15 Mart 2016

,

Ferhat Güzel’dir O


Erdoğan, “bombalı saldırı olmasaydı daha gidip Ferhat Göçer izleyecektik” demiş.[1] Her şeyin kontrol altında olduğuna dair bir ima olsa gerek bu. Bu sebeple, saldırıda canlarını kaybedenler dâhil, AKP karşıtı muhalif kesim de saldırının arkasında Erdoğan’ın başkanlık arzularını görüyor. Bilumum liberal de, Oya Baydar ağzından, devletin ve PKK’nin birlikte çalıştığını, artık açıktan ifade ediyor. Şiddet, aynıları aynı yere, ayrıları ayrı yere savuruyor.

Kızılay saldırısının Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin kuruluşunun ilânından iki gün sonra gerçekleşmesi ise başka bir tuhaflık. Artık o bildiride imzası bulunan her bir örgütün eline Kızılay’da dökülen kan bulaşmış durumda. En azından devlet bunun için uğraşıyor, uğraşacak. Kısa yoldan devrim yapma hevesi kursakta kalacak. Belki de o örgütlerin şeflerinin bildiği gerçeği aşar, devrim olur, cümlemiz kurtuluşa ereriz.

Ama SoL sitesi, hemen bu yönde çalışmalara başlamış bile.[2] Kızılay saldırısını HBDH’nin hanesine yazıyor. Zannediyor ki topladığı kâğıtları satıp yirmi lirası ile karnını doyurmaya giden on dört yaşındaki genç, yanlışı görüp kendi saflarına katılacak.

Kısa yoldan devrim hesapları başka bir mecrada da ilerliyor. El çırpıp “kahrolsun faşizm” diye tempo tutarak devrim olmayacağı gibi, hasımlarının düştüğü hata karşısında el çırpıp göbek atarak da devrim olmuyor. Devrim ve iktidar imkânlarını kendi dışımızda, başka yerlerde aramak gerekiyor.

Göbek atanlar, hemen öne Hüseyin Aygün’ü sürüyorlar. Sınıfsal ayrımlar, Aygün şahsında silikleşiyor. Onlar, AKP’nin “IŞİD de PKK de bir” propagandasına eklemleniyorlar. Güvenlik uzmanlığı kılıfı altındaki istihbarat elemanları, PKK’nin sahada IŞİD’den çok şey öğrendiğini söylüyor. Benzerlik varsa, yıkım sürecine örgütlenmede aranabilir ki yıkıcı bir yapının bu tarz bir yönelimi doğal. Ama Aygün gibiler, Kürt ve Müslüman düşmanlığı ile birilerinin kendilerini çağırmalarını bekliyorlar. Fukaranın mezara girmesinin hiçbir önemi yok. Ne kortejde, ne partide, ne siyasette ne de ideolojide…

Asıl mesele, devletin “teröristler”i önceden bulamamasından, saldırıyı önleyememesinden şikâyet edenlerin solcu olması. O solcular, demek ki güvenlikçi, despotik, her şeyi ve herkesi kontrol eden bir üst yapıyı çağırmaktadırlar. Erdoğan’ın konserin iptalinden rahatsızlık duyması, bir tür rahatlığa işaret etmektedir. Böylesi solcular bulmuşken, o konseri rahatça izlemek istemektedir. Bugün “Tayyip’in etrafındaki halka daralıyor”, “ABD üzerini çizdi”, “darbe kokusu alıyorum” gibi laflar, doğrudan Tayyip’e yarıyor.

El çırpıp “kahrolsun faşizm” diye bağıranlarda da benzer bir rahatlık var. Halktaki rahatsızlık üzerine kurulu devrim ve iktidar hesapları çatlaklardan beslenmektedir. Çatlak, devrim ve iktidar arasındadır. Erdoğan “iktidar”; PKK ve dostları “devrim” peşindedir. Oysa, Lenin’e atıfla, “her devrim bir iktidar meselesidir.” Onlar ise milleti eğitmekten bahsetmekte, milletten öğrenmeyi hor görmekte, batıya “halk” iktidarı, doğuya ise “demokratik özyönetimler” vaat etmektedir. Devrim ve iktidar arasındaki çatlak, Kürt ile Türk arasındaki çatlakla alakalıdır. Bu birlik, batıdan ayrışma pahasına bir birliktir. Doğalında tasfiye içredir. Kendileri level atlamış, ele silâh alıp fildişi kuleye yerleşmiştir, zavallı, cahil, sürü halk da kurtulmak istiyorsa onlara benzeyip o level’a gelebilmelidir. Dedikleri budur.

Kızılay’daki bomba hem park içindeki polisleri hedef alıp halkı vurmuş hem de Erdoğan’a yönelip ona karşı muhalefeti örgütleme imkânı bulunan dinamikleri ezmiştir. Masabaşındaki küçük burjuva devrim hesaplamalarının hakikatin duvarına çarptığı yer burasıdır. Hakikatin içinde olarak, onu kuşanarak, ilmek ilmek örülecek mücadele bir başka bahara kalmıştır. Gelen ise, artık bildiğimiz “Arap Baharı’dır.

Son yirmi yılını Lenin’i gerisine ve ötesine doğru aşmaya çalışmakla geçirenlerin devrim ve iktidar arasındaki çatlağı fark etmemeleri doğaldır. Lenin bir şey daha söyler: “Devrim yapılmaz, olur.” Bu manada devrim’cilerin masabaşı hesapları, tuttuğu alkışlı tempo ile Erdoğan’ın Ferhat Göçer konseri yan yanadır. Rojava, devrim karargâhı değilse hiçbir şeydir.

Ferhat Göçer bir simgedir. O karargâh da aynı modern, ileri ve burjuva olana meylettiği ölçüde, kapalı kapılar ardında dönen bir dünyaya hizmet eden, benzer hesaplara gömülecektir.

Silâhın ve şiddetin bir masadaki koz olarak görülmesi yanlıştır. Cemil Bayık, “AKP ve Erdoğan’ı yıkacağız” demektedir.[3] “Yerine Abdullah Gül mü gelecek?” sorusu meşrudur. Gezi’den beri tüm liberaller, “son iki yıl kötü, öncesi iyiydi, bu Erdoğan nobran, kaba, ondan kurtulalım” demektedirler. Bu noktada Erdoğan üzerinden örgütlenen devlete laf etmek gerekir.

Bu ülke, sınıf mücadelesinin mescidleri bile kestiği yerdir. Mısır’daki darbe hükümetinin adalet bakanı, “Peygamber yasalara uymasaydı, onu hapse atardım” diyebilmektedir.[4] Türkiye’de benzer bir darbe, odun kömürü yapımında kullanılan ateş gibi, içten içe gerçekleşmiştir. Mescidlerin bölünmesi bunun alametidir. 

Peygamber, iki mescid bu tarz bir ayrıma maruz kaldığı, özel insanların konforlu mekânı hâline geldiği için o mescidleri yıkmıştır. Adalet bakanının kastettiği “yasadışılık” budur. Demek ki bugün kendi konserimizde kendimize alkış tutacağımıza, on dört yaşındaki kâğıt toplayıcısının yüreği, Peygamber’in öfkesiyle hareket etmek farzdır.

Eren Balkır
15 Mart 2016

Dipnotlar:
[1] “Erdoğan: Ferhat Göçer’i Dinleyecektik”, 14 Mart 2016, Sol.

[2] “PKK Saldırıyı Sahiplendi mi?”, 15 Mart 2016, Sol.

[3] “Ölüm Kalım Mücadelesi Veriyoruz”, 15 Mart 2016, T24.

[4] “Peygamber Yasalara Uymasaydı”, 15 Mart 2016, T24.

0 Yorum: