05 Şubat 2016

, ,

Dostlara ve Yoldaşlara


Avrupa Cesetler ve Yağma Üzerine Kuruludur
Dostlar, yoldaşlar, İtalya Parlamentosu Temsilciler Meclisi’nde bulunmak benim için büyük bir onurdur.
* * *
Bir yıl önce arabamla Lübnan’daki Bekaa Vadisi’ne gidiyor, oradaki mülteci kamplarının durumunu görüntülüyordum. Kış yüzünü göstermişti ve Lübnan-Suriye sınırındaki dağlar karla kaplıydı. Hava soğuk, çok soğuktu.
Baalbek’ten ayrıldıktan yirmi dakika sonra oldukça mütevazı, geçici bir mülteci kampına rastlandım, kuş uçmaz kervan geçmez bu yerde kamp neredeyse yola taşmıştı.
Durdum. Tercümanımla birlikte kampın içine doğru yürüdük, birçok insanla sohbet etme imkânı bulduk.
Durum iç karartıcıydı. Çocuklar açtı ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği veya Lübnan hükümeti üzerinden o dönemde çoğu çökmüş bulunan okullara kaydolma imkânı da bulamıyorlardı. Göçmenler için basılmış birçok elektronik yiyecek kartı çalışmıyordu. Kimseye çalışma izni verilmiyor, uygun evraklar edinilmediği takdirde yereldeki sosyal hizmetlerden istifade edilemiyordu. Hâsılı, yaşanan tam bir felaketti.
Söz konusu bölgede bana kimi Suriyeli mültecilerin açlıktan öldükleri söylendi.
Bahsini ettiğim yer Bekaa Vadisi, yola çıkmak için zor bir yerdi, antik geleneklerle, kabilelerle, çetelerle ve uyuşturucu işiyle tıka basa bir yerdi. Mültecilerden hep başları öne eğik yürümeleri isteniyordu mesela.
Oradan ayrılmadan önce iki küçük kız, iki kız kardeş geldi yanıma. İkisinin de karnı şişti, yetersiz beslenmeden muzdaripti. İkisinin de elbisesi yırtık pırtıktı. Her ikisi de yoksul görünüyordu.
Kamerayı yüzlerine çevirdiğimde şaşırdılar, gülümsediler, dillerini gösterip gülümsediler.
Ülkeleri virane, gelecekleri belirsizdi.
Ama dağların ortasında bu iki küçük kız hayata ait her bir detaya can veriyor gibiydi. Ne kadar masumlardı! Nasıl da umutlulardı! Savaşlarda bile her yerde insan gene insan, çocuk gene çocuktu.
Maalesef onlardan çokça gördüm. Çokça savaşa tanıklık ettim. NATO, İmparatorluk, ABD ve Avrupa eliyle icra edilen çokça barbarlığı gördü bu gözler.
Sonra Fransa’nın Calais, Yunanistan’ın Kos adasında çalışırken aklıma hep bu iki kız düştü.
Batı (ya da NATO ya da siz ne derseniz o, hepimiz bu kelimenin ne anlama geldiğini biliyoruz!) tüm Ortadoğu’yu o alaycı üslubuyla istikrarsızlaştırıp yok etti. Dünyanın tüm kıtalarında yaşandığı üzere muhteşem kültürleri mahvetti, elini attığı her yeri yağmaladı, gururlu insanları birer köleye çevirdi. Libya ya da Irak artık yok! Tüm Ortadoğu’da çalışmış biri olarak bu benim tanıklığımdır.
Sonra Batı altın kaplı sığınağına kapattı kendisini, ganimetlerini yavaşça ve iğrenç bir biçimde mideye indirdi!
Avrupa’nın “kabul edemem” dediği mülteci sayısı kaç? 1 milyon mu? O ufak tefek Lübnan’da 2 milyon mülteci var. Tüm bu yükle zor da olsa başa çıkıyor!
Üstelik Suriye, Libya, Afganistan ya da Irak’ı yok eden Lübnan değil.
Tüm o insanlar neler hissediyor, biliyor musunuz? Kendilerini bir çetenin karısına gözleri önünde tecavüz edilmiş adam gibi, kocası katledilen eş gibi, güzel evi yağmalanmış biri gibi hissediyorlar. Şimdi bu kadın enkazın altında açlıktan ölen çocuklarını kurtarmak için Avrupa’ya, o hayatını mahveden tecavüzcülerin ve hırsızların yanına gelip sığınılacak bir yer, bir dilim ekmek istemek zorunda. Oysa o Avrupa o kadının yüzüne tükürüyor! Ona diyorlar ki “Burada çok insan var, sana ve senin gibilere barınacak bir yer vermemiz zor! Ey kadın, sen buraya bizim sırtımızdan geçinmek için geldin. Bizim hilafımıza daha iyi bir hayat yaşamak için buradasın!”
Tüm o sözler dışarıdan bu şekilde işitiliyor. Benim gördüğüm budur.
Bu yaşananlar midemi bulandırıyor. Artık vakit yok… Bu çılgınlığa bir son vermek için birilerinin gece gündüz çalışması gerek.
Avrupa’yı da içerecek biçimde tüm Batı’nın kalbi işlediği o suçlardan ötürü iyice katılaşmış, tövbe etmesine gerek olmayan, herkesle alay eden bir mertebeye yükselmiş sanıyor kendisini.
Hiçbir şeyi görmeye cüreti olmadığı için kör kalmak onun kaderi sanki!
* * *
Artık Avrupa’da sol diye bir şey yok. Küba ve diğer devrimci ülkelerde anladığımız soldur kastım.
Bize göre gerçek sol enternasyonalizmdir, dayanışmadır!
Gerçek sol küreseldir, eşitlikçidir, insanların deri renklerine bakmaz.
Avrupa’daki sözde sol sadece kendi yurttaşlarının aldığı sosyal yardımlarla ilgileniyor. Tüm o fonların nereden geldiğini zerre umursamıyor.
Fransız, Yunan, İspanyol veya İtalyan çiftçiler sübvansiyonlarını ve yan ödemelerini aldıkları sürece Afrika veya Asya’daki tarım mahvolmuş, kimin umurunda. Bir şeyler üretsin ya da üretmesin, daha önemli olan Avrupalı çiftçilerin en son model BMW’larını sürmeleri zaten.
Senegal gibi ülkelerde ve diğer Fransız sömürgelerinde uygulamaya sokulmuş tuhaf kavramlara tanık oldum: devletin yoğun bir biçimde sübvanse ettiği Fransız gıda ürünleri Batı Afrika’yı istila etmiş, süpermarketler açılmış, yereldeki üretim çökmüş. Sonrasında da fiyatlar Paris’teki fiyatların iki-üç katına çıkmış. Böylelikle Fransa’daki bir insanın gelirinin yüzde onunu alan Senegalliler Monoprix’te satılan yoğurda üç kat para ödemek zorunda kalmış.
35 saatlik haftalık çalışma için ücretleri kimler ödüyor? Avrupa Birliği’nde sosyalleştirilmiş tıbbi hizmetler ve ücretsiz eğitimin parasını kim veriyor? Avrupalıların vermediği kesin! Fonların büyük bir kısmı sömürgelerden, Batı’nın akla hayale sığmayacak biçimde yağmaladığı o dünyadan geliyor.
Orada hâlâ sömürgecilik ve emperyalizm var, o sadece sıklıkla form değiştiriyor, beyaz olmayan ülkelerdeki halkların sırtındaki yük hâlâ aynı.
Bugün Kongo’da bulunan Belçika Kralı II. Leopold ve yardakçıları yirminci yüzyılın başında on milyon insanı katlettiler. 1995’den bugüne kadar Batı Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ni Ruanda, Uganda ve Kenya gibi Afrika’daki en yakın müttefiklerini kullanarak hiç acımadan yağmalamaya devam etti. Sadece yirmi yıl içerisinde yedi ilâ on milyon insan öldü. Bunlar öyle şişirilmiş rakamlar da değil. Birleşmiş Milletler ve raporlarından alınan rakamlar. Bunlardan biri de “Haritalandırma Raporu” adını taşıyor. Tüm sebep olduğu dehşetle birlikte Batı (cep telefonlarında kullanılan) koltan, uranyum ve diğer stratejik materyallere ulaşabiliyor. Ruanda Hamlesi isimli belgesel filmimde tüm kanıtları aktardım.
Avrupalılar o sosyal yardımlarına, uzun tatillerine ve sosyal hizmetlerine tüm o mahvedilen hayatlar ve ülkeler sayesinde kavuşabiliyor.
Napolili İtalyan yönetmen dostumla bu meseleyi tartışırken o beni tersleyerek “Çinliler gibi olmak istemiyoruz. Onlar gibi çok çalışmak niyetinde değiliz!” demişti.
Ben de şu cevabı vermiştim: “O zaman ayağınızı yorganınıza göre uzatın! Şirketlerinizin ve hükümetlerinizin on milyonlarca insanı katletmesine izin vermeyin ki o şirketler aşırı kârlar elde edemesin ve yurttaşlar da oldukça yüksek yardımlara kavuşmasın.”
Kısa süre önce Tayland’da işsizlik maaşlarıyla Güneydoğu Asya’da tatile çıkanlara gülen işsiz İspanyollardan oluşan bir grubun sohbetine kulak misafiri olmuştum.
Batı’ya bağımlı olan, işini kaybetmenin idam cezası ile eşanlamlı olduğu birçok ülke biliyorum. Bizden İspanyollara, İtalyanlara ve Yunanlılara üzülmemiz isteniyor. Bizden onları birer mağdur olarak görmemiz bekleniyor.
* * *
Üzgünüm ama söylemem gerek: sadece ABD değil Avrupa da o keyifli hâli dâhilinde dünyada oynadığı rol, verdiği zarar, tüm gezegene yaydığı dehşet hâli konusunda alabildiğine cahil.
Son dört yıldır dünyayı karış karış geziyorum, Batı’nın sömürgeci, yeni-sömürgeci ve emperyalist mirasını ayrıca mevcut yeni-sömürgeci barbarlıkları resmeden kanıtları ve tanıklıkları topluyorum. Bu tespit şoke edici ama gerçek. Kitap 840 sayfa ve ismi Exposing Lies Of The Empire [İmparatorluğun Yalanlarını İfşa Etmek]. Umarım bir gün İtalyancaya da çevrilir!
Kitap coşkuyla karşılandı. Bu kalın kitap çalışmanın sonu değil. Şimdi ikinci cildi hazırlıyorum. İçeriği daha kapsamlı. Gezegenimiz üzerinde yaşayan insanlara karşı Batı’nın işlediği suçları, gerçekleştirdiği soykırımları, holokostları yazıyorum.
Her şey onlarla bağlantılı! Tüm dünya bu eylemleri dayanak alarak düzenleniyor.
On Western Terrorism – From Hiroshima to Drone Warfare [Batı Terörizmine Dair: Hiroşima’dan İHA Savaşına] isimli kitabımızı dostum Noam Chomsky ile birlikte kaleme almıştık. O kitap üzerinden, Chomsky son yüzyıllarda Avrupalılar dünyaya neler yaptıklarının gerçekten farkındalar mı sorusunu yöneltmişti.
(Bir kenar notu düşmek gerekirse, bu kitap İtalyancaya Terrorismo Occidentale adıyla tercüme edildi.)
Ben de Noam’a şu cevabı vermiştim: “Kesinlikle farkında değiller!”
Burada bir kez daha tekrar ediyorum: Avrupalıların büyük bir bölümü farkında değil! Onlar opera binalarının, hastanelerinin, müzelerinin, parklarının, mesire yerlerinin Latin Amerika’dan ve onun kesik damarlarından Asya ve Afrika’ya dek, her şeyi çalınan insanların cesetleri üzerine inşa edildiği gerçeğini kabul etmek, görmek istemiyorlar. Kölelik, akla hayale sığmaz imha kampanyaları, upuzun bir dehşet eylemi listesi, Avrupa’nın sicili budur!
Noam ile tartışmamıza başlamadan önce üst düzey birkaç istatistikçiyle biraz vakit geçirdim. Elde ettiğimiz sonuç tüyler ürperticiydi: Batı doğrudan veya dolaylı olarak Hiroşima’daki atom bombasından bu muhabbeti gerçekleştirdiğimiz 2012 yılına dek uzanan süre zarfında kırk ilâ elli milyon insan katletmiş.
Tüm tarih boyunca tüm dünya genelinde doğrudan veya dolaylı olarak Avrupalı imparatorluklar eliyle katledilen insanların sayısı ancak yüz milyonlarla ölçülebiliyor. Bir istatistikçi dostumun kanaatine göre toplam rakam bir milyarı aşıyor.
* * *
Kısa süre önce Pekin’deki Çin Sosyal Bilimler Akademisi’nde ve Rus felsefecilerle Rus Bilim Akademisi’nin bir dizi üyesi tarafından davet edildiğim Moskova’da konuşma fırsatı buldum. Buralarda “Avrupa’da ücretsiz sağlık hizmetleri ve ücretsiz eğitime karşı olduğumu” söyledim.
Bana neden diye sordular. Ben de şu izahatı verdim: tüm dünyada her şeyi çalınan, hayatları mahvedilen insanların maliyeti öyle yüksek ki kimsenin bu maliyeti karşılaması mümkün değil.
Sözlerime şu şekilde devam ettim: “Tüm dünya genelinde sağlık hizmetlerinin, eğitimin ücretsiz olmasını, temel sosyal yardımların herkese verilmesini savunuyorum. Küba’da ifade edildiği biçimiyle, “ya herkes dans eder ya da kimse!”
Küna, Çin, Venezüella, Bolivya, Güney Afrika veya Ekvador gibi dünyayı yağmalamayan ülkelerde sağlığın ve eğitimin ücretsiz olmasını, sosyal yardımların dağıtılmasını hoş görebilir, destekleyebilirim.
* * *
Bugün Batı dünyanın neredeyse tamamını yıkıma uğratmanın sorumluluğunu kabullenmemekle kalmıyor ayrıca insanların dikkatlerini başka yöne çekmek için her türden propaganda taktiğini ve sis perdesini kullanıyor. Etrafa nihilist ekonomi kavramları, propaganda ve apaçık yalanlar saçıyor.
Batı eğitimi silâh gibi kullanıyor, soydukları ve kontrol ettikleri ülkelerdeki elitlerin çocuklarına burslar veriyor. Beyinleri yıkandıktan sonra bu çocuklar ülkelerine dönüp kendi ülkelerini ABD ve Avrupa adına ülkelerinin ırzına geçiyorlar.
Bu fasit daire bu şekilde varlığını sürdürüyor!
Çokça tuhaf durumla karşılaştım. Örneğin Hollanda tatilinden dönen üst sınıfa mensup Endonezyalı bir aile Endonezya’dakilerle kıyaslayarak, Hollanda’daki tiyatro binalarının, müzelerin ve kamusal alanların ne kadar harika olduğuna dair uzun bir tirada girişti.
Elbette harikalar! Hepsi de Hollanda’nın Endonezya’dan yüzlerce yıl yağmaladıkları sayesinde inşa edildi. Altın kaplı, o cesetler üzerinde yükselen İspanyol katedralleri de öyle.
Noam Chomsky’nin sık sık ifade ettiği üzere: “Tüm bu olan biteni gerçekliği ile görmemek mükemmel bir disiplini gerekli kılıyor.”
* * *
Batı İmparatorluğu’nun uyguladığı zorbalığın eşi benzeri yok. Ondaki iyiliğe inanmayan hâl çok derin!
Müslüman ülkelerde “terörist” denilenlere bir bakın, hepsi de Batılı hükümetlerin ve medyanın gözlerimizin önünde sallayıp durdukları birer bostan korkuluğu!
İslam kültürü alabildiğine sosyalisttir ve toplumsal olana meyyaldir. II. Dünya Savaşı sonrası Mısır, İran ve Endonezya gibi birçok önemli Müslüman ülkeyi seküler, sosyalist, devrimci ve Batı karşıtı hükümetler yönettiler.
Yirmi yıl içerisinde Batı bunların hepsini devirip yerlerine faşist rejimler tesis etti.
Sonra mücahidleri icat edip Sovyetler Birliği’ne son vermek için Afganistan’a sürdü.
Komünizm denilen düşmanın yerine bir şey koymak ihtiyacı hâsıl olunca El-Kaide, Nusra ve IŞİD gibi örgütleri silâhlandırdı, eğitti ve yetiştirdi.
Bu hamle iki önemli hedefe hizmet etti: astronomik ordu ve istihbarat bütçeleri için kılıf bulmaya ve Batı/Hristiyan medeniyetini “kültürel açıdan üstün” gösterip, “birer canavar olan Arap teröristler”le savaşmaya.
Elbette Avrupa ve Kuzey Amerika’daki halkların ekseriyetinin beyinleri yıkanmış durumda, fikren kendilerini üstün görüyorlar, oysa aklen ve ahlâken ölü, Makyavellici bir üslupla tek ayak üzerinde dönüp duranları hiç mi hiç görmüyor.
Avrupa’daki kamuoyu için ırkçı inançlara ve korumacılığa bağlanıp kalmak için çokça “iyi sebep” var. Milyonlarca kafanın kendisini kuma gömmesi için daha iyi sebepler öne sürmek mümkün!
Olan bu zaten.
* * *
Bugün buradayım, İtalya’dayım, ABD’yi, İsrail’i, diğer sömürgeleri ve Batı’Nın vekil devletlerini tartışmak niyetinde değilim. Bir daha davet ederseniz bu tartışmayı o vakit yaparız.
Avrupa hakkında konuştum.
Lübnan’da tanıştığım iki Suriyeli kızdan bahsettim.
Onların o hâlde olmasında sizin de sorumluluğunuz var ey İtalya! Dünyanın geri kalanı ülkelerini viraneye çevirdiği için yetersiz beslenmeden muzdaripler. Çünkü sizin ülkeniz NATO üyesi, çünkü NATO açıktan mafyavari davranışlar içerisinde olan faşist bir çete gibi davranıyor.
Yüreğinizi biliyorum!
Sizin, Fellini, de Sica, Rossellini, Antonioni ve diğerlerinin filmleriyle büyüdüm. Şiirinize ve müziğinize büyük bir hayranlık duyuyorum. Onlar eserlerim ve dünyayı görme biçimim üzerinde muazzam bir etkiye sahip.
Ama yüreğiniz sadece kendi insanınız için atıyor. Bu enternasyonalist bir yürek değil. Tüm insanların eşit olduğuna inanmıyor.
Buraya bunu söylemeye geldim, zira bunları söylemeye kimsenin yüreği yetmiyor.
Buraya geldim çünkü ülkenizi hâlâ umursuyorum.
Ama kararlı bir sosyalist realist olarak ben şu an için İtalya’yı “olduğu hâliyle” değil, “olabileceği, olması gerektiği hâl” itibarıyla önemsiyorum.
Teşekkür ederim!
Andre Vltchek
5 Şubat 2016

0 Yorum: