25 Ocak 2016

Yıkım Bir Mücadele Aracı Olabilir mi?

Sol komünist basında Reichstag’ın yakılmasına dair değerlendirme, bizi bir kez daha başka sorular sormaya itiyor. Yıkım, işçiler için bir mücadele aracı olabilir mi?

Her şeyden önce şu söylenmeli: kimse, Reichstag (meclis binası) yerle yeksan olsa, gözyaşı dökmez. Bu bina, 1871’de İmparatorluğun şaşaalı bir imajı olarak, modern Almanya’daki en çirkin binalarından birisiydi. Ama daha güzel binalar, içi sanatsal hazinelerle dolu müzeler de var. O hâlde, ümitsizliğe kapılmış bir proleterin kapitalist hâkimiyetten intikam almak adına kıymetli bir şeyi imha etmesini nasıl değerlendirmeliyiz?

Devrimci bir bakış açısından bakıldığında, böylesi bir davranış değersizmiş gibi görünür, başka bir açıdan da bunun olumsuz bir tavır olduğu söylenebilir. Böylesi bir saldırıdan burjuvazi zerre zarar görmez, zira o kârına olduğunda birçok şeyi zaten sürekli yıkmakta, parasal değeri başka her şeyin üzerine yerleştirmektedir. Kıymetli bir şeyi imha etme girişimi, sanatçıların nispeten sınırlı toplumsal katmanının, güzel şeylerin amatörü olanların, bir kısmı işçilerin safında dövüşen, çoğunlukla anti-kapitalist duygulara sahip (William Morris ve Herman Gorter gibi) kişilerin yüreğini burkar. Her hâlükârda şunu sormak gerekir: Burjuvaziden intikam almak için bir sebep var mıdır? Kapitalizm yerine sosyalizmi getirmek burjuvazinin görevi midir?

O, aslolarak kapitalizme ait tüm güçleri muhafaza etmeye dönük bir rol oynar. Her şeyi yıkmak, proleterlerin bir görevidir. Bunun ardından, şunu söylemek lazım: eğer kapitalizmin sürekli kılınmasında birileri sorumlu tutulacaksa o da mücadeleyi ihmal eden işçi sınıfı olmalıdır. Son soru da şudur: Yıkım yoluyla o yıkılan şey kimden alınmaktadır? Bir gün her şeye hâkim olacak olan muzaffer proleterlerden.

Elbette tüm devrimci sınıf mücadelesi iç savaş formu kazandığında daima yıkımı kışkırtacaktır. Her türden savaşta düşmanın destek noktalarının imha edilmesi gerekir. Kazanan, çok fazla yıkıma sebebiyet vermekten kaçınsa da kaybeden, saf kinle işe yaramayacak bir yıkıma yol açmak isteyecektir.

Çöküşe geçen burjuvazinin savaşın sonuna doğru tüm gücüyle elinden geldiğince her şeyi yıkıma uğratması muhtemeldir. Diğer yandan, yavaş yavaş egemen olan işçi sınıfı için yıkım artık bir mücadele aracı olmaktan çıkacaktır. Aksine bu sınıf geleceğin insanlarına, tüm o sonradan gelecek olanlara bu dünyayı zengin ve olumsuzluklardan etkilenmemiş bir şekilde aktarmaya çalışacaktır. Bu, sadece onun geliştirip mükemmelleştireceği teknik araçlar değil, bilhassa yeniden inşa edilmesi mümkün olmayan geçmiş kuşakların anıtları ve hatıraları için geçerlidir.

Eşitsiz özgürlüğün ve kardeşliğin taşıyıcısı olan yeni insanlığın geçmiş yüzyıllara ait şeylerden daha güzellerini ve daha muhteşemlerini yaratmasının muhtemel olduğu tespitine kimse itiraz etmeyecektir. Dahası, yeni özgürleşmiş insanlık, eski kölelik durumunu temsil eden, geçmişe ait bakiyelerin ortadan kaybolmasını sağlamak isteyecektir. Bu, aynı zamanda devrimci burjuvazinin yaptığı ya da yapmak istediğidir de. Onlar için geçmiş tarihin tamamı cehalet ve kölelikten ibaret bir karanlıktan başka bir şey değildir, oysa devrim, akla, bilgiye, erdeme ve özgürlüğe ithaf edilmiştir. Tersten proletarya ise ataların tarihini oldukça farklı ele alır. Toplumun gelişimini ardı ardına gelen üretim biçimleri olarak gören Marksizm temelinde proletarya, emeğin, araçların ve emek araçlarının giderek artan verimliliğe yol açacak şekilde gelişmesi temelinde insanlığın uzun ve zorlu ilhakı üzerinde durur. İlkin ilkel toplum aşamasından, ardından sınıflar mücadelesinin yaşandığı sınıflı toplumlardan geçilerek insanın kendi kaderinin efendisi hâline geldiği komünizme geçilir. Her bir gelişme aşamasında proletarya, kendi doğasıyla ilişkili özelliklerini bulur.

Barbarlığın hâkim olduğu öntarihte proletarya, ilkel komünizmin dayanışma ahlakını ve kardeşlik hislerini bulur. Küçük burjuva, el işçiliğinde aletlerin ve binaların güzelliğinde kendisini ifade eden çalışma aşkını keşfeder. Sonrasında gelenler, bu dönemi kıyaslanması mümkün olmayan şaheserlerle yüklü olarak değerlendirirler. Ardından egemen olan burjuvazide dünya yazınının en büyük eserlerinde ifade edilen ve insanın haklarını dile döken özgür olmanın gururunu keşfeder. Kapitalizmde ise teknoloji yoluyla insanın doğaya ve kaderine hâkim olmasını sağlayan doğa biliminin paha biçilmez gelişimini, doğanın bilgisini edinir.


Tüm bu dönemlerin ortaya koyduğu eser dâhilinde bu muhteşem karakter özelliklerine zorbalık, batıl inanç ve bencillik eşlik eder. Bizim mücadele ettiğimiz tam da bu günahlardır. Bunlar bizim önümüzde engel olarak duran, nefret ettiğimiz unsurlardır. Bizim tarih anlayışımız bize eksik yönleri büyümenin doğal aşamaları, insanların, anlaşılamayan bir toplumda, her yönüyle güçlü bir doğada henüz tam manasıyla insan olmayan varlığın hayat mücadelesinin bir ifadesi olarak görülmesi gerektiğini öğretmektedir.

Özgürleşmiş insanlık için o muhteşem ve etkileyici şeyler zayıflığın bir sembolü olarak kalacak, ama aynı zamanda güçlü olmanın hatırlatıcısı ve dikkatle korunmaya değer unsurlar olacaklardır. Bugün her şeye burjuvazi sahiptir ama bizim için tüm o şeyler her türlü zarar ziyandan korunup gelecek kuşaklara devredilmesi amacıyla özgürleştirilmesi gereken, bütünüyle kolektife ait birer maldır.

Anton Pannekoek
1933
Kaynak

0 Yorum: