15 Mart 2016

,

Kara Panterler'in Sosyalizmi

Modern Amerika’daki altmışlara dair hafızada Kara Panter Partisi üç imaj dâhilinde takdim edilir: ilki ve belki de en yaygını, öfkeli Afro-Amerikan erkek ve kadınların şiddet örgütü imajıdır. Bu imaj dâhilinde 1967’de Kaliforniya Eyaleti Kongre Binası’na yürüyen ve polise karşı silâhlarını çeviren insanlar akla gelir. Silâhlı ve tehlikeli Afro-Amerikan algısı, kimi yönlerden, güneydeki siyahların politik yönetimi ve öncesinde köle ayaklanmalarına yönelik korkuyu hatırlatan bu değerlendirme, ülke genelinde asayiş taleplerinin fitilini ateşlemiştir.
Kara Panterler’e dair ikinci imaj, modern tarihçiler ve aktivistlerce geliştirilmiştir: buna göre, o kendisini yerelliklerde topluluk eylemliliğine, politik güç tesisine ve en muhtaç olan kesimlere sosyal yardımlar dağıtmaya adamış bir örgüttür. Alondra Nelson’ın Body and Soul: The Black Panther Party and the Fight Against Medical Discrimination [Beden ve Ruh: Kara Panter Partisi ve Tıbbî Ayrımcılığa Karşı Mücadele] isimli kitabına benzer çalışmalarda da görüldüğü üzere Panterler’e dair bu algılama biçimi, onları sadece tüfek ve mermi değil, ilâç ve yiyecek sırtlanmış insanlar olarak takdim eder.
Yeni çekilen Black Panthers: Vanguard of the Revolution [Kara Panterler: Devrimin Öncüsü] isimli belgesel bu iki imajı başarıyla irdeleyen bir çalışmadır. Ama Kara Panterler’in sosyalist ilkeler ve sosyalist ideoloji temelinde örgütlenmiş bir yapı olduğuna dair üçüncü imajı ele alma konusunda o kadar da mahir değildir.
Kara Panterler’in 1967’de deklare edilen “On Maddeli Program”ı partinin temel kaidelerini geniş bir kitleye aktarır. Yirminci yüzyılın önemli bir kısmında süren Afro-Amerikalıların özgürlük mücadelesinin uzun süre ağırlıklı bir kısmını teşkil eden ekonomik ilericilik metne bütünüyle nüfuz eden, aslî bir olgudur.
Örneğin ikinci madde, Afro-Amerikalıların tümüyle istihdam edilmesini savunurken, üçüncü maddede “siyah ve mazlum topluluklarımızın kapitalistlerce soyulmasına son verilmesi” talep edilmektedir. Bu gerçeği Kara Panter Partisi’nin tarihinden silip atmak ya da küçük görmek sadece Panterler’in değil, daha da geniş manada o dönem siyahların özgürlüğü için mücadele eden hareketlerin ve ABD solunun gerçekliğine halel getirecektir.
1966–67’de İnsan Hakları Hareketi’ne iştirak eden eylemciler İnsan Hakları Kanunu ve Oy Kullanma Hakkı Kanunu sonrası dönemde hayırlı bir eylem sürecine girdiklerini düşündüler. Muhafazakârların tepki vermesi bekleniyordu. Ronald Reagan asayiş çağrısı yaparak seçmen kitlesi topladı, Alabama Valisi, Demokrat Parti’den dört kez başkan adayı olan George Wallece beyaz seçmenlerini cezp etmek için o ırkçı köpek düdüğünü öttürmekte giderek ustalaştı.
Aynı zamanda ülke dışında Vietnam Savaşı ve Soğuk Savaş yüzünden başı belada olan, ülke içerisinde ise ekonomik haklar ile insan hakları reform süreci konusunda sıkıntı içine giren sol, Kara Panter Partisi’nin medyadaki imajı sayesinde canlanma imkânı buldu. Burada Panterler’in albenisi, Amerikan ırkçılığı, emperyalizm ve ekonomik sömürü konusunda uzlaşmaz bir dizi eleştiri getiriyor olması ile ilgiliydi. Esasında KPP siyah sol ile başlayıp onun sınırlarının ötesine taşan daha kapsamlı bir radikal geleneğin parçası idi.
Bu anlamda Vanguard of the Revolution isimli bu belgesel tarihe dair bu basit testi geçebilen bir çalışma değil. Belgesel, örgütün kapitalizme yönelik itirazına kısaca değinirken, örgüt içinde sosyalizmin yerini izah edemiyor.
Belgesel esas olarak Huey Newton, Eldridge Cleaver ve Bobby Seale gibi karakterlere odaklanıyor, bu, ne kadar anlaşılır bir tutum olsa da, söz konusu yaklaşım tarzının suyu bulandırdığını görmek gerekiyor. Newton ile Cleaver arasında oluşan çatlağın ideolojik değil kişisel olduğunu iddia eden belgesel, Panterler ve daha geniş manada siyah sol içindeki fay hatlarını keşfetme fırsatını bu şekilde kaçırıyor.
Aynı şekilde belgesel yetmişlerin başında Afro-Amerikalı aydınlar arasındaki daha kapsamlı eğilimlere dair de pek laf etmiyor. Bu dönemde panafrikanist kesimle Marksist-Leninist kesim arasındaki tartışmalar Afro-Amerikalılar arasındaki dayanışmaya dönük çabaları boşa düşürüyor.
Filme Fred Hampton’ın dâhil edilmesi, yönetmenlerin KPP içindeki antikapitalist kanalın farkında olduklarının bir kanıtı. Partinin Şikago bürosu sorumlusu Hampton, sınıfsal ve ırksal hareketleri dikine kesen, kapitalizm karşıtı bir hareketi örgütlemeye çalışıyor. Onun dile getirdiği “Ben devrimciyim!” şiarı binleri harekete geçiriyor, çağrısı Panterler’i “beyazlardan nefret edenlerin örgütü” olarak görenlere ve kenar mahallelerdeki beyazlara sıcak geliyor.
Hampton’ın 1969’da Şikago polisince katledilmesi, sadece Kara Panterler değil gelişmekte olan Siyah Güç Hareketi için de önemli bir dönüm noktası. Onun, Malcolm X’in ve Martin Luther King Jr’ın öldürülmeleri altmışların sonunda Afro-Amerikalıların özgürlük mücadelesindeki potansiyeli boğuyor ve radikal siyah hareketini parçalıyor.
Toplumsal eşitlik mücadelelerini içine alan bu gelenek W. E. B. Du Bois’ten Cornel West’e kadar birçok aydını örgütlüyor. Hareket altmışlarda önemli zaferler ve kötü sonuçlara yol açacak başarısızlıklara tanık oluyor.
Vanguard of the Revolution isimli belgesel bu zaferlerin ve başarısızlıkların bir kısmını ele alsa da KPP’nin kök aldığı ideoloji ve gelenekleri anlama konusunda yetersiz kalıyor. Partinin antikapitalist temelini görmezden gelen film izleyicilerinin karşısına ırk ve sınıfla ilgili meseleler arasına gereksiz hatlar çeken bir örgüt resmi çıkartıyor.
Bir tek filmin veya kitabın Kara Panter Partisi’nin eksiksiz bir tarihini sunması mümkün değil. Vanguard of the Revolution da birçok yönden güzel ve insanın içine işleyen bir film. Ama bugün solcular ve radikal isimler için Kara Panter Partisi’ndeki aydınların ve liderlerin ırkları dikine kesen, koalisyon teşkil eden çalışmalarını ve Marksizmi yüklenmelerini anlamak, anımsamak ve o birikimden ilham almak epey önemli bir husus.
Robert Greene Il
15 Mart 2016

0 Yorum: