19 Şubat 2016

,

NATO


NATO ve Batı Avrupa Ülkelerinin
Birer Muz Cumhuriyeti Hâline Getirilmesi
NATO’nun yürüttüğü savaşların reklâmı gayet iyi yapılıyor ama NATO, bir kurum olarak hep gölgede kalıyor. NATO’nun niyeti, bir dünya hükümeti olmak mı? Batı Avrupa ülkeleri neden bu ittifakın parçası? NATO’nun eşitlikçi olmadığı kesin. ABD, her yanına hâkim. Sosyal demokrat olduklarını iddia eden bu ülkeler, gerçekten birer demokrasi mi yoksa muz cumhuriyeti mi? Tarihte görülen muz cumhuriyetlerinde demokratik kurumlar vardı ama bunlar, ABD’nin birer kölesi olan ordu ve finans alanındaki elitlerce kontrol ediliyorlardı.
NATO’nun neden kurulduğuna dair yığınla tartışma yürütüldü. ABD’nin bu konuda öne sürdüğü gerekçe ise Sovyetler’in Batı Avrupa’da komünizmi yaymak için burayı işgal etmesinden duyulan korkuydu. Böylesi bir işgal ihtimaline dair elde bir kanıt bulunmasa da o günlerde her şeyin mümkün olduğuna inanılıyordu.
Başka saiklerin daha önemli olduğuna dair elde kimi kanıtlar var ama. Bunlardan biri, Almanya’nın daha büyük bir askerî birlik dâhilinde yeniden silâhlandırılması idi. Batı Avrupa ülkeleri, Almanya’nın bağımsız bir askerî yapıya sahip olmamasına özel önem veriyorlardı. Diğer bir saik ise kapitalizm yanlısı elitlerin ülkelerdeki sosyalist ve komünist partilerin seçim başarıları ya da devrimci zaferler elde etmesine mani olmaktı. Bu, Sovyetler’in işgalinden daha güçlü bir tehditti.
Kuruluş anlaşmasında şunlar yazılı:
“Birleşmiş Milletler Bildirgesi’nde belirtildiği biçimiyle, anlaşmanın tarafları uluslararası barışın, güvenliğin ve adaletin tehlikeye girdiği noktada barışçıl araçlar üzerinden her türden uluslararası ihtilafı çözüme kavuşturmayı ve Birleşmiş Milletler’in amaçlarına uymayan güç kullanımı veya tehditten uluslararası ilişkiler dâhilinde uzak durmayı taahhüt eder.”
Beşinci Madde’de ise faaliyetlerden söz ediliyor:
“Taraflar, Avrupa veya Kuzey Amerika’da ülkelerden birine ya da birkaçına silâhlı saldırı gerçekleştirildiğinde bu saldırının herkese yapılmış bir saldırı olduğunu, böylesi bir saldırı gerçekleştiğinde her bir ülkenin Birleşmiş Milletler Bildirgesi 51. Madde’de kabul edilen tekil veya toplu özsavunma hakkının uygulanması dâhilinde saldırıya uğrayan taraf veya taraflara böylesi bir aksiyon gerekli görüldüğü takdirde Kuzey Atlantik bölgesinin güvenliğini muhafaza etme, sağlama amacıyla, silâhlı güç kullanımı da dâhil olmak üzere, diğer taraflarla uyum içerisinde yardım sunmayı kabul eder.”
NATO üyelerinin askerî güçle cevap vermelerine gerek yok, neyi nereye kadar yapacaklarına kendileri karar verebiliyorlar.
1949’da kurulan NATO’nun bugün yirmi sekiz üyesi var: ABD, Almanya, Arnavutluk, Belçika, Birleşik Krallık, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Fransa, Hırvatistan, Hollanda, İspanya, İtalya, İzlanda, Kanada, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Yunanistan.
Oysa NATO üyesini artırmaya dönük çalışmalar yürüten, kimi ağlara, ortaklıklara, dost yapılara ve misafir ülkelere sahip devasa bir imparatorluk. Barış İçin Ortaklık şu ülkeleri içeriyor: Avusturya, Azerbaycan, Beyaz Rusya, Bosna-Hersek, Ermenistan, Finlandiya, Gürcüstan, İrlanda, İsveç, İsviçre, Karadağ, Kazakistan, Kırgızistan, Makedonya, Malta, Moldova, Özbekistan, Rusya, Sırbistan, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna. Bu ülkeler NATO’yla nereye kadar gitmek istediği üzerinden eldeki menüye göre seçiliyor. Seçenekler ortak misyonları, terörizmle mücadeleyi, NATO Müdahale Gücü’nde krizlere cevap geliştirmeyi, madenleri ve hafif silâhları kontrol etmeyi, afetlerde kurtarma çalışmalarını, savaş oyunlarını ve bilimsel işbirliğini içeriyor.
Tam üyelik isteyen Barış İçin Ortaklık üyelerinin şunlara sahip olması lazım: (örneğin Doğu Avrupa ülkeleri Rusya ve eski Varşova Paktı’ndan kalma silâhlardan kurtulup Batılı silâhları edinmek zorunda), GSMH’nin yüzde ikisinin askerî harcamaya ayrılması, “politik açıdan güvenilir olmayan” personelin ordudan, savunmadan ve güvenlik görevlerinden atılması, NATO’nun askerî akademilerinde eğitim alınması, askerî faaliyetlere ev sahipliği yapması, ortak yurtdışı operasyonları için subaylara İngilizce öğretilmesi.
NATO dostları ise Akdeniz Diyalogu ülkeleri: Cezayir, Fas, Mısır, Moritanya, Tunus, Ürdün ve Körfez İşbirliği Konseyi: Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt. Bir de işbirliği yapılan üyeler var: Afganistan, Avustralya, Irak, Kore Cumhuriyeti, Moğolistan, Pakistan, Japonya, Yeni Zelanda. Gayrı resmî yollardan işbirliği yapan ülkeler ise şunlar: El Salvador, Honduras ve Kolombiya.
NATO’nun saha dışı operasyonları NATO’ya girmek isteyen ülkelerin katılımıyla gerçekleşiyor. Bosna’da (1992-1994), Sırbistan ve Kosova’da (1999-bugün), Afganistan (2001-bugün), Somali sahillerinde korsan karşıtı mücadele (2008-bugün), Libya (2011), Türkiye savunması (2012-bugün).
NATO küresel bir ordu kurdu. Afganistan’daki savaşa tarihte görülmüş en büyük koalisyon gücü katıldı. Orada tümü değilse bile Finli ve İsveçli askerler öldü. Ülkeleri NATO’ya katılmayı düşünüyorlardı. II. Dünya Savaşı’nda yenilen, ülke dışına asker göndermek dâhil, saldırgan her türden askerî faaliyete karşı çıkan anayasa hükümlerine ve kanunlarına sahip ülkeler de Afganistan’daydı. İtalya ve Almanya asker gönderdi, Japonya ise destek hizmetleri verdi.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg geçen Aralık’ta şunları söyledi:
“NATO IŞİD’e karşı mücadelede kilit bir rol oynuyor. Tüm NATO müttefikleri IŞİD karşıtı koalisyonun parçasıdır, bence hem NATO müttefiklerinin hem de birçok NATO üyesinin koalisyonun parçası olması önemlidir, geliştirmiş olduğumuz müşterek çalışmanın avantajlarından istifade edebileceklerdir, NATO’nun askerî operasyonları ve ayrıca NATO uygulamaları üzerinden uzun yıllardır geliştirmekte olduğumuz birlikte çalışma becerimizden yararlanacaklardır. Dolayısıyla koalisyondaki güçlerin omurgasını NATO ve NATO ortakları sağlamaktadır.”
NATO askerî niteliğini önemsizmiş gibi gösteriyor ve kendisinin “demokratik ulusların asli örgütü” olduğunu iddia ediyor. Bu iddia Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılmasına dönük ikna gayretinin bir parçası. Hem ABD ordusunun hem de NATO’nun geliştirdiği yeni fikir şu: güvenlik artık bir toprak meselesi olmaktan çıktı, her şey artık güvenlikle alakalı. Dünyanın her yerinde her ülkenin ekonomi, insan hakları, çevre, ayrılıkçı hareketler vb. ile ilgili her türden siyaseti terörizme sebep olabilir ya da NATO tarafından önceden engellenmesi gereken bir dış tehdide yol açabilir.
NATO askerî, politik, bilimsel ve şirket mensubu elitlerle yakından bağlantılıdır. Bugün Avrupa devasa bir ordu-sanayi kompleksine sahiptir. İngiltere’nin sahibi olduğu askerî şirket BAE Systems ABD New Hampshire’da ve daha birçok yerde fabrikalara sahiptir. İtalya’nın ana silâh imalatçısı Finmeccanica ve Fransız Thales hükümetten ciddi destek almaktadır. EADS genel merkezi Hollanda’da bulunan bir şirkettir, Fransa, Almanya ve İspanya’da iştiraklere sahiptir. Kısa süre önce Hollanda 37 adet F-35 savaş uçağı satın aldığını duyurmuştur. Bunların bir kısmı orada imal edilmiştir. İsveç de yüksek teknolojili askerî sanayiye sahiptir.
Avrupa Birliği’nin NATO ağına yakalandığı açıktır. Oluşum aşamasında ilk kurucu ülkeler NATO elçilerini ilk merkezlerinin bulunduğu Paris’e göndermişlerdir. Burada NATO yanlısı kanaat oluşturulmuştur. Hükümetler bu konuda farklı yaklaşımlar sergilemişlerdir. Bugün AB yönetimi ve NATO merkezi de Brüksel’dedir.
Bugün ortaya gizli Gladio orduları, binlerce nükleer silâhın bugün hâlâ Avrupa’da bulunması, nükleer atık çöplükleri, seyreltilmiş uranyumun kullanıldığı silâhlarla ilgili bilgiler üzerinden parlamento temsilcilerinin hatta gizli cemaatin üyesi değillerse, başbakanlarının bile NATO faaliyetlerinden habersiz olduğu görülmüştür. Danimarka anayasası ve hukuku nükleer silâhları yasaklamaktadır ama Grönland’da bu tip silâhlara sahiptir. Doğu ve Batı’daki on dört Avrupa hükümetinin “şüpheliler” listesine dâhil olması en gelişkin demokrasilerin yurttaşlarını bile şaşırtmıştır. Bugün NATO üyesi olan İsveç üye olmamasına karşın NATO’ya gizlice yardım etmiştir.
NATO küresel bir imparatorluk için yeni, devasa bir karargâh inşa etmektedir. Muhtelif faaliyetlerinden biri de bilimsel araştırmalara bağışlar yapmasıdır. Bugün Ukrayna felaketlere tepki kapasitesi konusunda birden fazla ulusun dâhil edilmesi sürecinin geliştirilmesine dair bilim programının en önemli bağışçısıdır. Çokuluslu teletıp sistemi hem sivil hem de askerî uygulamalar için kullanılabilmektedir.
Asya-Pasifik bölgesindeki beş küresel ortak, Avustralya, Japonya, Moğolistan, Yeni Zelanda ve Kore’de NATO’nun imajı ve ona dair algılarla ilgili başka çalışmalara rastlanmaktadır. “Proje seçkinlerin algılarına ayrıca bölgede NATO’nun elindeki bilgilerin artırılması ile küresel bilincin artırılması, tanımlanması ve ölçümlenmesi için küresel bir güvenlik aktörü olarak NATO’ya ait medya imajlarına dair kapsamlı bir kıyaslamalı araştırma yürütecek.”
2015’te Nobel Ödülü kimya dalında DNA tamiri mekanizması üzerine çalışma yapan Aziz Sancar’a verildi. Artık her şey güvenlikle alakalı. NATO kadınların üreme tercihleri, sürdürülebilir kalkınma, deri tabaklama atık zehirlenmesi, çelik cam koruma gibi alanlardaki çalışmalara destek oluyor. Birçok proje, aralarında NATO ve Barış İçin Ortaklık üyesi ülkelerden gelen ekiplerle birlikte yürütülüyor.
Ekonomi, siyaset, eğitim ve sosyal faaliyetler alanındaki çalışmalar NATO’ya yardımseverlik maskesi takma imkânı sunuyor. Brüksel’deki merkez siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, güvenlik çalışmaları, ekonomi, mühendislik, insan kaynakları, enformasyon teknolojisi, kütüphanecilik, havacılık ve gazetecilik okuyan öğrencilere burslar veriyor. Ayrıca yardım vakıfları gibi örgütlere ve çevre örgütlerine bağışlar yapıyor. Diğer yandan NATO’yu protesto edenlerse aşırıcı olarak damgalanıyor ya da görmezlikten geliniyor.
NATO eğitimi tüm üyelerin ve ortakların katıldıkları büyük tatbikatları içeriyor. Örneğin 2013’te “Kararlı Ruh” isimli gerçek silâh ve mühimmatla yapılan tatbikata Ukrayna, Finlandiya ve İsveç de katıldı.
Avrupa’da bir eğitim kurumları ağı mevcut. NATO üyeleri ABD’ye ait askerî okullarda ve büyük üniversitelerde eğitim görüyor. Almanya’daki Ortak Çokuluslu Hazırlık Merkezi savaş eğitimi veriyor ve Avrupalı güçlerle ABD Ulusal Muhafızları arasında bağ kuruyor. Almanya’daki Güvenlik Çalışmaları Merkezi üniversite gibi çalışıp askerî eğitim veriyor. Savaş okulları gibi bu okul da sivil liderleri ve potansiyel isimleri ayrıca askerî personeli eğitiyor.
Tüm dünya genelinde askerî eğitim ABD imparatorluğunun önemli bir parçası. ABD Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın 2014’te kongreye sunduğu ortak raporda 155 ülkeden 52.600 kişiye eğitim verildiğinden, bu rakamın NATO üyelerini, Avustralya’yı, Japonya’yı ve Yeni Zelanda’yı içermediğinden bahsediliyor. Eğitim yanında silâh satışı da gerçekleştiriliyor.
Eğitim, konferanslar, seminerler ve ortak tatbikatlar üzerinden kurulan ilişkiler önemli bir güç kaynağı. Bu deneyimler gençlere ülkelerinde sivil ve askerî liderlik merdivenini tırmanmalarına yardımcı oluyor.
Üsler de diğer bir nüfuz kaynağı. Avrupa’da bir ara üs sayısı 800’ün üzerindeydi. Şimdilerde 350 civarı olduğu söyleniyor. İlk başta Almanya’da yüz adet vardı. Her yerde üsler ekonomik faaliyetler üretiyor, aynı zamanda gözetim ve nüfuz imkânı sunuyor.
Peki Batı Avrupa ülkeleri NATO’ya neden katıldı ve neden hâlâ oradalar?
Bir görüşe göre Sovyetler Batı Avrupa’yı işgal edecekti, o nedenle bu yapıya dâhil olunmuştu. Sovyetler CIA, FBI ve dış istihbarat kurumlarının yardımları sayesinde dağıtıldı. Bu işte diğer bir suç ortağı da yabancı basındı. CIA ve özel vakıflar Londra’da Encounter gibi yayınevleri kurdular, benzerlerine Fransa, İtalya, Almanya ve diğer yerlerde de rastlanıldı. Kültürel Özgürlük Kongresi gibi konferanslar Avrupalı aydınları sosyalist ve barışçı ideolojilerden uzaklaşmaları yönünde ikna etmek için kullanıldı.
Komünizme karşı kazılan birer siper ve Atlantik ittifakının asli müdafileri olan Hristiyan Demokrat partiler hızla birçok ülkeye yayıldı. II. Dünya Savaşı öncesi küçük birer parti olan bu yapılar sonrasında iktidara geldiler, bilhassa İtalya’da önemli bir güç elde ettiler. Eldeki belgeler CIA’in İtalyan Komünist Partisi’ni yenmek için tonla para akıttığını gayet iyi ortaya koyuyor. NATO ayrıca Latin Amerika’daki Hristiyan Demokrat partileri de finans ediyorlar.
İşgal edilen İtalya ve Almanya NATO’ya katıldı, nüfuz altına alındı. Buna ek olarak bu ülkelerdeki kimi isimler NATO üyeliğini dönüşümlerinin ve tekrar satın alınmalarının bir alameti kabul ettiler. Bunlar “demokratik” Batı’nın parçasıydı güya. İspanya, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye faşist ülkelerdi, bu nedenle militarizm ve anti-komünizm onlar için gayet doğaldı.
Ama sosyal demokrat ülkelerin orada ne işi vardı?
Almanya’nın bağımsız bir ordu kurmasından korkuluyordu. Bu nedenle ileride kurulacak Alman ordusunu ABD’nin başını çektiği bir koalisyona teslim etmek güven vericiydi. Ayrıca kendi ileri teknolojili ordusunu kuran her bir ülkedeki ekonomik maliyetler ürkütücü düzeylerdeydi. Savaşı yasadışı kılan BM Bildirgesi ulusal orduların veya bölgesel ittifakların kurulmasını yasaklamıyordu. Ayrıca ilerici olduğu iddia edilen ülkelerdeki savunma bakanlıklarındaki yetkililer muhafazakârdı ve silâhlı hazırlığa inanıyorlardı. NATO ittifakı ülke içindeki sosyalist ve komünist partilerin kontrol edilmesinde bilhassa faydalıydı. Bu partiler genelde NATO’ya karşı çıkıyordu.
NATO’ya verilecek destek konusunda gerekli yardım Bilderberg grubundan geldi. Bu komplocu elit takımı ilkin 1954’te Hollanda’da bir araya geldi. Kuzey Amerikalı ve Batı Avrupalı iktidar elitlerinden muhtemel liderlerden oluşuyordu. Grup bilhassa sosyalizm veya komünizm tehdidiyle ilgileniyor ve esas olarak Atlantik ittifakına bakıyordu. Resmi bir karar alınmadı, herhangi bir politika benimsenmedi. Üyeler kendi fiili konumları dâhilinde bu toplantının ruhuna uygun hareket ettiler.
Savaşın paramparça ettiği ve yoksullaştırdığı Avrupa’daki kamuoyuna Marshall Planı yardımı ile nüfuz edildi. Böylelikle ABD ile kurulan ilişkiler daha da derinleşti. Kredi programı ülkedeki para birimi üzerinden belirlendi. Bu fonlar ABD’nin merkez, sağ örgütleri ve partileri ve sendikaları bazen açıktan bazen de gizliden desteklediği süreçte kullanıldılar.
Bunun bir örneği Britanya’daki İşçi Partisi. Bu parti iki kez tehditti. Kuruluş bildirgesinin dördüncü maddesinde büyük endüstrilerin millileştirilmesinden, nükleer silâhsızlanmadan bahsediliyor, NATO’ya karşı çıkılıyordu. CIA parti içindeki Sosyalist Yorum dergisi etrafında kümelenmiş küçük bir muhafazakâr gruba gizliden para akıttı. Bu grup Sovyet işgalinin engellenmesi için Atlantik ittifakının kurulması gerektiğine inanıyor ve artık refah devleti ve millileştirmenin gerekmediğini söylüyordu. Bu yaklaşıma ikna edilenler sonrasında partinin üst kademelerine yükseldiler.
Henüz tarafını belli etmemiş olan İsveç NATO’ya hâlâ tam üye değildi, gene de II. Dünya Savaşı esnasında ABD ile gizliden işbirliği kurdu. Muhtemel Nazi işgaline karşı savaşmak için gizli bir direniş ordusu kurdu. NATO sonrasında tüm Batı Avrupa’da bu modeli tatbik etti.
İtalya şubesinin adı üzerinden Gladyo olarak bilinen bu orduların Sovyet işgaline direniş için kurulduğu iddia edildi. Ancak sonrasında Belçika, İtalya ve İsviçre’de yapılan hükümet soruşturmalarında tespit edildiği kadarıyla bu ordular ülke içlerinde terörizme, politik manipülasyonlara ve Neonazi faaliyetlerine bulaştılar. Halk, gazeteciler ve birçok Avrupalı politikacı bu orduların varlığını ancak 1990’dan sonra öğrenebildi.
İsveç NATO ile işbirliği içine girdi, oysa Olaf Palme yönetiminde benimsenen politikalar NATO ile her türden savaş planlamasını yasaklıyordu. İsveç Güvenlik Hizmetleri, ordu ve istihbarat kurumları ABD’yle işbirliği içine girdi ve kamu yayıncılığı sistemiyle kurulan güçlü bağlar bu kurumlara kamuoyu üzerinde nüfuz kurmak için büyük imkânlar verdi. Daha da önemlisi İsveç savunma sanayii ABD askerî teknolojisi ile iç içe geçti. Kamu siyasetinin aksine Irak savaşında ABD’ye silâhlar gönderildi. 2009’da Kuzey İsveç’te on ülkenin katıldığı Sadık Ok isimli bir tatbikat düzenlendi. Bu, NATO ve ABD’nin askerî varlığının Kuzey Kutbu bölgesine yayılmasını ve Rusya’ya karşı konulmasını sağladı.
Norveç ise İskandinav ittifakını tercih etti ama bu ittifak kurulamayınca NATO’ya katıldı. Bu durum Danimarka ve İzlanda’nın da katılmasını sağladı. Muhafazakâr İzlanda dışişleri bakanı ABD ile gizli görüşmeler yürüttü ve NATO’nun bölgeye yerleşmesinin sosyalist ve komünist hareketlerin belini kıracağı tespitini yaptı. NATO konusunda gönülsüz olan halk üzerinde baskı uygulandı. İzlanda yakınlarındaki Sovyet balıkçı teknesinin aslında askerî gemi olduğu, İzlanda’yı işgal edeceği söylendi. Ayrıca İzlandalı sosyalistlerin Sovyetler’in ajanı olduğu iddia edildi.
Başta Danimarka NATO’ya katılma konusunda isteksizdi ama sonrasında ikna edildi. Ama halk ve birçok politikacı Grönland’daki gizli görüşmelerin parçası olan nükleer tesis planlarından habersizdi. Oysa bu tesisler Danimarka anayasasına aykırıydı ve yasadışıydı.
Onca muhalefete rağmen Fransa ve Hollanda da ittifaka katıldı. De Gaulle liderliğinde Fransa 1966’da merkez komutanlıktan çıktı ve askerî üslerdeki yabancı işgali kaldırdı. Ancak ülkenin kendi nükleer silâhları vardı, NATO ile birlikte savaşma konusunda gizli anlaşmalar imzalamıştı. 2009’da Fransa tam üye olmayı kabul etti.
Hollanda hâlen İtalya, Belçika, Almanya, Hollanda ve Türkiye’de bulunan nükleer silâhlardan memnun değildi. Savaş sonrası gelişmeler ekonomik açıdan bilhassa Belçika’ya zarar vermişti, bu nedenle NATO merkezinin Brüksel’de bulunması bu ülkenin bağlılığını iyice artırdı.
Sovyetler’in dönüşmesi ve dağılması ile birlikte birçokları NATO’nun hükmünü yitirdiğini düşündü. Ancak 11 Eylül saldırısı ittifakın canına can kattı. Resmi düzeyde bir NATO harekâtı olmasa da Irak işgali süreci derinleştirdi, Afganistan müdahalesi yüzünden Beşinci Madde her türlü temelini yitirdi. Afganistan’a yönelik saldırıya elli ülke katıldı. Bunlar arasında tarafsızmış gibi duran İsveç ve silâhlardan arındırılmış olan Japonya da vardı. Son terör saldırısı Avrupa’da NATO’ya verilen desteği artırdı. Fransa ittifaka daha da yakınlaştı.
Kimileri NATO faaliyetlerinin ve varlığının BM ruhuyla çatıştığına inanırken, kimileri de NATO’nun bilgi birikimi ve yüksek teknolojili silâhlarıyla BM’nin kolektif güvenliğine ait temel askerî gücü olduğu tespitini yapıyorlar.
Şu bildiğimiz muz cumhuriyetlerinde ABD askerî kurumları ve istihbarat kurumları ile kurulan bağlar üzerinden başka bir ülkenin dış ve/veya iç politikalarını kontrol ediyor. Bugün muzların yetiştiği ülkelerde direnişe tanık olunurken, “sosyal demokrat”, “tarafsız” ve “barışçı” olduğunu iddia eden Batı Avrupa ülkeleri giderek birer muz cumhuriyeti hâline geliyor. Halk arasında savaş karşıtı düşünceler güçlü ve insanlar protestolar gerçekleştiriyor, oysa Avrupa’nın ordu, siyaset ve şirket elitleri ABD’deki ordu-sanayi kompleksine giderek daha fazla bağımlı hâle geliyor ve ona daha fazla suç ortaklığı yapıyor.
Joan Roelofs
19 Şubat 2016

0 Yorum: