Akademi: Çekin
Ellerinizi Devrimci Felsefenin Üzerinden!
Filozoflar,
batılı küresel rejim tarafından susturuldular; birçok büyük, modern felsefe,
kitlelerden gizlendi. Geriye, yüzeysel, etkisiz, yersiz ve anlaşılmaz bir felsefe
kaldı: o da artık, çok küçük sayıda entelektüel snobun uğraştığı modası geçmiş,
aptalca bir teorik alan başka bir şey değil.
Felsefe,
önceleri insanlığın entelektüel edinimlerinin içinde değeri en yüksek bir
mücevher gibiydi. Daha iyi bir dünya için verilen mücadelelerin neredeyse
tamamında bir öncü kuvvet gibi yer alıyordu. Gramsci bir filozoftu ve Lenin,
Mao Tse-tung, Ho-Chi-Minh, Guevara, Castro, Frantz Fanon, Senghors, Cabral,
Nyerere ve Lumumba da keza öyleydi. Ve bunlar, bizim saydığımız yalnızca birkaç
isim.
Düşünürlük,
filozofluk, Antik Çin, Japonya, hatta batının bazı bölgelerinde en çok saygı
duyulan “meslekti”.
“Normal”
olarak gelişen tüm toplumlarda bilgi, maddi servetten ya da çıplak iktidardan
çok daha değerliydi. Antik Yunan ve Çin’de halk, filozoflarının çoğunu
anlayabiliyordu. Dünyayı anlama ve yorumlama arzusu, hiç de “ayrıcalıklı” bir
durum değildi. Filozoflar halkla, halk için konuşurlardı.
Bazıları
hâlâ aynısını yapıyor. Ancak felsefeyi üniversite duvarlarının arkasına
hapseden, batının bu ahlaksız ve sefil akademi çetesi, sözü edilen kadın ve
erkekleri acımasızca saf dışı bırakıyor.
Memur
filozoflar, barikatlarda yer alan halka yol gösterme, dünyamızın karşı karşıya
bulunduğu en acil sorunlara işaret etme yerine; beyinlerini ve bedenlerini
imparatorluğa sunmak suretiyle, bulundukları mevkileri kaybetmemek için
birbirleriyle savaşıyorlar. En iyi ihtimalle yaptıkları; durmadan birbirlerini
geri dönüştürmek, dipnotlar eksik olmamakla birlikte milyonlarca sayfayı boşa
harcamak, bunları Derrida ve Nietzsche’nin vardığı yargılarla karşılaştırmak ve
Kant ve Hegel’in turşusu çıkmış fikirleri üzerinde debelenip durmak.
En
kötüsü de, bunlar tıpkı bir şeytan misali, hâlâ geçerliliğini koruyan devrimci
felsefî düşünceleri tamamen anlaşılmaz bir hâle sokuyorlar, bunlara karşı
saldırıya geçiyor ve hatta bunları yeryüzünden tümden silip yok ediyorlar.
* * *
Şu
anda, neredeyse tamamı beyaz/batılı “düşünce geri dönüştürücülerinden” oluşan
bu memur türü dışında hiç kimseye “filozof” titri bahşedilmiyor. Dünyanın her
köşesinden arkadaşım var ve bunlar, yeryüzünün en parlak insanlarından. Ancak
bunlar, hiçbir zaman filozof olarak nitelendirilmezler. “Filozof” kelimesi, en
azından hâlâ teoride muazzam bir saygınlık taşıyor ve Tanrı korusun, bunlar,
batı terörüne karşı, sosyal adalet ya da gerçek özgürlük fikri için
savaşırlarsa doğrudan diğer gruba dâhil edileceklerdir!
Fakat
şüphesiz ki bunların hepsi de büyük filozoftur! Hiçbir zaman oldukları yerde
saymazlar, daima ileri giderler, gezegenimiz üzerindeki yaşamı iyileştirmek
için sürekli, yeni, parlak fikirler geliştirirler. Bazıları düştü, bazıları
hâlâ hayatta ve bazıları ise görece gençtir:
Eduardo
Galeano, tüm zamanların en iyi hikâyecisi ve batı emperyalizmine karşı
mücadeleye kendini adamış bir savaşçı. Noam Chomsky, anlı şanlı dilbilimci ve
Batı faşizmine karşı amansız savaşçı. Pramoedya Ananta Toer, Suharto
kamplarında eski bir siyasi tutsak ve Güneydoğu Asya’nın en büyük romancısı.
John Steppling, son derece zeki, Amerikalı oyun yazarı ve düşünür. Christopher
Black, Kanadalı, imparatorluğun yasadışı neo-kolonyal uygulamalarına karşı
savaşan uluslararası avukat. Peter Koenig, ünlü iktisatçı ve düşünür. Milan
Kohout, düşünür ve performans sanatçısı, Avrupa ırkçılığıyla mücadele eden bir
savaşçı.
Evet,
bunların hepsi büyük düşünürlerdir; hepsi de filozoftur! Benim tanıdığım ve
sevdiğim daha birçok kişi -özellikle de Afrika, Latin Amerika ve Asya’da…
Bir
şahsın filozof olarak nitelendirilebilmesi için, sınavdan geçtiğini ve
imparatorluğa hizmet etmek için gerekli izinlerin çıktığını gösteren birtakım
onay kaşeleriyle donanmış olması gerektiğinde ısrar edenler için, buyurun bunun
tam tersinin ispatı:
Modern
Amerikan Filozofları Sözlüğü’nde (internet ed.). (New York: Oxford University
Press ) bile:
“Bu
sözlükte ‘filozof’ etiketi, genel olarak, akademik kariyerine ya da meslekî
unvanına bakılmaksızın felsefeye katkısı olmuş entelektüeller için
kullanılmaktadır. Bu sözlükte yer alan geniş anlamda felsefî etkinlik; şu an,
geçtiğimiz yüz elli yıl boyunca tedrici bir şekilde felsefeden ayrılmış çeşitli
beşeri ve sosyal bilimler kategorisine dâhil edilmiştir. Pedagoji, retorik,
edebiyat, tarih, siyaset bilimi, iktisat, sosyoloji, psikoloji, dilbilimi,
antropoloji, din ve teoloji gibi alanların felsefî temelleri üzerine çalışıp
akademik olarak felsefeci olmayan birçok şahsiyet bulunmaktadır” denilmektedir.
* * *
Yakında
çıkacak olan Aesthetic Resistance and
Dis-Interest [“Estetik Direniş ve Kayıtsızlık”] adlı enfes kitabında
arkadaşım John Steppling, Hullot-Kentor’dan şu alıntıyı yapıyor:
“Sanat, elbette ki sanat
olması gerektiği gibi iken bizi, bizim kendimizi bilinçli olarak
anlayabildiğimizden daha iyi anladıktan sonra, sanat felsefesi de bizi anlayanı
idrak etmek zorunda kalacaktır. Düşünmek, bu nesneye karşı kaçınılmaz bir hâl
alacaktır; öznellik ise nesnenin bayağı bir manipülasyonuna değil, gerçek
potansiyeline dönüşecektir. Adorno estetiğinin temeli budur. Bu düşünce
nosyonu, herkesin kendini; Derrida’yı Nietzsche ile, bu ikisini Levinas ile ve
bunların hepsini de şu anda Badiou, Žižek ve Agamben ile kıyaslamak zorunda
hissettiği günümüzün ‘teori’ anlayışından epeyce farklıdır. Bu tarz bir düşünme
biçimi, aslında manipülasyondur. Bu, ötekileri masseden ya da onların
ilgilerine mazhar olmak isteyen toplumsal kontrol modelini farkında olmayarak
esneten bürokratik akıldır.”
Batılı
akademi, hangi analizlerin ve hangi yöntemlerin kullanılması gerektiğinin
yanında, filozofların yararlanacağı hangi düşünce çizgilerinin geçer akçe
olduğunu da çok kaba bir biçimde tanımlıyor.
Buna
razı olmayanlar “gerçek filozof değildir”. Onlar, zevk için bu işi yapan
“amatörlerdir”.
Ayrıca,
bazı “saygın” kurumlar tarafından benimsenmeyenler hiç ciddiye alınmıyorlar
(özellikle de Rus, Asyalı, Afrikalı, Ortadoğulu ya da Latin adlar
taşıyorlarsa). Bu, biraz gazeteciliğe benziyor. Arkanızda “önemli” bir medya
kuruluşu yoksa (batılı olması tercih edilir), imparatorluğun size gerçekten
güvendiğini gösteremezseniz, basın kartınız hiçbir işe yaramaz ve hatta savaş
bölgesine giden bir BM ya da savaş uçağına bile alınmazsınız.
Sayıları
milyonları bulan okuyucularınız, sizi önemli bir filozof olarak görebilir. Ama
açık konuşalım: İmparatorluk, zarfınızın kıçına onay mührünü basmadığı sürece
siz, Batı için değersiz bir boktan başka bir şey değilsiniz!
* * *
Devrimci Filozofların Eserleri
Bulanıklaştırılıyor
Tüm
bu tanık olduklarım ve yazdıklarımdan sonra, gezegenimizin karşılaştığı
sorunlar içinde en acilinin ve en tehlikelisinin Batı Emperyalizmi ve
neo-kolonyalizm olduğuna dair kanaatim her geçen gün daha çok artıyor. Belki de
yegâne sorun budur…
Dünyadaki
160 ülkeyi gördüm. Savaşa, çatışmalara, emperyalist hırsızlığa ve beyaz
tiranların tarifsiz vahşetine tanıklık ettim.
Ve
bu yüzden geçtiğimiz günlerde, 20. yüzyılın iki büyük düşünürü, Batı’nın
emperyalist faşizmine karşı kararlı bir şekilde mücadele eden iki savaşçıya
yeniden başvurmanın tam zamanı diye düşündüm: Frantz Fanon ve Jean-Paul Sartre.
Yeryüzünün Lanetlileri ve Kara Deri Beyaz Maskeler: Martinik
doğumlu Afro-Karayipli psikiyatrist, filozof, devrimci ve yazar ve Batı
sömürgeciliğine karşı mücadeleye kendini adamış savaşçı Frantz Omar Fanon
tarafından yazılmış iki önemli kitap. Ünlü Fransız direnişçi, filozof, oyun
yazarı ve romancı Jean-Paul Sartre’ın, değerinden hiçbir şey kaybetmemiş
kitabı, Sömürgecilik ve Yeni-sömürgecilik…
Bu
kitapların üçü de kütüphanemde vardı ve yıllar sonra onları yeniden okumanın
tam sırasıydı.
Fakat
Sömürgecilik ve Yeni-sömürgecilik kitabının
bendeki İngilizce baskısı sayfalar dolusu önsöz ve girişle doluydu. Bu
“entelektüel tampon” o kadar yoğundu ki bir noktada kitaba olan ilgimi
kaybettim ve kitabı Japonya’da bıraktım. Sonra Kerala’da yeni bir tane aldım,
bu defaki Hintçe baskıydı.
Bu
kitapta da aynı şekilde 60 sayfa, önsöz, giriş, Sartre’ın Fanon, Memmi ve
diğerleriyle olan ilişkisini anlamam gerektiğine dair kibirli, müdahaleci,
önceden çiğnenmiş sakız misali açıklamalardan oluşuyordu. Ve evet, her şey,
birdenbire bir kez daha bu önceden çiğnendiği hâlde sindirilemeyen
“Derrida-Nietzsche” bataklığına giriyordu.
Bu
önsözler, arka kapak yazıları, girişler ve yorumlar; öfke ve hiddet uyandırmak
ya da beni somut devrimci bir eyleme sevk yerine, Sartre ve Fanon’un vermek
istediği önemli mesajları kısırlaştırıyor ve hatta boğuyordu. Bunlar,
okuyucuların ve filozof meslektaşların olayın özünü kavramasının önünde engel
teşkil ediyordu.
Nihayet
Sartre’ın kendi metnine ulaştığımızda her şey berraklaşıyor, rejimin,
okuyucuları orijinal metinden neden “korumakta” kararlı olduğu anlaşılıyor.
Çünkü
metnin özü ve orijinal hâli son derece basit ve güçlü. Kelimeler, konuyla
doğrudan ilişkili ve anlaşılması kolay. Sözcükler, hem eski Fransız
sömürgecilerinin barbarlıklarını hem de günümüzün Batılı yeni-sömürgeciliğin
yaptıklarını tarif ediyor. Tanrı korusun ki, ikisi bir araya gelmesin!
Filozof
Sartre, Çin ve batının faşist kültürel propagandası üzerine şöyle diyor:
“Çocukken tam bir pitoresk
kurbanıydım: her şey Çinlileri umacılaştırmak için yapılmıştı. Bana
anlatılanlar, kokmuş yumurtalar […] kereste gibi kesilmiş adamlar, kulak
tırmalayıcı ve uyumsuz bir müzik. […] [Çinliler] ufak tefek ve berbat,
parmaklarınızın arasından kayan, arkadan saldıran, durduk yerde şamata çıkaran
kişilerdi. […] Bir de bayağı bir şekilde bana anlatılan, ne idüğü belirsiz Çin
ruhu vardı. ‘Oryantalistler işte…’ Zenciler beni endişelendirmezdi; çünkü bana
öğretilen, onların iyi köpek olduklarıydı. Onlarla biz hâlâ memeliler
arasındaydık. Gelgelelim, Asyalılar beni korkutuyordu. […]”
Batı
sömürgeciliği ve ırkçılığı üzerine Sartre:
“Irkçılık, olayların,
kurumların, mübadele ve üretimin doğasının içine nakşedilmiştir. Politik ve
sosyal statüler birbirlerini besler: yerliler insan-altı canlılar oldukları
için İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi onlara uygulanmaz; tersine, her hangi
bir hakları olmadığı için, doğanın insanlık dışı güçlerine ve ekonominin ‘
demir yasalarına’ karşı savunmasız bırakılırlar.[…]”
Ve
Sartre devam eder:
“Batının hümanizm ve
haklar söylemi, dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu insan kategorisinden
çıkarılarak yürürlüğe konuldu.”
Chomsky
de ben de aynı meselelerden bahsediyoruz. Fakat imparatorluk, yarım yüzyıldan
daha fazla zaman önce Sartre, Memmi ve Fanon’un bizimle “aynı dili” konuştuğunu
insanların bilmesini istemiyor!
Albert
Memmi:
“Muhafazakârlık, vasat
insanlardan oluşan bir tabaka yaratır. Vasatlıklarının farkında olan bu zorba
seçkinler, nasıl olur da ayrıcalıklarını meşrulaştırırlar? Sadece bir yolla:
Sömürgeleştirilmiş nüfustan bazılarını, sevinsinler diye ayır, yerlilerin insan
statüsünde olduklarını inkâr et ve onları en temel haklardan mahrum et.”
Batı
cehaleti üzerine Sartre:
“Bu, sinizm değildir, bu,
bizim cesaretimizi kıran bir hınç da değildir: hayır, bu yalnızca, bizim de
içinde yaşamak zorunda bırakıldığımız ve sürüp gitmesine kendi kendimizin
katkıda bulunduğu, sahte bir cehalet hâlidir.”
Batının
dünyayı “terbiye etme” yöntemi üzerine Sartre yeniden:
“Avrupalı seçkinler,
yerlilerden seçkin bir tabaka yaratmaya koyuldu. Gençler arasından ayıklayıp
seçtiler; bunların alınlarına Batı kültürünün ilkelerini kızgın demirlerle
dağladılar, ağızlarını tumturaklı, içi boş sözcüklerle tıkadılar. Kısa bir süre
Avrupa’da kaldıktan sonra onları, gözleri boyanmış bir hâlde kendi ülkelerine
yolladılar.”
* * *
Başkalarının
fikirlerinin nasıl geri dönüştürüleceğini, birbirleri ile nasıl mukayese
edileceğini ve nihayetinde bunların dipnotlarla nasıl derlenip toparlanacağını
öğrenmek, aslında kolaydır. Zaman alır, sıkıcıdır, meşakkatlidir ve çoğunlukla
da işe yaramaz ama gerçekten çok zor değildir.
Buna
karşılık, yeni fikirler üretmek, toplumların ve dünyanın düzeni üzerinde bir
devrim gerçekleştirmek, çok zordur. Eğer beyinlerimiz çok fazla olduğu yerde
sayar, üretmek için çok az çaba gösterirse, tembelleşir ve felç olur.
Entelektüel
itaatkârlık ve yaltakçılık yozlaştırıcı bir hastalıktır.
Batı
sanatı da berbat uyuşturucu ritimlere, abartılı parlak renkler ve çocuksu
geometrik şekillere, “kurgunun” yanı sıra kâbus gibi, şiddet içeren filmler ve
çizgi filmlere dönüşerek bozulmuştur. Tüm bunlar o kadar kullanışlıdır ki, tüm
bu gürültü patırtı arasında insan, ne yalnızlığını anlayabilir ne de boşluğu
kavrayabilir.
Dünyanın
her yerinde, kitapevlerinde şiir ve felsefe ya azalmakta ya da tamamen yok
olmaktadır.
Şimdi
ne olacak? Yalnızca Althusser (o da çoğunlukla gerçek Althusser bile değil,
onun geri dönüştürülmüş ve kısaltılmış versiyonu), Lévi-Strauss ya da
Derrida’nın her biri sonu gelmeyen nakaratlarla sarıp sarmalanmış akademik
konuşmaları mı yer alacak?
Hayır!
Yoldaşlar, filozoflar, bu böyle olmayacak! Kahrolsun felçli ve kaltak akademi
ve onun felsefe yorumları!
Kahrolsun
felsefe katilleri!
Felsefe,
entelektüel bir öncü olmakla yükümlüdür. Devrim, hümanizm ve isyanla
eşanlamlıdır.
Daha
iyi bir dünya üzerine kafa patlatan, bunun için mücadele yürüten ve beynini
tıpkı silâh gibi kullananlardır gerçek filozoflar.
Duvarlarında
ve alınlarında yüzlerce diploma ve belge olsa bile, çıkar amaçlı yüksek
“öğrenim” kurumlarından çöp ve imtiyaz devşirenler kesinlikle filozof değildir!
Onlar
yaratmazlar, rehberlik etmezler. Hatta hiçbir şey öğretmezler. Bilgiyi
sustururlar. Fanon der ki; “Halka her şeyi izah edebilmek için gereken tek şey,
sadece anlamalarını istemenizdir.” Gelgelelim “onlar” halkın anlamasını
istemiyor; gerçekten istemiyor…
Ve bir şey daha: Bu, Fanon, Sartre, Gramsci, Mao,
Guevara ve Galeano’nun büyük fikirleri, kirlerinden arındırılıp yeniden
sunulmalı ve egemenlerin yanında yer alan zehirli düşünürlerin tüm bu boğucu
“tahlillerinden” ve karşılaştırmalarından kurtarılmalıdır. Özgür, devrimci
filozofların yazdıklarına eklenecek hiçbir şey yoktur. Bunların üzerinden
ellerinizi çekin! Bırakın konuşsunlar! Lütfen, önsöz ve girişlerin olmadığı
basımlar yayınlayın. Felsefenin en büyük eserleri en içten duygularla, kanla ve
tutkuyla yazılmıştır! Yorumlanmaya ihtiyaçları yoktur. Çocuk bile anlar.
Andre
Vltchek
26 Şubat 2016
26 Şubat 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder