16 Şubat 2016

Son Kale


Esad, Suriye’ye müdahaleleri konusunda, “Suudi Arabistan ve Türkiye’nin başkalarının borusunu öttürdüğünü” söylüyor.[1] Bugün o boru, Deniz Baykal’da ötüyor.

Baykal, CHP içinde varolduğu söylenen Çerkes-Alevi gerilimine dair bir kelam ediyor. Parti içerisinde Kılıçdaroğlu ile birlikte kendi döneminin tasfiye edildiğine içerliyor ve buna yönelik bir müdahale gerçekleştiriyor. “Tabandaki huzursuzluk”tan[2] kastı bu. Kılıçdaroğlu, bu huzursuzluğu gizlemek için avamın gazını alacak bir laf ediyor ve bu nedenle Erdoğan’a “diktatör” diyor.

Her yönüyle CHP, “devlet içi klikler”den kasıt ne ise siyasetini o alana mahkûm etmiş görünüyor. Bu “klikler”, Selin Sayek Böke’li yeni yönelimi parlatmak için uğraşıyorlar. Deniz Baykal, diğer kanadın adamı olarak hamlesini yapıyor. Bu hamlede Aydın Doğan, Ahmet Hakan üzerinden, sürece müdahil oluyor. Böke “in”, Baykal “out” oluyor. “Devlet içi klikler” teorisyenleri, CHP’ye kapaklanıyorlar. Onu “son kale” gördükleri için bu tip laflar ediyorlar.

Esasında iki klik de aynı boruyu öttürüyor. “Ülkeye Güney Kore modeli”ni öneren Böke, Kemal Derviş’in eskimişliği üzerinden, ona ait bir maske olarak servis ediliyor. Derviş ise AKP’nin takip ettiği ekonomi programının taşıyıcısı. Bugün gazetesi üzerinden saldırı gerçekleştiriliyor ve eleştirilere maruz kalan Böke, birden tüm solun savunduğu bir isim hâline geliyor.[3] Devleti işte böyle işliyor. Sol, bu işleyişin parçası olmaktan dolayı gizli bir mutluluk duymanın adı.

“Klikler arası gerilim” teorisyenlerinin gözden bilerek kaçırdıkları husus, içe ve dışa doğru bakış konusundaki ayrışmanın Kürd ve Müslüman söz konusunda derhal birleşeceği, birleştiği. Kürd’e ve Müslüman’a uzak, hatta düşman bir ideolojinin bu sathi ayrışmaya bel bağlaması kaçınılmaz. Bu teorisyenler, sırda ya da açıkta Kürd ve Müslüman düşmanı oldukları için, kliklerden, gerilimlerden söz ediyorlar. Arınç ve Baykal’ın yan yanalığını görmüyorlar. Devlet, ağalara-beylere zarar vermeyecek Kürd’ü, Müslüman’ı ve sosyalisti bulmanın, bir araya getirmenin adı aslında.

Deniz Baykal’ın Çerkes olmadığını söyleyenler de var, ama CHP içerisinde bir Çerkes damarını temsil ettiği açık. Ülke yönetiminde belirli kademelere getirilen Çerkeslerin Çerkes Ethem sonrası sürecin “düşkün”leri olduklarını söylemek gerek. Devlet, soyut manada Çerkesleri milli ve dini gerekçeler üzerinden kendisine bağlamayı biliyor. En komünisti bile, İslam ve aslolarak Kürd düşmanlığı üzerinden Said-i Kürdî eleştirisi kaleme alabiliyor. En sağcısı da, Aytunç Altındal üzerinden, Milli Görüş’teki milli lafının ümmeti ifade eden anlamını söküp atmak için uğraşıyor. İçe sızıyor. Genel planda siyaset, “son kale” edebiyatına ikna edilmişlerin cirit attığı bir saha olarak şekilleniyor.

Çerkes Ethem, “işbirlikçi hain oldukları için ilk kurşunu Ege’de bir imama ve ağaya sıktığını” söylüyor. Enver Paşa ve Sovyetler ilişkisi üzerinden sola çalan kimi pozisyonlar alıyor. Onun tasfiyesi ve ölümü sonrası Çerkeslerin üst tabakası devlete kul ediliyor. Özellikle istihbaratın kapısı, onlara açılıyor. Yani Baykal konuşuyorsa, o kanal adına konuşuyor.

O kanal, Erdoğan’a vantrologluk yaptırıyor. Baykal’ın “Halep Sünni kenti” demesi, “Şii kuşatması”ndan söz etmesi, CHP içi bir yön barındırdığı gibi, bağlı bulunduğu iradenin yönelimini de ele veriyor. Sünni-Şii, avama yutturulan zoka, illüzyon, altta ise ülkenin varlığına dair onlarca yıldır süren tartışmanın ipuçları açığa çıkıyor. “Son kale” sözü, aslolarak Osmanlı’ya tehcir edilen Çerkeslerin amentüsü. Kefken’den beri çekilen zulmün afyonu.

Bu yönüyle bir akıncı olarak sefere çıkmış olan Ethem’in yüzüne, dönüşte, o kalenin kapıları kapanıyor. Kale etrafına hendekler kazılıyor. Türkiye’nin “altemperyal” ya da “neo-osmanlıcı” niteliğine işaret edenler, bu savunma savaşının birer parçası. En fazla, sefere giden akıncılarını hain ilân etmeye hazırlanıyorlar, o kadar.

Futbola ait bir tabirle, en iyi savunma saldırıda teşkil ediliyor. Baykal ve CHP’si, Çerkes Ethem’in vurduğu imamın ve ağanın safında olduğunu gösteriyor. Doğan Avcıoğlu’nun ifadesiyle, “para eşraftan, can yoksul köylüden geliyor”. Baykal, eşrafın adamı olduğunu tekrar anımsatıyor. Halep’i Antep’e katmak için önce Karayılan’ın tasfiye edilmesi şart. Baykal, bu iştahla, açgözlülükle, devleti için konuşuyor. Ağzından hep bu minvalde sözler dökülüyor. Kılıçdaroğlu üzerinden partilerinin Alevileştiğini sananlar, kızılbaşlar üzerine “Ya Ali!” diye yürüyen yeniçerilerden farksızlar.

Ulus-devletleşme gerilimleri, sınıfsal çatışmaları gölgeliyor. Bu açıdan benzer bir saflaşmanın Esad Suriye’sinde olduğunu görmek gerekiyor. Ülkede Kürdler kadar Alevilerin de pek söz sahibi olmadığından bahsediliyor. Baykal’ın iddiasının aksine, Suriye devleti Sünnilere dayanıyor. “Alevi diktatörlüğü” lafı ve Esad’ın “terimler savaşı” dediği şey, bir manipülasyondan ibaret. Esad’ın Alevileri devletin neferi olarak belirli bir mesafede tuttuğunu söylemek mümkün. “Devletin sahibi sizsiniz” yalanı üzerinden tüm itirazları boğma yöntemi. Suriye’deki Çerkesler de asker. Osmanlı’dan miras kalan bu anlayış, devlet geleneğinin olmazsa olmazı. O devlete “Batı’ya entegre ol” deniliyor.

Entegrasyonun bir boyutu Lübnan Hizbullah’ı ve Filistin. 10-15 senedir Türkiye üzerinden batıya entegre edilme girişimi bu iç savaşı koşulluyor. O gün bu entegrasyona mihmandarlık edenler, bugün CHP içinde konuşuyorlar. Türkiye ile entegrasyon girişiminin mucidi AKP değil, CHP’nin devleti. AKP, o inşaata ancak taşeronluk yapabiliyor.

Dolayısıyla, tüm meseleleri bir kişiye, günah keçisi olarak bir isme, örneğin Erdoğan’a yüklemek, NATO’nun, ABD’nin, İsrail’in ve devletin müdahalelerini örtbas etmeye yarıyor.

Devlet, bir tür liberalizm paydasında, AKP ve solu birleştiriyor. Bir yandan cemaatler ve tarikatlar düzleniyor, diğer yandan sola AKP’yi yıpratma görevi veriliyor, böylelikle sol, yeni devletin tahkimat sürecinin parçası kılınıyor. Dinin ve milletin efendilere göre tanzim edilişini ya örtbas ediyor ya da bu sürecin figüranı oluyor.

Milli, dini ve sınıfi tüm direniş biçimlerini kendi bünyesinde cem etmenin adı ise Filistin. Çatışmaların bir boyutu, onunla ilgili. Dolayısıyla, Alevi’nin veya Kürd’ün Filistin’den kaçtıkça kurtların sofrasına yüzünü döndüğünü görmesi gerekiyor. Liberalizm ise o sofra dışında, o sofradan atılan kemikleri koklamak anlamına geliyor. Baykal’a kızarken, buna da dikkat etmek gerekiyor.

Alevilere ait bir kavram olarak, Filistin dârdır. O, sofradan ve kemiklerden uzak kalacağımız yerdir. Oraya düşman olan herkes, bir tür devlete hizmet ediyordur.

Misal Yalçın Küçük. Onun gibiler, egemenlerin siyasi yönelimlerine uyumlu, o yönelimlere içrek kimi lafları kurguladığında siyaset yaptıklarını zannediyorlar. Perinçek, Küçük ve Baykal, aynı dönemin, birbiriyle dost olan üç ismi olarak, böylesi bir yanılsama içerisinde. Bu yanılsama, avama yanılgı olarak tercüme ediliyor. Yani bu isimler, avamın öfkesini devletin hendeklerinde boğazlıyorlar.

“Son kale” denilen zokayı Aleviler, Çerkesler, Sünniler, Kürdler… herkes yutuyor. AKP, buraya hamle yapıyor. Sünni olanı milli olanla yer değiştiriyor. Sünnileri millileştiriyor, milleti saraya bağlıyor. Abdülhamid’den İttihatçılara, oradan Kemalizme kadar üstte belirli bir süreklilik söz konusu. Bu da herkesi bir kalede yaşadığına ikna etmek, aşırıya kaçan düşünce ve eylemleri kale duvarları önündeki hendeklerde boğazlamak. O kale duvarlarının, o ayıracın, mizanın avam ve fukara halk değil, efendiler, ağalar-paşalar adına oluşturulduğunu görmek gerekiyor. Bugün “fırtına obüsleri” ile yapılan, bu boğma işlemi.

Solun ordu içerisinde esecek ilerici, devrimci meltemlere iman etmemesi gerekiyor. O meltemlerin geçmişte kısmen para akışı kesildiği için estiği biliniyor. Fırtına obüslerinin olduğu yerde ilericilikten ve devrimcilikten söz etmek, müsellim olma, kale içinde bir yer kapma arzusunu yansıtıyor. Sonuçta bu arzu, “Bizi CHP-HDP ittifakı kurtarır” sözünde somutluk kazanıyor. Bugün kale duvarlarını tahkim edenlere değil, o duvarları geçmişte dövmeyi bilmiş Celalîlere güvenmek gerekiyor.

Eren Balkır
16 Şubat 2016

Dipnotlar:
[1] “Kapasiteleri Yok”, 16 Şubat 2016, İntizar.

[2] “Deniz Baykal’dan Açıklama”, 16 Şubat 2016, Cumhuriyet.

[3] “Böke’den yanıt”, 10 Şubat 2016, Diken.

0 Yorum: