Bu çizimi Ümit Kocasakal paylaşmış. İçinde
bulunduğumuz gerçeği layıkıyla anlatıyor. Kocasakal işi gereği, avukatlara
uygulanan baskılar, yaşanan tutuklamalar yerine böyle karikatür işlerle
uğraşıyor. Genel bağlamda ait olduğu yerin hizmetkârlığını layıkı ile ifa
ediyor.
Öcalan “Sol, Müslüman ve Kürd’ün anayasası
yazılacak” diyor İmralı Notları’nda.
Eğer öyle ise, devlet açısından bu üç unsurun teorik, ideolojik ve politik
varlığının daraltılması, sindirilmesi gerek. Bu açıdan Sırrı Süreyya Önder’in
“bugün darbe mekaniği var, işliyor” demesi boş bir laf. Zira o mekanik bu
cumhuriyet kurulduğundan beri işliyor. Kocasakal’ın ait olduğu bağlam,
karikatüre yansıyan ideoloji, hepimizi ideolojisiz kılmak zorunda. O’na muhtaç
olmamız için bu şart. Çanakkale edebiyatı batı ile kurulan ilişkilerin
örtmecesi, perdesi. Yarın doğu ile ilgili bir gelişme olursa Sarıkamış’ı
gözümüze sokarlar. Bir aradalığımızı, birliğimizi ancak onlara muhtaç
olduğumuzu düşünmemizi istiyorlar.
Dolayısıyla RTE veya AKP konusunda kitleleri ikna
etmeye çalışanlar, bu darbe mekaniğinin parçası olduğunu görmeli. İkna gayreti
fetihle ilgili. Bir fetih ordusunun parçası olmayı ifade ediyor. Bu nedenle
egemenlerin bir silâhına sarılmayı gerekli kılıyor. Halkın araçları devredışı
kalıyor, kalmak zorunda.
Patlayan bombalar üzerinden Cezayir gönderimleri
de bu açıdan boş. Zaten Cezayir gibi bir kurtuluş peşinde olunmadığı,
entegrasyonun gerçekleştiği söyleniyor. Charlie Hebdo’da bir Cezayir öfkesi
aramak yerine Hollande’ın sarayına koşanların burada başka bir yerde
hizalanmaları mümkün değil. Hepimiz kafası kesilmiş tavuğa dönüştürülmek zorundayız.
Darbe mekaniği, teorik, ideolojik ve politik
varlığı tasfiye etmek için var. CHP zihniyeti Kızılay saldırısı sonrası “bu
cahiller devleti yönetemiyorlar” diyor, herkes buna örgütleniyor. İstiklal’de
patlayan bombadan sonra da yabancı istihbarat servisleri övülüyor, “tamam artık
yönetemiyorsunuz, gidin” deniliyor. “AKP-IŞİD faşizmi”nden söz edenler de bu
mekaniğe ideolojik dayanak sunuyorlar. Sağa sola bilinçsizce savruluyoruz.
Doğalında egemenlerin elinden tutmak zorunda kalıyoruz. Bunu istiyorlar.
AKP de en fazla “şu emekliliği gelmiş müdür
defolup gitse de ben müdür olsam” diyen bir muhalefeti örgütlüyor. Müslüman
halk, sömürüye ve zulme karşı kayıtsız kaldığı-kalacağı bir düzeye çekiliyor.
Oysa egemenler cümle içinde “Sünni” ya da “İslam” kelimelerini kullanıyorsa,
huylanmak gerekiyor. Deniz Baykal bile “Halep Sünni şehri” diyorsa, Sünnilik
üzerinden devletin masabaşında yaptığı hesap ilkin Sünnilerin tokadını yemeli.
Eskiden devlet “terörle mücadele” kapsamında
öğrencilerin anne-babalarına mektup yazar, telefon açardı. Şimdi herkesi
bireylere bölüp herkesin içinde somutta ya da soyutta varolan anneliğe-babalığa
sesleniyor. Çocuk gibi herkesin güvende olduğunu sormak Facebook’a düşüyor.
Artık mahkeme savunmalarında örgüt programına ya da ait olunan politik hatta
değil, Facebook’a atıfta bulunuluyor. Zavallı, çaresiz halimizde “sen insansın”
diyenin yanına ağlayarak koşmak zorundayız.
Meksika ya da Afrika’da yapılan antropoloji
çalışmalarında kabilelerin kullandığı dillerde “insan” sözcüğü aranıyor. Esasen
bu dillerde böylesi bir sözcüğe rastlanmıyor. Batılı antropologlar kabilenin
kendi üyelerini tanımlamak için kullandığı kelimenin “insan”ı, kabile
dışındakilerinse “hayvan”ı karşıladığını söylüyorlar.
Burjuvazi yüzlerce yıllık tahakkümünde bu
ideolojiye başvuruyor: mülkiyete ve rekabete uyan, sürecin parçası olan herkesi
“insan” diye kodluyor. Burjuvazi bir tür kabile bilinciyle yaklaşıyor
Ortadoğu’ya. Hepimizi o kabilenin parçası olmaya ikna etmek zorunda.
Koştuğumuz, elini tuttuğumuz yer orası. Dolayısıyla rekabet ve mülkiyet
ilişkilerinin yeni döneme uyarlandığı koşullarda buna direnen unsurların
tasfiyesi, kitlelerin kıvama getirilmesi gerekiyor. AKP bu iş için biçilmiş
kaftan olduğundan, hükümet. İktidarı başka bir yerde aramak gerekiyor.
Bu ortamda bir video yayınlanıyor. Video soyut,
masum bir insanın nasıl “terörist” olduğunu kendince izah ediyor. İlkin
sınıfsal bir atıf olarak İstiklal Caddesi’ne gidiliyor, bir kitapçıya
giriliyor, “terör örgütleri”nin yayınları gösteriliyor, müzikleri
dinlettiriliyor, akademisyenlerin metinleri okutturuluyor, sonuçta da “o masum
insan işte böyle terörist oluyor” deniliyor. Bu videonun arkasından da
İstiklal’de bomba patlıyor. Faillere, polisiye tetkike meraklı olanların o
videoyu hazırlayanları görmesi gerekiyor.
Yıllar önce Ankara’nın Konur’unda, Yüksel’inde
belediye başkanının eşi “bu sokaklarda rahat yürüyemiyorum, kaldırın şu işporta
tezgâhlarını” demiş, çoğu solcu olan o işportacılar protesto eylemleri gerçekleştirmişti.
Yazdıkları bir bildiride “sokakları biz değil, kâğıt mendil satan çocuklar,
dilenciler kirletiyor” diyorlardı. Aynı uyum süreci bugün de farklı bir biçimde
işliyor. Darbe mekaniği bu sayede yol alıyor. Bize insan olmayı öğretenlere
teslim oluyoruz. İdeolojik, politik aidiyetlerimizi yeni mülkiyet
ilişkilerimize, rekabete dair konumlarımıza bir bir feda ediyoruz. Gerici
olmamak için onlarla birlikte ilerlemek zorundayız.
Birbirine benzemez unsurların kıyası fikri felç
ediyor. Cezayir savaşı ile yapılan kıyaslamalar benzemez yönleri karartıyor.
Varolmak için dilencilerin üzerine çarpı atan zihniyet bugün darbe mekaniğinin
çarklarına yağ oluyor. Hepimiz tişörte basılıp satılan Che gibiyiz.
Bu sebeple artık “proletarya pizzayı soğansız
sever” türünden cümleler kuruyorlar. Kendisinden bahsettiği cümlede “ben”
yerine “proletarya” dediğinde cümlenin yükleminin oluşacağını düşünüyorlar.
Nesne, tümleç, zarf, sıfat… hiçbir şeyin hükmü bulunmuyor. Özne maddeleşince
yüklem de oluşur, fiildir çekilir zannediyorlar. Maddî diyalektiğe
küfrediyorlar.
Ama nasılsa kitleleri her tür ideolojiden ari,
münezzeh kılmaya çalışan iradeye boyun eğiyorlar. Bu nedenle teorik-ideolojik
analiz ve değerlendirmeye artık rastlanmıyor. Bireysel varoluş galebe çalıyor.
Polis kitleyi kordon altına alamadığında, bireysel olana abanıyor ve sonra da
kaçacak bir kapı bırakıyor. Bugünkü öznel yönelim böylesi bir kapıya doğru.
Darbe mekaniği, özellikle Gezi’den beri, iki kapıya işaret ediyor. Geride
bıraktıkları yoksul kitleler o kapılardan geçenlerin asla umurlarında değil.
O nedenle “biz olmazsak
üretim olmaz” diyen işçilerin hükmü yok. “Biz olmazsak fikir durur” diyenler
susturulmak zorunda. Her şey olurken hiçbir şey olmayanların, her şeyi
söylerken hiçbir şey söylemeyenlerin prim yapması bu yüzden. Hepimiz uçurumun
kıyısında olduğumuza dair hisse ikna ediliyoruz ve onların elinden tutmaya
zorlanıyoruz. Kurtuluşumuz birbirimizin elini tutmakta, birlikte sömürünün ve
zulmün kalelerine yürümekte.
Eren Balkır
19 Mart 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder