“Kimse
‘Sur’da insanlar katledilirken Diyarbakır oturuyordu’ diyemeyecek. Böyle bir
onursuzluk yaşanmayacak.”
Sur’a yürüyüş çağrısı öncesi Selahattin Demirtaş,
bunları söylüyordu. O, esasen Bir tür “dostlar alışverişte görsün” siyaseti
öneriyordu. Yürüyüş ise sosyal âlemde geçmişe ait Newroz görüntüleriyle
gizlenmeye çalışılsa da beklenen yoğunluk ve güçte geçmedi. Demirtaş, bunun
üzerine, birkaç sene öncenin sivil Cuma’sına atıfta bulundu.
Küçük burjuva siyaset, tüketim üzerine kurulu.
Elde kimi kazanımlar ve birikim mevcut ise kısa vadede onu tüketmeye bakıyor.
Sivil Cuma çağrısı yapıldığı dönemde politik bir anlamı ve içeriği haiz iken,
bugün zevahiri kurtarma faaliyeti olarak işgörüyor. Kimi çevreler, bu çağrıyla
“dinin siyasete alet edilmesi” diyerek alay ediyorlar. Çeşitli temsilcilerin
ağzından dini hakir gören tutum, bir anda başka bir şeye dönüşüyor. Geçmişin
sivil Cuma’sı, bugün en fazla, sivil olmayan gençlerin karşısına çıkartılıyor.
Dini de milleti de hakir görmenin birey siyaseti
ile bir alakası var. Temel mesele, belki de yukarıdaki resimde yer alan, seçim
dönemine ait yazılamada. Akıl-beden bütünlüğünde, burjuva bir kurgu olarak
bireye abanılmasında bir hinlik var. Birey dışı güçlerin devlet ve burjuvazi
eliyle, bu şekilde tasfiye edildiğini görmek gerekiyor. Atatürk, tarihte
yaşamış kişiden farklı, devletlû bir kurgu ise, bunun muadilini üretmekte ciddi
sakıncalar var. Ezilenlere-sömürülenlere onların devlet ve burjuvazi ile aşık
atabileceklerini öğütleyenlerde devleti ve burjuvaziyi görmek gerekiyor. Devlet
ve burjuvazi, fazlayı, harici, öteyi, dışarıyı düzlemek, ezmek zorunda.
Geçmişte sivil Cuma’da, dağda, barikatta devletin
ve burjuvazinin harici, dışı, ötesi var diye bunlar, bir anlam ve kitle ve
tarihsel derinlik kazanabiliyordu. Atatürk, yüzyılın ilk çeyreğindeki tüm
harici, dış, öte dinamiklerin boğulmasının timsali ise eğer, kurtuluşu ona benzemekte,
arada kurulacak muhabbette aramamak şart. Kişinin burjuvazinin bahşettiği
vasıflarını savunma noktasına geldiğinde, mikrofona bilhassa eğilip, bir
yerlere mesaj verme kaygusuyla, “Ulu Önder Atatürk” demesi kaçınılmaz. Küçük
burjuva siyaset, devletin ve burjuvazinin havuç ve sopası ile cisimleşiyor.
Demirtaş, bu küçük burjuva siyasetin açmazını
kendi partisi üzerinden şu şekilde izah ediyor: “Bu durum ahlaken ve vicdanen
olup bitenlerden rahatsız olan Türklerin ve Kürtlerin mevcut durumu onayladığı
anlamına gelmiyor. Nasıl, nerede, ne zaman tepki vereceğini bilmiyor insanlar,
bir örgütsüzlük durumu ve bununla bağlantılı olarak bir öfke ama öfkesini dışa
yansıtamamış olmanın verdiği bir çaresizlik psikolojisi var. İnsanlar bütün bu
katliamlar olurken izliyor olmaktan dolayı üzgünler, tepkililer ama bunu bu
kadar büyük bir baskı ortamında, AKP terörünün her tarafta hâkim olduğu bir
ortamda nasıl kanalize edeceklerini bilemiyorlar.”[1]
İnsanların tepkilerini kanalize edeceği bir
partinin olmadığından şikâyetçi Demirtaş. HDP’nin bir parti olmadığını, siyaset
yapmadığını ikrar ediyor. Döne dolaşa, Tayyip Erdoğan’a kilitlediği müsamere
siyasetinde masanın devrilmesinden bahsediyor. Oysa Cemil Bayık, savaş
kararının Ekim 2014’te alındığını söylüyor. Bireyin ve vasıflarının
zaviyesinden bakıldığında, gerçek bulanıklaşıyor. Oysa devrimci, en çok
gerçeklere ihtiyaç duyuyor.
Peki HDP neden parti değil? Cevabı gene Demirtaş
veriyor:
“Bütün
bu ektikleri rüzgârın bir fırtınaya dönüşeceğini ben okuyorum, görüyorum. Biz
bunu önlemeye, durdurmaya çalışıyoruz.”
Yani barışı hakaret gören gençlerin rüzgârını
kesmenin öteki adı HDP. Rüzgâr estiğinde HDP boşa düşüyor. Değersizleşiyor. O,
Demirtaş’ın ağzından çıktığı biçimiyle, rüzgârın fırtınaya dönmemesi için var.
Demek ki burjuva birey kurgusuna boğulmuş, kapatılmış bir siyaset ve ideoloji
yönetiyor HDP’yi. Onun dışındakilerin tasfiye edilmesine ses edilmiyor.
Demirtaş, bu sebeple, devlete “yasak ve ablukayı kaldırın, bir daha hendek ve
barikat olmasın” teklifini getiriyor. Tasfiye süreci dipten derinden küçük
burjuva siyasetçiler dolayımıyla, onlar eliyle gerçekleştiriliyor.
Davutoğlu’nun Mardin’de açıkladığı raporda
Sur-Cizre hattına yönelik öneriler sıralanıyor. Bu önerilerde devletin “terör”ü
mücbir sebep, bir tür doğal afet olarak gördüğü anlaşılıyor. Mahmut Alınak’ın
dediği doğru ise, Sur’a yürümeyen, çayını kahvesini yudumlayan HDP’liler de
aynı şekilde görüyorlar. Kürd, sırf burjuva siyaset sebebiyle bêkes.
Burjuva siyasetin bir tür
mülkiyet ve rekabet anlayışı üzerinden alt katmanlara sirayet ettiğini görmek
gerekiyor. Devrime içrek, devrime dair ne varsa bu nedenle sahipsiz (bêkes)
kalıyor. Örneğin bir örgüt, İstanbul’da karakola saldırınca bir başka örgüt
aylardır geçmediği haberi sosyal âleme düşüyor ve barikatlarda kendisinin de
olduğunu söylüyor. Sadece rakiplerini, siyasetin mülk sahiplerini gören bir
anlayışın ne o barikata ne de kavgaya hayrı oluyor. Devlete ve burjuvaziye
öykünen, mülkiyetçi ve rekabetçi siyasetten kurtulmak kolektif mücadele için
farz.
Eren Balkır
3 Mart 2016
Dipnot
[1] Demirtaş Röportajı, 27
Şubat 2016, Demokrat Haber.
0 Yorum:
Yorum Gönder