19 Mart 2016

Obama’nın “Liberal Realizmi”nin Başarısızlığı


Dünya Jeffrey Goldberg’e çok şey borçlu. Obama ile yaptığı, Atlantic’te yayınlanan kapsamlı ve uzun mülâkat, dış politika anlayışına büyük bir katkı yapıyor. Bu sayede bir süre sonra görevinden ayrılacak olan başkan, dış politika meselelerine dair görüşlerini ve en geniş manada dünya için öngördüğü programını uzun uzadıya izah etme fırsatı bulmuş. “Obama Doktrini”nin bu şekilde sergilenmesi hem büyüleyici hem de etkileyici.

Ama gene de şöylesi bir çıkarımda bulunmadan yapamıyor insan: görevde kaldığı süre boyunca uyguladığı siyasetin ana yönelimleri ile dünyayı biçimlendiren olaylara dair söylemini kıyasladığımızda, başkanın “liberal realizm”inin bir yerde tıkandığı görülüyor. Esasında bu, hiç de olumlu bir felsefe değil. Göründüğü kadarıyla bu türden fikirler, nihayetinde ahlak dışı politikalara doğru yozlaşıyorlar. Tüm çıplaklığıyla yaşanan söz konusu dönüşüme Obama’nın Beyaz Saray’ı boşaltmaya hazırlandığı koşullarda dünyanın önemli bir kısmında tanık olunuyor.

Mülâkatın ilginç bir yönü de şu: Obama, George HW Bush ve onun ulusal güvenlik danışmanı Brent Scowcroft’un dış siyasetini onayladığını itiraf ediyor. Oysa esasen bu, tuhaf bir durum. Zira Obama Demokrat Partili. Bush ise Cumhuriyetçi (aslında Obama’nın bir kenara itme veya aşma konusunda hevesli olduğu Bush’un dış siyaseti büyük ölçüde babasının nüfuzu altında şekillenmiştir.) Ama “oğlu da babası gibi” türünden genellemelerin ötesinde bu tarz apaçık ama tuhaf bir kıyaslama bir süre sonra izah edilebilir bir hâl alıyor.

Goldberg’in konuştuğu kişinin hayran olduğu kişilerden, bilhassa (“Obama’nın bir keresinde ‘o adamı seviyorum’ dediği”) Scowcroft’tan söz edilmesini büyük bir hevesle istemesi anlaşılır. Pembe bir tablo sunan sözlerinde şunu aktarıyor: “Bush ve Scowcroft, 1991’de Saddam’ın ordusunu Kuveyt’ten çıkarttı.” Ama Obama hikâyenin tamamını anlatmıyor, kendi döneminde yaşanan birçok trajik gelişme konusunda Saddam’ın devrilişinin önceden kimi fikirler verdiğinden hiç bahsetmiyor.

Irak ordusunun yenilip Kuveyt’i boşaltmaya mecbur edilmesinden sonra Bush generallerini durduruyor. Bush bunun yerine, o kötü şöhrete sahip konuşmasını yapıyor ve Irakların “meselelerin kontrolünü kendi ellerine almaları”nı ve Saddam’ı devirmelerini söylüyor.

Birçokları, bunu despottan kurtarılmış bir Irak’ın yeniden inşasına yönelik ABD’nin destek vereceğine dair bir güvence olarak anlıyor, büyük bir keyifle ayağa kalkıyor ve rejimi devirmeye çalışıyorlar. Ama hiçbir şey olmuyor. Saddam’ın ordusu helikopterleriyle isyancıları katlediyor ve Irak’ın kontrolünü yeniden ele geçiriyor. Bush yönetimindeki “realistler”, bu gerçeği kabullenip uluslararası politikadaki daha önemli meselelerle uğraşmak için yola koyuluyorlar.

Obama’nın dış politikaya dair fikirleri birçok yönden bu trajik yolu takip ediyor ve her türden despot ve yayılmacı için örtük ya da açık Amerikan desteğinin önü açılıyor.

Goldberg, mülâkatın kenarlarını göz alıcı nakışlarla süslüyor: “Son günlerde başkan şaka yapmaya da başlamış. ‘Ortadoğu'da tek ihtiyaç duyduğum şey birkaç zeki otokrat’ diyor.” Bu yorum sıkıntılı, sadece başkanın kimi düzeylerde bir despotun istikrar getirdiği takdirde tercih edilebileceği iddiasını sahiplendiği için değil.

Söz konusu yaklaşım yapısı gereği ahlakdışı. Birçok yönden bu yaklaşım, dış siyasetin iktidardakilerin yükünü hafifletmesinden çok insanlığın hayrına işlemesi gerektiği düşüncesinin inkârı. Bu, yanlış olması sebebiyle berbat bir görüş. Despotlar istikrar sağlamazlar. İktidarı tehlikeye girdiği vakit Kaddafi’nin Libya’yı nasıl kasten yıkıma sürüklemesine bakılabilir örneğin. Hayatta kalmasını Suriye’nin ve halkının önüne koyan Esad da başka bir örnek. Obama’nın yorumu şaka yollu dile getirilmiş ama ahlakdışı politik hesaplamaları da bir biçimde ifşa ediyor.

ABD’nin dünya meselelerinde geri planda kalmasını isteyen Obama Rusya’nın askerî genişlemesini tolere ediyor, “kırmızı çizgimiz” demesine, kullanılan kimyasal silâhlara karşın Suriye’de Esad’ın iktidarda kalmasına rıza gösteriyor. Libya’da yaşanan çöküşü başkan başkasının sorunuymuş gibi ele alıyor (sadece Avrupalılara fazla güvendiği için hatalı olduğunu söylüyor). Suriye, Yemen ve Irak üzerinden İran’ın yaptırımların kaldırılması üzerinden güçlenmesine ses etmiyor, İran ile hasmı Suudi Arabistan’ın “komşu” olduğunu söylemekle yetiniyor.

Obama’nın stratejisinin liberal ve gerçekçi olduğunu düşünenler yanılıyorlar, zira bu strateji, bolca otokrat üretiyor ya da en azından varolanların hayatta kalmasını sağlıyor, diğer yandan da devletlerin yozlaşmasını, korkutucu ve devasa boyutta bir şiddetin doğmasını koşulluyor.

Oysa Ortadoğulular ve başka yerlerde yaşayan insanlar Amerikan başkanına umutla bakıyorlar. Obama’nın kendi lehine işleyen böylesi bir politik mirası tüketmesi üzücü. “Obama Doktrini” ilk kez teşhir ediliyor ama onun bütünüyle başarısız olduğu görüldü. Hatta bu doktrin, birçoklarının hayal bile edemeyeceği ölçüde yüksek maliyetlere sebep olan bir hata.

James Snell
16 Mart 2016
Kaynak

0 Yorum: