15 Şubat 2016

, ,

Che Gazze’de


18 Haziran 1959 tarihinde Che Guevara, askerî üniforması içinde ve yanında bulunan, kendisi kadar etkileyici bir görünüme sahip birkaç yoldaşıyla birlikte Gazze’ye geldi. Bugünkü ününe bakarak, o günlerde 31 yaşında olan Che’nin belki de Filistinli direnişçilere (Fedailere) gerilla savaşı eğitimi vereceği, onları foko taktikleri hakkında bilgilendireceği ya da o tarihte İsrail karşısında on yılı devirmiş olan direnişlerine dair malumat alacağı düşünülebilir. Nitekim benim de bu ziyareti öğrendiğimde, ilk aklıma gelen sorular bunlardı. Bu ziyaretin amacı, devrimci taktik alışverişi miydi? Che, Filistinli direnişçilerle uzun süreli bir ilişki kurmak üzere mi gelmişti? Gazze’ye ilgisi, onun sömürgeciliğe karşı uluslararası bir direniş yuvası olması mı idi? Bu ziyareti gerçekleştirmesinin sebebi tam olarak neydi, Che orada kimlerle buluştu? Bunlar cevabını merak ettiğim sorulardı.
Resmin üzerinde şunlar yazılı: “Küba Devrimi kahramanı Guevara’yla beraber. Genel Vali Korgeneral Ahmed Salim’in ikametgâhı. Gazze, 1959.”
Che’nin bu merak uyandırıcı ziyaretinden yaklaşık üç yıl önce haberdar oldum. Arşiv çalışması yaparken karşılaştığım bir kişi bana, Che’nin Şati mülteci kampını ziyaret ettiğini ve oradaki Filistinlilerce muhabbetle karşılandığını bir yerlerde okuduğundan söz etti, ama nerede okuduğunu hatırlamıyordu. Bu malumat yeterli değildi. İnternette araştırma yaparken, yukarıda yer alan, Che’yi ve diğer ileri gelenleri Mısır’ın kudretli Gazze Valisi Ahmed Salim’le beraber gösteren resmi buldum. Che’nin biyografisini kaleme alan ve güvenilir bir isim kabul edilen Jon Lee Anderson da kitabında birkaç ayrıntı ve bir tarih veriyordu, hepsi o kadar. Ben de böyle mütevazı bir başlangıcın ardından arşivlere dalarak, bu ziyaretin ve fotoğrafın arkasındaki hikâyeyi öğrenme işine girişmeye karar verdim. 
İsrail devlet arşivlerinden başladım işe. 1948 savaşının sonundan 1956’ya ve yine 1957’den (Altı Gün Savaşı sonunda İsrail’ce işgal edildiği yıl olan) 1967’ye kadar Gazze, Mısır’ın idaresindeydi ve Mısır ordusu, Filistinlilerin yaşamının İsrail’e karşı direniş ve sızma eylemleri dâhil her yönünü denetim altında bulunduruyordu. İsraillilerin gerilla savaşının baş teorisyenlerinden ve uygulayıcılarından olan birinin gerçekleştirdiği böylesine dikkat çekici bir ziyareti atlamış olamayacaklarını düşünmüştüm, ama yanlış düşündüğüm ortaya çıktı; atlamışlardı. İsrail arşivlerinde bu ziyaretin izine rastlamak mümkün olmadı. Mısır arşivlerinde de bir kanıta ulaşamayınca Arap basınına bakmaya karar verdim. Bulgularım beni şaşırttı, zira Mısırlıların bu ziyareti ihmal ettikleri anlaşılıyordu.
Che’nin Mısır (aslında Birleşik Arap Cumhuriyeti) ziyareti, görünen o ki kısa ve gösterişsiz bir ziyaretti ve Küba’nınki gibi rakip devrimci projelere ilgileri zayıf olan Mısırlı yetkililerin sıkı denetimi altında gerçekleşmişti. Che’nin Gazze’ye gidişinde ise denetim daha da artırılmıştı. Basının katılımı olabilecek en düşük düzeyde tutulmuş, simgeleşecek hiçbir fotoğraf yayınlanmamıştı. Anlaşılan o ki geriye tek bir resim kalmıştı. Che ve Kübalılar, birkaç mülteci kampını ziyaret etmişlerse de günün sonunda kendilerini Filistinli devrimci Fedailerin liderleri yerine BM Acil Durum Gücü’ne bağlı Brezilyalı bir askerî birliğin üyeleri ile yemekte bulmuşlardı. Gerçekten de ne Fedailerin tek bir üyesi mevcuttu ve ne de devrimci teori, yeni sömürgecilik, Siyonist emperyalizmi ve 1960’ların küresel direnişine ilişkin diğer konular konuşulmuştu. Che, Gazze’ye vardıktan 24 saat sonra Kahire’ye döndü. Gazeteler, ertesi gün hikâyeyi suskunlukla geçiştirdiler.
Haile Selassie, 1960 civarı.
Kahire’de de olan biten farklı değildi. Kübalılar gündemde değildi, Mısırlılarsa daha ziyade Etiyopya kralı Haile Selassie’nin ziyareti ile ilgili görünüyorlardı. Selassie’den çok, Kübalılardan az söz ediliyordu basında. Gerçi Kübalılar görmezden geliniyor değildi. Her ne kadar Che’yi resmî olarak havaalanında karşılayamayacak kadar meşgul olsa da ertesi gün Nasır, Che’ye BAC’nin en yüksek nişanını takdim etti. Ziyaretin bir yerinde Mısırlılar, toplumsal eşitlik için bir tarım devrimini nasıl başlattıklarını anlattılar, sonrasında ise Kübalılara sanayileşmeye nasıl yaklaşmaları gerektiği konusunda muhtelif teori ve öneriler sundular. Bilahare Kübalılar Şam’a geçtiler ve orada Selahaddin Eyyübi’nin mezarını ziyaret ettiler.
 
Arap dünyasının devrimci merkezine yapılan bu ziyaret bize, Che’nin o tarihte henüz 1960’ların devrimci sembolü hâline tam olarak gelmediğini gösterir nitelikte. Nitekim ziyaretin daha ziyade üçüncü dünyada kendini muhtelif ülkelerin ilericilerine tanıtmak ve belki de birtakım ticarî bağların oluşmasına katkıda bulunmak üzere yaptığı üç aylık bir gezinin parçası olduğu anlaşılıyor. 
Küba bu geziyle, dünyadaki devrimci rolüne ilişkin bir araştırmaya da başlamış oluyordu. Üç yıl sonra Che, üçüncü dünyanın yeni insanının sembolü hâline gelecek ve Mısır gazetelerinde ön sayfalarda boy göstermeye başlayacaktı. Nitekim Nasır’la daha sonraki buluşmalarında, artık Nasır kendisini Che’nin mütevazı bir takipçisi olarak takdim edecekti. Bu noktada elbette 1960’ların küresel direniş kültürü, Arap siyasetinin de ayrılmaz bir parçası durumundaydı.

Filistinlilere gelince; 1950’lerin Fedaileri şu anda ilişkilendirildikleri gerilla kültürüne esasta görece uzaktılar. Ama bu durum da değişmek üzereydi, zira 1960’lı yıllarda Che, FKÖ’yle yakın bir ilişki geliştirmiş ve Filistinli savaşçıların yeni nesli hem onun örnekliğinden hem de küresel direniş kültüründen hayli etkilenmişlerdi. İsrail, Gazze şeridini işgal edip oraya yerleştiğinde bu savaşçılar sahneye çıkacaklardı. İsrail’e karşı solcu Filistin gerillaları Muhammed Esved’in önderliğinde doruğa ulaşan bir direniş başlattılar; Esved’in lakabı “Gazzeli Guevara”ydı.
Esved İsrailli askerlerle 1973 yılında girdiği bir çatışmada ölene dek Che’nin mirasını onurla taşıdı.
Bugün hâlâ Gazze’de idealist ana babalarınca konmuş olan Guevara adını taşıyan insanlar var. İşte Che’nin Gazze’ye ilişkin hikâyesi böyle seyrediyor; mütevazı bir ziyaretle başlayıp bir adamın Filistinliler nazarında sadece kendi ülkesini değil, dünyayı da özgürleştirmek isteyen bir direniş sembolüne dönüşmesi ile devam eden bir seyir bu.
Yoav Di-Capua
18 Mart 2015

0 Yorum: