06 Mart 2016

, ,

Putların Alacakaranlığı


Kişiselci Solun Yükselişi ve Düşüşü:
Putların Alacakaranlığı
Son üç yıl içinde sosyal yardımlara dayalı “serbest ticaret” ekonomisi ile emtia ekonomisinin bir tür melezlenmiş hâline öncülük eden Latin Amerika’daki solcu liderler, cumhurbaşkanlığı, milletvekili ve belediye seçimlerini kaybettiler ya da meclis soruşturmalarına maruz kaldılar. Bu liderler, ABD işgalleri veya askerî darbeler değil, seçimlerdeki rekabet süreci üzerinden başarısız oldular. Darbeleri başarıyla mağlup edip Uluslararası Kalkınma Ajansı, Ulusal Demokrasi Vakfı, Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi ve ABD hükümetine bağlı diğer kurumların müdahalelerine karşı direnen aynı solcu liderler, oy sandığında mağlubiyeti yaşadılar.
Son on yıldır seçimlerde önemli bir destek gören solcu cumhurbaşkanlarının bu becerilerindeki değişimin nedeni nedir? ABD destekli ve oradan para alan, geçmişte birçok seçimde mağlup edilmiş olan adaylar bu sefer neden kazandılar? Sağcıların şiddet yoluyla iktidara uzanma çabaları neden başarısız oldu da aynı sağcılar bu sefer seçim sürecinden nasıl zaferle çıktılar?
Sınıf Mücadelesi ve Solcu Seçim Zaferlerinin
Girizgâhı Olarak Halk Seferberliği
Solun seçim zaferleri, “serbest piyasa” ve düzensiz ekonomilerdeki derin krizin ardından yaşandı. Bu krize yoğun bir sınıf mücadelesi eşlik etti. Sınıf mücadelesi, işçi kitlelerini ve orta sınıfları kutuplaştırıp radikalleştirdi.
Arjantin’de finans ve imalat sisteminin tümden çökmesi halk ayaklanmasına yol açtı ve üç cumhurbaşkanın ardı ardına hızla devrilmesine sebep oldu. Bolivya’da ABD destekli “serbest piyasacı” cumhurbaşkanı iki halk ayaklanması üzerinden devrildi. Ekvador’da “yurttaş hareketi” ABD destekli cumhurbaşkanını alaşağı etti.
Brezilya, Paraguay ve Venezuela’da gelişmekte olan köylü ve kentli hareketler doğrudan eylem içine girerek “serbest piyasacı” cumhurbaşkanlarına muhalefet geliştirdiler, bunun sonucunda solcu cumhurbaşkanları seçildi.
Solun iktidara gelişinin izahında öne çıkan, birbiriyle bağlantılı dört faktör var: ilki, çöküş süreci, sosyo-ekonomik kriz, yoksulluk, durgunluk, sağcıların zulmü, bunun sonucunda kitlelerin yüzünü sola dönmesi. İkincisi, yoğun sınıf mücadelesi, krize verilen tepkiler, orta sınıfların radikalleşmesi, yönetici sınıfın nüfuzunun erozyona uğraması, elitlerin kontrolündeki medyanın etkisinin azalması. Üçüncüsü, solcu cumhurbaşkanlarının uzun erimli ve geniş ölçekli yapısal değişiklikler yapmayı vaat etmesi, (istihdam, sosyal yardımlar, banka hesaplarının korunması, ücretlerin artırılması, büyük kamusal yatırımlar) gibi toplumu etkileyecek programların hızla yürürlüğe konulması. Son faktör ise solcu cumhurbaşkanlarının yeni kapsayıcı sosyal programları finanse etmek için vergi gelirlerinden ve ihracat gelirlerinden milyarlarca dolar fazla elde edilmesini sağlayan emtia canlılığının gerçekleştiği sürecin başında veya sürecin orta yerinde iktidara gelmesi.
Seçimlere Dönük Kayırmacılık Siyaseti,
Toplumsal Seferberliğin Sona Ermesi
ve İçeriyi Kurutan Ortaklıklar
Sol hükümetler, ilk yıllarında sağcı elitleri kontrol altında tuttular: darbeleri mağlup ettiler, ABD elçilerini ve kurumlarını kovdular, ABD için çalışan yerel güçleri etkisizleştirdiler.
Sonra hukuk alanında politik iktidarlarını perçinlediler. İlerici anayasaların onaylanması noktasında kurucu meclisleri topladılar. Yerli, halkçı ve orta sınıfa mensup seçmen kitlesinin desteğini aldılar.
Yapısal değişiklikler toplum içinde yeni saflar belirledi. Yerli halkların hakları tanındı, ama mülkiyet ilişkilerinin değiştirilmesine dönük pek bir şey yapılmadı.
Solcu hükümetler tarım işletmeleri sahipleri ve çokuluslu şirketlerle kurulan ekonomik işbirliklerine dayalı büyüme stratejisi üzerinden tarım-maden ihracatına daha fazla bel bağladı.
Dünya piyasasında emtia fiyatlarının artması hükümet gelirlerini de artırdı, kamunun altyapı yatırımları çoğaldı, kamu sektöründeki istihdam alanı genişledi. Solcu hükümetler, kayırmacı seçim mekanizmaları ve geniş ölçekli patronaj sistemleri teşkil ettiler. Bu sayede seçimlerde ve törenlerde ya da uluslararası forumlarda geniş kitleleri seferber ettiler.
Solcu yönetimlerin anti-emperyalist, neoliberalizm karşıtı politikaları destekleyen söylemi başka ülkelerden gelen solcu akademisyenleri ve gazetecileri epey etkiledi. Ülke içinde ve dışındaki aydınlar Ekvador, Venezuela’daki 21. yüzyıl sosyalizmi ve Bolivya’daki And sosyalizmi gibi yeni “sosyalizm” formlarına dair söylemi papağan gibi yineleyip durdu.
Pratikte ise Repsol, Monsanto, Jindel ve emperyalistlerin desteklediği diğer çokuluslu şirketlerle uzun erimli, büyük ölçekli sözleşmeler imzalanıyordu.
Büyük tarım ürünleri ihracatçıları kredi, para ve teknik yardım alırken köylüler ve yerel üreticilerin eline geçen, küçük işletmeleri için gerekli “tapu” idi. Geniş ölçekli toprak dağıtımı yapılmadı. Toprak işgalleri gerçekleştiren topraksız köylüler işgal ettikleri yerlerden zorla çıkartıldılar. Kredi ve teknik yardıma yapılan hükümet harcamaları giderek daha fazla oranda soya, pamuk, büyükbaş hayvan ve diğer tarım ürünlerini ihraç edenlere katkı sağladı. Böylelikle kırsaldaki sınıfsal eşitsizlik derinleşti ve gıda güvenliği daha da ciddi bir boyuta ulaştı.
Son on yıl içinde militanlar birer memura dönüştü. Bu kişiler iş dünyası ile bağlar kurdular ve “toplumsal seferberlik” süreci konusunda kendi çalışmalarını yürüttüler.
Tarım-maden ihracatına dayalı model gelirleri artırdı, yoksulluğu azalttı, ama hükümet memurları ile işçiler-köylüler arasındaki eşitsizlikleri de derinleştirdi. Yeni zenginleşen, yukarı doğru tırmanışta olan orta sınıflar “eşitlikçi söylem”e artık tahammül edemez hâle geldiler. Tek dertleri güvenlikti, kredilerin finanse ettiği tüketimciliğe gark olmuşlardı ve rol model olarak zengin elitleri görüyorlardı, onların yaşam tarzlarını örnek alıyorlardı. Artık geride kalanlarla dayanışma içine girme ihtiyacı duymuyorlardı.
Ricattan Mağlubiyete: Neoliberal Restorasyon
Formülü Olarak Pragmatik Uyum Süreci
Liderlerin anti-emperyalist söylemini artık pek fazla insan dikkate almıyordu, zira bu söylem sermaye akışı ve çokuluslu şirketlerle imzalanan sözleşmelerle çelişiyordu.
Geniş kalabalıklar sembolik “jestler”i ve yerelde geliştirilen kimi projeleri hoşça karşıladı, ama merkezîleşen iktidar ve yereldeki çürümenin gündelik bir rutin hâlini alması artık telafi edilemeyecek bir düzeye ulaşmıştı.
On yıl içinde solcu hükümetlere bağlı politik kadrolar seçim patronajı üzerinden oy topladılar, bu işler müteahhitlerden alınan rüşvetlerle ve kamu fonlarının yasadışı transferi ile finanse edildi.
Yeniden seçilenler rehavete gömüldüler, kibir aldı başını yürüdü, hepsinde “nasıl olsa ceza almam” anlayışı peyda oldu. Ek ödeneklerin parti liderince kullanımı kanıksanan bir durum hâlini aldı, işçi ve köylü seçmenler bu durumu hiçbir dayanağı olmayan bir imtiyaz olarak değerlendirdiler.
Sol rejimlerin üst ve orta kesimlerinde radikalliğin silinmesi alt sınıfları gündelik sorunlarına bireyci, aile ve yerele dayalı çözümler bulmaya itti.
Emtia çevriminin son bulması ile birlikte işçi, köylü, orta sınıf ve meslek örgütlerinden oluşan geniş koalisyon dağıldı. Birçoğu sol rejimlerin görevlerini suiistimal etmelerini değişim vaadine ihanet ettikleri şeklinde değerlendirdi.
Bu nedenle halk sağın ahlaka vurgu yapan eleştirilerini benimsedi.
Gerici radikal sağ, memurlara dönük hoşnutsuzluğu istismar etti ve son on yıl içinde verilen aile yardımlarını, emeklilik maaşlarını, ücret artışlarını, istihdam imkânlarını ortadan kaldırmak, bu süreci terse çevirmekle ilgili planlarını gizledi.
Sonuç
Solcu hükümetler madenciliğe dayalı kapitalizmin büyümesini sağladılar ve kitle tabanlarını rejim reformlarının pasif birer alıcısı konumuna mahkûm ettiler.
Liderlerle takipçileri arasındaki eşitsiz iktidar giderek çoğalan ödüller akmayı sürdürdükçe tolere edildi.
Sınıflar toplumsal hiyerarşide yükseldikçe krizin doğurduğu solcu ideolojilerini terk edip elit siyasetçileri birer yeni “modernleştirici” olarak görür hâle geldiler.
Solcu rejimler bir “bağımlılık kültürü” geliştirdiler. Bu kültür dâhilinde büyüme, piyasalar ve patronaj üzerinden seçimlerde yarışıp durdular.
Çokuluslu şirketlerin kontrolü altındaki tarım-maden sektörleri ile “içli dışlı” oldukları için itiraz geliştiremeyen solcu memurlar devleti yozlaştırdı. Maden çıkartma komisyonları çokuluslu şirketlerin aracısı gibi çalışmaya başladı. Sağlık, eğitim ve altyapı projelerine tahsis edilmiş kamu fonlarına el konuldu.
Sonuçta seçimlerde verilen vaatler yerine getirilmedi. Yolsuzluk uygulamaları seçilmiş liderlerce göz ardı edildi. Bu, halkı öfkelendirdi. Halk radikal bir söylem tutturan, ama bir yandan da yolsuzluğa bulaşan, kamu fonlarını tek bir ceza bile almadan yağmalayıp duran sol siyasetçilerden yaka silkti.
Partiye bağlılık yereldeki siyasetçilerin ve memurların ulusa dönük her türden görüşünü geçersiz kıldı. Memurların yol açtığı düş kırıklığı üst kademelere kadar yayıldı. Kısa süre içinde tekrar tekrar seçilen halk liderleri töhmet altında kaldı ya da rüşvet aldıklarına dair şayialara muhatap oldular.
On yılın sonunda, emtia canlılığının bitiminde putların alacakaranlığı da başlamış oldu. Sol tüm bölgede seçimleri kaybetti.
Sonsöz
Arjantin’de Kirchner-Fernandez rejimi yenildi (2015).
Brezilya’da Lula-Rousseff rejimi suçlamalara ve meclis soruşturmasına maruz kaldı (2014-2016).
Chavez-Maduro rejimi Venezuela’da milletvekili seçimini kaybetti (2015).
Evo Morales rejimi, Bolivya’da cumhurbaşkanının üçüncü kez seçilmesine imkân sağlayacak anayasa değişikliği referandumunu kaybetti (2016).
James Petras
4 Mart 2016

0 Yorum: