Birer Muz Cumhuriyeti Hâline Getirilmesi
NATO’nun yürüttüğü savaşların reklâmı gayet iyi
yapılıyor ama NATO, bir kurum olarak hep gölgede kalıyor. NATO’nun niyeti, bir
dünya hükümeti olmak mı? Batı Avrupa ülkeleri neden bu ittifakın parçası?
NATO’nun eşitlikçi olmadığı kesin. ABD, her yanına hâkim. Sosyal demokrat
olduklarını iddia eden bu ülkeler, gerçekten birer demokrasi mi yoksa muz
cumhuriyeti mi? Tarihte görülen muz cumhuriyetlerinde demokratik kurumlar vardı
ama bunlar, ABD’nin birer kölesi olan ordu ve finans alanındaki elitlerce
kontrol ediliyorlardı.
NATO’nun neden kurulduğuna dair yığınla tartışma
yürütüldü. ABD’nin bu konuda öne sürdüğü gerekçe ise Sovyetler’in Batı
Avrupa’da komünizmi yaymak için burayı işgal etmesinden duyulan korkuydu.
Böylesi bir işgal ihtimaline dair elde bir kanıt bulunmasa da o günlerde her
şeyin mümkün olduğuna inanılıyordu.
Başka saiklerin daha önemli olduğuna dair elde
kimi kanıtlar var ama. Bunlardan biri, Almanya’nın daha büyük bir askerî birlik
dâhilinde yeniden silâhlandırılması idi. Batı Avrupa ülkeleri, Almanya’nın
bağımsız bir askerî yapıya sahip olmamasına özel önem veriyorlardı. Diğer bir
saik ise kapitalizm yanlısı elitlerin ülkelerdeki sosyalist ve komünist
partilerin seçim başarıları ya da devrimci zaferler elde etmesine mani olmaktı.
Bu, Sovyetler’in işgalinden daha güçlü bir tehditti.
Kuruluş anlaşmasında şunlar yazılı:
“Birleşmiş
Milletler Bildirgesi’nde belirtildiği biçimiyle, anlaşmanın tarafları
uluslararası barışın, güvenliğin ve adaletin tehlikeye girdiği noktada barışçıl
araçlar üzerinden her türden uluslararası ihtilafı çözüme kavuşturmayı ve
Birleşmiş Milletler’in amaçlarına uymayan güç kullanımı veya tehditten
uluslararası ilişkiler dâhilinde uzak durmayı taahhüt eder.”
Beşinci Madde’de ise faaliyetlerden söz ediliyor:
“Taraflar,
Avrupa veya Kuzey Amerika’da ülkelerden birine ya da birkaçına silâhlı saldırı
gerçekleştirildiğinde bu saldırının herkese yapılmış bir saldırı olduğunu,
böylesi bir saldırı gerçekleştiğinde her bir ülkenin Birleşmiş Milletler
Bildirgesi 51. Madde’de kabul edilen tekil veya toplu özsavunma hakkının
uygulanması dâhilinde saldırıya uğrayan taraf veya taraflara böylesi bir
aksiyon gerekli görüldüğü takdirde Kuzey Atlantik bölgesinin güvenliğini
muhafaza etme, sağlama amacıyla, silâhlı güç kullanımı da dâhil olmak üzere,
diğer taraflarla uyum içerisinde yardım sunmayı kabul eder.”
NATO üyelerinin askerî güçle cevap vermelerine
gerek yok, neyi nereye kadar yapacaklarına kendileri karar verebiliyorlar.
1949’da kurulan NATO’nun bugün yirmi sekiz üyesi
var: ABD, Almanya, Arnavutluk, Belçika, Birleşik Krallık, Bulgaristan, Çek
Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Fransa, Hırvatistan, Hollanda, İspanya,
İtalya, İzlanda, Kanada, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Norveç,
Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Yunanistan.
Oysa NATO üyesini artırmaya dönük çalışmalar
yürüten, kimi ağlara, ortaklıklara, dost yapılara ve misafir ülkelere sahip
devasa bir imparatorluk. Barış İçin Ortaklık şu ülkeleri içeriyor: Avusturya,
Azerbaycan, Beyaz Rusya, Bosna-Hersek, Ermenistan, Finlandiya, Gürcüstan,
İrlanda, İsveç, İsviçre, Karadağ, Kazakistan, Kırgızistan, Makedonya, Malta,
Moldova, Özbekistan, Rusya, Sırbistan, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna. Bu
ülkeler NATO’yla nereye kadar gitmek istediği üzerinden eldeki menüye göre
seçiliyor. Seçenekler ortak misyonları, terörizmle mücadeleyi, NATO Müdahale
Gücü’nde krizlere cevap geliştirmeyi, madenleri ve hafif silâhları kontrol
etmeyi, afetlerde kurtarma çalışmalarını, savaş oyunlarını ve bilimsel
işbirliğini içeriyor.
Tam üyelik isteyen Barış İçin Ortaklık üyelerinin
şunlara sahip olması lazım: (örneğin Doğu Avrupa ülkeleri Rusya ve eski Varşova
Paktı’ndan kalma silâhlardan kurtulup Batılı silâhları edinmek zorunda),
GSMH’nin yüzde ikisinin askerî harcamaya ayrılması, “politik açıdan güvenilir
olmayan” personelin ordudan, savunmadan ve güvenlik görevlerinden atılması,
NATO’nun askerî akademilerinde eğitim alınması, askerî faaliyetlere ev
sahipliği yapması, ortak yurtdışı operasyonları için subaylara İngilizce
öğretilmesi.
NATO dostları ise Akdeniz Diyalogu ülkeleri:
Cezayir, Fas, Mısır, Moritanya, Tunus, Ürdün ve Körfez İşbirliği Konseyi:
Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt. Bir de işbirliği yapılan
üyeler var: Afganistan, Avustralya, Irak, Kore Cumhuriyeti, Moğolistan,
Pakistan, Japonya, Yeni Zelanda. Gayrı resmî yollardan işbirliği yapan ülkeler
ise şunlar: El Salvador, Honduras ve Kolombiya.
NATO’nun saha dışı operasyonları NATO’ya girmek
isteyen ülkelerin katılımıyla gerçekleşiyor. Bosna’da (1992-1994), Sırbistan ve
Kosova’da (1999-bugün), Afganistan (2001-bugün), Somali sahillerinde korsan
karşıtı mücadele (2008-bugün), Libya (2011), Türkiye savunması (2012-bugün).
NATO küresel bir ordu kurdu. Afganistan’daki
savaşa tarihte görülmüş en büyük koalisyon gücü katıldı. Orada tümü değilse
bile Finli ve İsveçli askerler öldü. Ülkeleri NATO’ya katılmayı düşünüyorlardı.
II. Dünya Savaşı’nda yenilen, ülke dışına asker göndermek dâhil, saldırgan her
türden askerî faaliyete karşı çıkan anayasa hükümlerine ve kanunlarına sahip
ülkeler de Afganistan’daydı. İtalya ve Almanya asker gönderdi, Japonya ise
destek hizmetleri verdi.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg geçen Aralık’ta
şunları söyledi:
“NATO
IŞİD’e karşı mücadelede kilit bir rol oynuyor. Tüm NATO müttefikleri IŞİD
karşıtı koalisyonun parçasıdır, bence hem NATO müttefiklerinin hem de birçok
NATO üyesinin koalisyonun parçası olması önemlidir, geliştirmiş olduğumuz
müşterek çalışmanın avantajlarından istifade edebileceklerdir, NATO’nun askerî
operasyonları ve ayrıca NATO uygulamaları üzerinden uzun yıllardır
geliştirmekte olduğumuz birlikte çalışma becerimizden yararlanacaklardır.
Dolayısıyla koalisyondaki güçlerin omurgasını NATO ve NATO ortakları
sağlamaktadır.”
NATO askerî niteliğini önemsizmiş gibi gösteriyor
ve kendisinin “demokratik ulusların asli örgütü” olduğunu iddia ediyor. Bu
iddia Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılmasına dönük ikna gayretinin bir
parçası. Hem ABD ordusunun hem de NATO’nun geliştirdiği yeni fikir şu: güvenlik
artık bir toprak meselesi olmaktan çıktı, her şey artık güvenlikle alakalı.
Dünyanın her yerinde her ülkenin ekonomi, insan hakları, çevre, ayrılıkçı
hareketler vb. ile ilgili her türden siyaseti terörizme sebep olabilir ya da NATO
tarafından önceden engellenmesi gereken bir dış tehdide yol açabilir.
NATO askerî, politik, bilimsel ve şirket mensubu
elitlerle yakından bağlantılıdır. Bugün Avrupa devasa bir ordu-sanayi
kompleksine sahiptir. İngiltere’nin sahibi olduğu askerî şirket BAE Systems ABD
New Hampshire’da ve daha birçok yerde fabrikalara sahiptir. İtalya’nın ana
silâh imalatçısı Finmeccanica ve Fransız Thales hükümetten ciddi destek
almaktadır. EADS genel merkezi Hollanda’da bulunan bir şirkettir, Fransa,
Almanya ve İspanya’da iştiraklere sahiptir. Kısa süre önce Hollanda 37 adet
F-35 savaş uçağı satın aldığını duyurmuştur. Bunların bir kısmı orada imal
edilmiştir. İsveç de yüksek teknolojili askerî sanayiye sahiptir.
Avrupa Birliği’nin NATO ağına yakalandığı açıktır.
Oluşum aşamasında ilk kurucu ülkeler NATO elçilerini ilk merkezlerinin
bulunduğu Paris’e göndermişlerdir. Burada NATO yanlısı kanaat oluşturulmuştur.
Hükümetler bu konuda farklı yaklaşımlar sergilemişlerdir. Bugün AB yönetimi ve
NATO merkezi de Brüksel’dedir.
Bugün ortaya gizli Gladio orduları, binlerce
nükleer silâhın bugün hâlâ Avrupa’da bulunması, nükleer atık çöplükleri,
seyreltilmiş uranyumun kullanıldığı silâhlarla ilgili bilgiler üzerinden
parlamento temsilcilerinin hatta gizli cemaatin üyesi değillerse, başbakanlarının
bile NATO faaliyetlerinden habersiz olduğu görülmüştür. Danimarka anayasası ve
hukuku nükleer silâhları yasaklamaktadır ama Grönland’da bu tip silâhlara
sahiptir. Doğu ve Batı’daki on dört Avrupa hükümetinin “şüpheliler” listesine
dâhil olması en gelişkin demokrasilerin yurttaşlarını bile şaşırtmıştır. Bugün
NATO üyesi olan İsveç üye olmamasına karşın NATO’ya gizlice yardım etmiştir.
NATO küresel bir imparatorluk için yeni, devasa
bir karargâh inşa etmektedir. Muhtelif faaliyetlerinden biri de bilimsel
araştırmalara bağışlar yapmasıdır. Bugün Ukrayna felaketlere tepki kapasitesi
konusunda birden fazla ulusun dâhil edilmesi sürecinin geliştirilmesine dair
bilim programının en önemli bağışçısıdır. Çokuluslu teletıp sistemi hem sivil
hem de askerî uygulamalar için kullanılabilmektedir.
Asya-Pasifik bölgesindeki beş küresel ortak,
Avustralya, Japonya, Moğolistan, Yeni Zelanda ve Kore’de NATO’nun imajı ve ona
dair algılarla ilgili başka çalışmalara rastlanmaktadır. “Proje seçkinlerin
algılarına ayrıca bölgede NATO’nun elindeki bilgilerin artırılması ile küresel
bilincin artırılması, tanımlanması ve ölçümlenmesi için küresel bir güvenlik
aktörü olarak NATO’ya ait medya imajlarına dair kapsamlı bir kıyaslamalı
araştırma yürütecek.”
2015’te Nobel Ödülü kimya dalında DNA tamiri
mekanizması üzerine çalışma yapan Aziz Sancar’a verildi. Artık her şey
güvenlikle alakalı. NATO kadınların üreme tercihleri, sürdürülebilir kalkınma,
deri tabaklama atık zehirlenmesi, çelik cam koruma gibi alanlardaki çalışmalara
destek oluyor. Birçok proje, aralarında NATO ve Barış İçin Ortaklık üyesi
ülkelerden gelen ekiplerle birlikte yürütülüyor.
Ekonomi, siyaset, eğitim ve sosyal faaliyetler
alanındaki çalışmalar NATO’ya yardımseverlik maskesi takma imkânı sunuyor.
Brüksel’deki merkez siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, güvenlik
çalışmaları, ekonomi, mühendislik, insan kaynakları, enformasyon teknolojisi,
kütüphanecilik, havacılık ve gazetecilik okuyan öğrencilere burslar veriyor.
Ayrıca yardım vakıfları gibi örgütlere ve çevre örgütlerine bağışlar yapıyor.
Diğer yandan NATO’yu protesto edenlerse aşırıcı olarak damgalanıyor ya da
görmezlikten geliniyor.
NATO eğitimi tüm üyelerin ve ortakların
katıldıkları büyük tatbikatları içeriyor. Örneğin 2013’te “Kararlı Ruh” isimli
gerçek silâh ve mühimmatla yapılan tatbikata Ukrayna, Finlandiya ve İsveç de
katıldı.
Avrupa’da bir eğitim kurumları ağı mevcut. NATO
üyeleri ABD’ye ait askerî okullarda ve büyük üniversitelerde eğitim görüyor.
Almanya’daki Ortak Çokuluslu Hazırlık Merkezi savaş eğitimi veriyor ve Avrupalı
güçlerle ABD Ulusal Muhafızları arasında bağ kuruyor. Almanya’daki Güvenlik
Çalışmaları Merkezi üniversite gibi çalışıp askerî eğitim veriyor. Savaş
okulları gibi bu okul da sivil liderleri ve potansiyel isimleri ayrıca askerî personeli
eğitiyor.
Tüm dünya genelinde askerî eğitim ABD
imparatorluğunun önemli bir parçası. ABD Savunma Bakanlığı ve Dışişleri
Bakanlığı’nın 2014’te kongreye sunduğu ortak raporda 155 ülkeden 52.600 kişiye
eğitim verildiğinden, bu rakamın NATO üyelerini, Avustralya’yı, Japonya’yı ve
Yeni Zelanda’yı içermediğinden bahsediliyor. Eğitim yanında silâh satışı da
gerçekleştiriliyor.
Eğitim, konferanslar, seminerler ve ortak
tatbikatlar üzerinden kurulan ilişkiler önemli bir güç kaynağı. Bu deneyimler
gençlere ülkelerinde sivil ve askerî liderlik merdivenini tırmanmalarına
yardımcı oluyor.
Üsler de diğer bir nüfuz kaynağı. Avrupa’da bir
ara üs sayısı 800’ün üzerindeydi. Şimdilerde 350 civarı olduğu söyleniyor. İlk
başta Almanya’da yüz adet vardı. Her yerde üsler ekonomik faaliyetler üretiyor,
aynı zamanda gözetim ve nüfuz imkânı sunuyor.
Peki Batı Avrupa ülkeleri NATO’ya neden katıldı ve
neden hâlâ oradalar?
Bir görüşe göre Sovyetler Batı Avrupa’yı işgal
edecekti, o nedenle bu yapıya dâhil olunmuştu. Sovyetler CIA, FBI ve dış
istihbarat kurumlarının yardımları sayesinde dağıtıldı. Bu işte diğer bir suç
ortağı da yabancı basındı. CIA ve özel vakıflar Londra’da Encounter gibi
yayınevleri kurdular, benzerlerine Fransa, İtalya, Almanya ve diğer yerlerde de
rastlanıldı. Kültürel Özgürlük Kongresi gibi konferanslar Avrupalı aydınları
sosyalist ve barışçı ideolojilerden uzaklaşmaları yönünde ikna etmek için
kullanıldı.
Komünizme karşı kazılan birer siper ve Atlantik
ittifakının asli müdafileri olan Hristiyan Demokrat partiler hızla birçok
ülkeye yayıldı. II. Dünya Savaşı öncesi küçük birer parti olan bu yapılar
sonrasında iktidara geldiler, bilhassa İtalya’da önemli bir güç elde ettiler.
Eldeki belgeler CIA’in İtalyan Komünist Partisi’ni yenmek için tonla para
akıttığını gayet iyi ortaya koyuyor. NATO ayrıca Latin Amerika’daki Hristiyan
Demokrat partileri de finans ediyorlar.
İşgal edilen İtalya ve Almanya NATO’ya katıldı,
nüfuz altına alındı. Buna ek olarak bu ülkelerdeki kimi isimler NATO üyeliğini
dönüşümlerinin ve tekrar satın alınmalarının bir alameti kabul ettiler. Bunlar
“demokratik” Batı’nın parçasıydı güya. İspanya, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye
faşist ülkelerdi, bu nedenle militarizm ve anti-komünizm onlar için gayet
doğaldı.
Ama sosyal demokrat ülkelerin orada ne işi vardı?
Almanya’nın bağımsız bir ordu kurmasından
korkuluyordu. Bu nedenle ileride kurulacak Alman ordusunu ABD’nin başını
çektiği bir koalisyona teslim etmek güven vericiydi. Ayrıca kendi ileri
teknolojili ordusunu kuran her bir ülkedeki ekonomik maliyetler ürkütücü
düzeylerdeydi. Savaşı yasadışı kılan BM Bildirgesi ulusal orduların veya
bölgesel ittifakların kurulmasını yasaklamıyordu. Ayrıca ilerici olduğu iddia
edilen ülkelerdeki savunma bakanlıklarındaki yetkililer muhafazakârdı ve
silâhlı hazırlığa inanıyorlardı. NATO ittifakı ülke içindeki sosyalist ve
komünist partilerin kontrol edilmesinde bilhassa faydalıydı. Bu partiler
genelde NATO’ya karşı çıkıyordu.
NATO’ya verilecek destek konusunda gerekli yardım
Bilderberg grubundan geldi. Bu komplocu elit takımı ilkin 1954’te Hollanda’da
bir araya geldi. Kuzey Amerikalı ve Batı Avrupalı iktidar elitlerinden muhtemel
liderlerden oluşuyordu. Grup bilhassa sosyalizm veya komünizm tehdidiyle
ilgileniyor ve esas olarak Atlantik ittifakına bakıyordu. Resmi bir karar
alınmadı, herhangi bir politika benimsenmedi. Üyeler kendi fiili konumları
dâhilinde bu toplantının ruhuna uygun hareket ettiler.
Savaşın paramparça ettiği ve yoksullaştırdığı
Avrupa’daki kamuoyuna Marshall Planı yardımı ile nüfuz edildi. Böylelikle ABD
ile kurulan ilişkiler daha da derinleşti. Kredi programı ülkedeki para birimi
üzerinden belirlendi. Bu fonlar ABD’nin merkez, sağ örgütleri ve partileri ve
sendikaları bazen açıktan bazen de gizliden desteklediği süreçte kullanıldılar.
Bunun bir örneği Britanya’daki İşçi Partisi. Bu
parti iki kez tehditti. Kuruluş bildirgesinin dördüncü maddesinde büyük
endüstrilerin millileştirilmesinden, nükleer silâhsızlanmadan bahsediliyor,
NATO’ya karşı çıkılıyordu. CIA parti içindeki Sosyalist Yorum dergisi etrafında kümelenmiş küçük bir muhafazakâr
gruba gizliden para akıttı. Bu grup Sovyet işgalinin engellenmesi için Atlantik
ittifakının kurulması gerektiğine inanıyor ve artık refah devleti ve
millileştirmenin gerekmediğini söylüyordu. Bu yaklaşıma ikna edilenler
sonrasında partinin üst kademelerine yükseldiler.
Henüz tarafını belli etmemiş olan İsveç NATO’ya
hâlâ tam üye değildi, gene de II. Dünya Savaşı esnasında ABD ile gizliden
işbirliği kurdu. Muhtemel Nazi işgaline karşı savaşmak için gizli bir direniş
ordusu kurdu. NATO sonrasında tüm Batı Avrupa’da bu modeli tatbik etti.
İtalya şubesinin adı üzerinden Gladyo olarak
bilinen bu orduların Sovyet işgaline direniş için kurulduğu iddia edildi. Ancak
sonrasında Belçika, İtalya ve İsviçre’de yapılan hükümet soruşturmalarında
tespit edildiği kadarıyla bu ordular ülke içlerinde terörizme, politik
manipülasyonlara ve Neonazi faaliyetlerine bulaştılar. Halk, gazeteciler ve
birçok Avrupalı politikacı bu orduların varlığını ancak 1990’dan sonra
öğrenebildi.
İsveç NATO ile işbirliği içine girdi, oysa Olaf
Palme yönetiminde benimsenen politikalar NATO ile her türden savaş planlamasını
yasaklıyordu. İsveç Güvenlik Hizmetleri, ordu ve istihbarat kurumları ABD’yle
işbirliği içine girdi ve kamu yayıncılığı sistemiyle kurulan güçlü bağlar bu
kurumlara kamuoyu üzerinde nüfuz kurmak için büyük imkânlar verdi. Daha da
önemlisi İsveç savunma sanayii ABD askerî teknolojisi ile iç içe geçti. Kamu
siyasetinin aksine Irak savaşında ABD’ye silâhlar gönderildi. 2009’da Kuzey
İsveç’te on ülkenin katıldığı Sadık Ok isimli bir tatbikat düzenlendi. Bu, NATO
ve ABD’nin askerî varlığının Kuzey Kutbu bölgesine yayılmasını ve Rusya’ya
karşı konulmasını sağladı.
Norveç ise İskandinav ittifakını tercih etti ama
bu ittifak kurulamayınca NATO’ya katıldı. Bu durum Danimarka ve İzlanda’nın da
katılmasını sağladı. Muhafazakâr İzlanda dışişleri bakanı ABD ile gizli
görüşmeler yürüttü ve NATO’nun bölgeye yerleşmesinin sosyalist ve komünist
hareketlerin belini kıracağı tespitini yaptı. NATO konusunda gönülsüz olan halk
üzerinde baskı uygulandı. İzlanda yakınlarındaki Sovyet balıkçı teknesinin
aslında askerî gemi olduğu, İzlanda’yı işgal edeceği söylendi. Ayrıca İzlandalı
sosyalistlerin Sovyetler’in ajanı olduğu iddia edildi.
Başta Danimarka NATO’ya katılma konusunda
isteksizdi ama sonrasında ikna edildi. Ama halk ve birçok politikacı
Grönland’daki gizli görüşmelerin parçası olan nükleer tesis planlarından
habersizdi. Oysa bu tesisler Danimarka anayasasına aykırıydı ve yasadışıydı.
Onca muhalefete rağmen Fransa ve Hollanda da
ittifaka katıldı. De Gaulle liderliğinde Fransa 1966’da merkez komutanlıktan
çıktı ve askerî üslerdeki yabancı işgali kaldırdı. Ancak ülkenin kendi nükleer
silâhları vardı, NATO ile birlikte savaşma konusunda gizli anlaşmalar
imzalamıştı. 2009’da Fransa tam üye olmayı kabul etti.
Hollanda hâlen İtalya, Belçika, Almanya, Hollanda
ve Türkiye’de bulunan nükleer silâhlardan memnun değildi. Savaş sonrası
gelişmeler ekonomik açıdan bilhassa Belçika’ya zarar vermişti, bu nedenle NATO
merkezinin Brüksel’de bulunması bu ülkenin bağlılığını iyice artırdı.
Sovyetler’in dönüşmesi ve dağılması ile birlikte
birçokları NATO’nun hükmünü yitirdiğini düşündü. Ancak 11 Eylül saldırısı
ittifakın canına can kattı. Resmi düzeyde bir NATO harekâtı olmasa da Irak
işgali süreci derinleştirdi, Afganistan müdahalesi yüzünden Beşinci Madde her
türlü temelini yitirdi. Afganistan’a yönelik saldırıya elli ülke katıldı.
Bunlar arasında tarafsızmış gibi duran İsveç ve silâhlardan arındırılmış olan
Japonya da vardı. Son terör saldırısı Avrupa’da NATO’ya verilen desteği
artırdı. Fransa ittifaka daha da yakınlaştı.
Kimileri NATO faaliyetlerinin ve varlığının BM
ruhuyla çatıştığına inanırken, kimileri de NATO’nun bilgi birikimi ve yüksek
teknolojili silâhlarıyla BM’nin kolektif güvenliğine ait temel askerî gücü
olduğu tespitini yapıyorlar.
Şu bildiğimiz muz
cumhuriyetlerinde ABD askerî kurumları ve istihbarat kurumları ile kurulan
bağlar üzerinden başka bir ülkenin dış ve/veya iç politikalarını kontrol
ediyor. Bugün muzların yetiştiği ülkelerde direnişe tanık olunurken, “sosyal
demokrat”, “tarafsız” ve “barışçı” olduğunu iddia eden Batı Avrupa ülkeleri
giderek birer muz cumhuriyeti hâline geliyor. Halk arasında savaş karşıtı
düşünceler güçlü ve insanlar protestolar gerçekleştiriyor, oysa Avrupa’nın
ordu, siyaset ve şirket elitleri ABD’deki ordu-sanayi kompleksine giderek daha
fazla bağımlı hâle geliyor ve ona daha fazla suç ortaklığı yapıyor.
Joan Roelofs
19 Şubat 2016
19 Şubat 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder