19 Mart 2016

, ,

Darbe Mekaniği

Bu çizimi Ümit Kocasakal paylaşmış. İçinde bulunduğumuz gerçeği layıkıyla anlatıyor. Kocasakal işi gereği, avukatlara uygulanan baskılar, yaşanan tutuklamalar yerine böyle karikatür işlerle uğraşıyor. Genel bağlamda ait olduğu yerin hizmetkârlığını layıkı ile ifa ediyor.
Öcalan “Sol, Müslüman ve Kürd’ün anayasası yazılacak” diyor İmralı Notları’nda. Eğer öyle ise, devlet açısından bu üç unsurun teorik, ideolojik ve politik varlığının daraltılması, sindirilmesi gerek. Bu açıdan Sırrı Süreyya Önder’in “bugün darbe mekaniği var, işliyor” demesi boş bir laf. Zira o mekanik bu cumhuriyet kurulduğundan beri işliyor. Kocasakal’ın ait olduğu bağlam, karikatüre yansıyan ideoloji, hepimizi ideolojisiz kılmak zorunda. O’na muhtaç olmamız için bu şart. Çanakkale edebiyatı batı ile kurulan ilişkilerin örtmecesi, perdesi. Yarın doğu ile ilgili bir gelişme olursa Sarıkamış’ı gözümüze sokarlar. Bir aradalığımızı, birliğimizi ancak onlara muhtaç olduğumuzu düşünmemizi istiyorlar.
Dolayısıyla RTE veya AKP konusunda kitleleri ikna etmeye çalışanlar, bu darbe mekaniğinin parçası olduğunu görmeli. İkna gayreti fetihle ilgili. Bir fetih ordusunun parçası olmayı ifade ediyor. Bu nedenle egemenlerin bir silâhına sarılmayı gerekli kılıyor. Halkın araçları devredışı kalıyor, kalmak zorunda.
Patlayan bombalar üzerinden Cezayir gönderimleri de bu açıdan boş. Zaten Cezayir gibi bir kurtuluş peşinde olunmadığı, entegrasyonun gerçekleştiği söyleniyor. Charlie Hebdo’da bir Cezayir öfkesi aramak yerine Hollande’ın sarayına koşanların burada başka bir yerde hizalanmaları mümkün değil. Hepimiz kafası kesilmiş tavuğa dönüştürülmek zorundayız.
Darbe mekaniği, teorik, ideolojik ve politik varlığı tasfiye etmek için var. CHP zihniyeti Kızılay saldırısı sonrası “bu cahiller devleti yönetemiyorlar” diyor, herkes buna örgütleniyor. İstiklal’de patlayan bombadan sonra da yabancı istihbarat servisleri övülüyor, “tamam artık yönetemiyorsunuz, gidin” deniliyor. “AKP-IŞİD faşizmi”nden söz edenler de bu mekaniğe ideolojik dayanak sunuyorlar. Sağa sola bilinçsizce savruluyoruz. Doğalında egemenlerin elinden tutmak zorunda kalıyoruz. Bunu istiyorlar.
AKP de en fazla “şu emekliliği gelmiş müdür defolup gitse de ben müdür olsam” diyen bir muhalefeti örgütlüyor. Müslüman halk, sömürüye ve zulme karşı kayıtsız kaldığı-kalacağı bir düzeye çekiliyor. Oysa egemenler cümle içinde “Sünni” ya da “İslam” kelimelerini kullanıyorsa, huylanmak gerekiyor. Deniz Baykal bile “Halep Sünni şehri” diyorsa, Sünnilik üzerinden devletin masabaşında yaptığı hesap ilkin Sünnilerin tokadını yemeli.
Eskiden devlet “terörle mücadele” kapsamında öğrencilerin anne-babalarına mektup yazar, telefon açardı. Şimdi herkesi bireylere bölüp herkesin içinde somutta ya da soyutta varolan anneliğe-babalığa sesleniyor. Çocuk gibi herkesin güvende olduğunu sormak Facebook’a düşüyor. Artık mahkeme savunmalarında örgüt programına ya da ait olunan politik hatta değil, Facebook’a atıfta bulunuluyor. Zavallı, çaresiz halimizde “sen insansın” diyenin yanına ağlayarak koşmak zorundayız.
Meksika ya da Afrika’da yapılan antropoloji çalışmalarında kabilelerin kullandığı dillerde “insan” sözcüğü aranıyor. Esasen bu dillerde böylesi bir sözcüğe rastlanmıyor. Batılı antropologlar kabilenin kendi üyelerini tanımlamak için kullandığı kelimenin “insan”ı, kabile dışındakilerinse “hayvan”ı karşıladığını söylüyorlar.
Burjuvazi yüzlerce yıllık tahakkümünde bu ideolojiye başvuruyor: mülkiyete ve rekabete uyan, sürecin parçası olan herkesi “insan” diye kodluyor. Burjuvazi bir tür kabile bilinciyle yaklaşıyor Ortadoğu’ya. Hepimizi o kabilenin parçası olmaya ikna etmek zorunda. Koştuğumuz, elini tuttuğumuz yer orası. Dolayısıyla rekabet ve mülkiyet ilişkilerinin yeni döneme uyarlandığı koşullarda buna direnen unsurların tasfiyesi, kitlelerin kıvama getirilmesi gerekiyor. AKP bu iş için biçilmiş kaftan olduğundan, hükümet. İktidarı başka bir yerde aramak gerekiyor.
Bu ortamda bir video yayınlanıyor. Video soyut, masum bir insanın nasıl “terörist” olduğunu kendince izah ediyor. İlkin sınıfsal bir atıf olarak İstiklal Caddesi’ne gidiliyor, bir kitapçıya giriliyor, “terör örgütleri”nin yayınları gösteriliyor, müzikleri dinlettiriliyor, akademisyenlerin metinleri okutturuluyor, sonuçta da “o masum insan işte böyle terörist oluyor” deniliyor. Bu videonun arkasından da İstiklal’de bomba patlıyor. Faillere, polisiye tetkike meraklı olanların o videoyu hazırlayanları görmesi gerekiyor.
Yıllar önce Ankara’nın Konur’unda, Yüksel’inde belediye başkanının eşi “bu sokaklarda rahat yürüyemiyorum, kaldırın şu işporta tezgâhlarını” demiş, çoğu solcu olan o işportacılar protesto eylemleri gerçekleştirmişti. Yazdıkları bir bildiride “sokakları biz değil, kâğıt mendil satan çocuklar, dilenciler kirletiyor” diyorlardı. Aynı uyum süreci bugün de farklı bir biçimde işliyor. Darbe mekaniği bu sayede yol alıyor. Bize insan olmayı öğretenlere teslim oluyoruz. İdeolojik, politik aidiyetlerimizi yeni mülkiyet ilişkilerimize, rekabete dair konumlarımıza bir bir feda ediyoruz. Gerici olmamak için onlarla birlikte ilerlemek zorundayız.
Birbirine benzemez unsurların kıyası fikri felç ediyor. Cezayir savaşı ile yapılan kıyaslamalar benzemez yönleri karartıyor. Varolmak için dilencilerin üzerine çarpı atan zihniyet bugün darbe mekaniğinin çarklarına yağ oluyor. Hepimiz tişörte basılıp satılan Che gibiyiz.
Bu sebeple artık “proletarya pizzayı soğansız sever” türünden cümleler kuruyorlar. Kendisinden bahsettiği cümlede “ben” yerine “proletarya” dediğinde cümlenin yükleminin oluşacağını düşünüyorlar. Nesne, tümleç, zarf, sıfat… hiçbir şeyin hükmü bulunmuyor. Özne maddeleşince yüklem de oluşur, fiildir çekilir zannediyorlar. Maddî diyalektiğe küfrediyorlar.
Ama nasılsa kitleleri her tür ideolojiden ari, münezzeh kılmaya çalışan iradeye boyun eğiyorlar. Bu nedenle teorik-ideolojik analiz ve değerlendirmeye artık rastlanmıyor. Bireysel varoluş galebe çalıyor. Polis kitleyi kordon altına alamadığında, bireysel olana abanıyor ve sonra da kaçacak bir kapı bırakıyor. Bugünkü öznel yönelim böylesi bir kapıya doğru. Darbe mekaniği, özellikle Gezi’den beri, iki kapıya işaret ediyor. Geride bıraktıkları yoksul kitleler o kapılardan geçenlerin asla umurlarında değil.
O nedenle “biz olmazsak üretim olmaz” diyen işçilerin hükmü yok. “Biz olmazsak fikir durur” diyenler susturulmak zorunda. Her şey olurken hiçbir şey olmayanların, her şeyi söylerken hiçbir şey söylemeyenlerin prim yapması bu yüzden. Hepimiz uçurumun kıyısında olduğumuza dair hisse ikna ediliyoruz ve onların elinden tutmaya zorlanıyoruz. Kurtuluşumuz birbirimizin elini tutmakta, birlikte sömürünün ve zulmün kalelerine yürümekte.
Eren Balkır
19 Mart 2016

0 Yorum: