî.
0 Yorum:
Yorum Gönder