26 Ocak 2016

,

Sahte Tarih


Bu kavga en sonuncu kavgadır artık
Enternasyonalle kurtulur insanlık.

1871’de Eugene Pottier tarafından kaleme alınan “The Internationale”, sosyalistlerin, komünistlerin, anarşistlerin ve sosyal demokratların marşıdır. Anti-faşist cumhuriyetçiler, bu marşı İspanya İç Savaşı (1936-39) esnasında söylemişlerdir.

Bugün Ukrayna’da Enternasyonal Marşı okursanız on yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilirsiniz. Kiev Meclisi, Sovyet rejiminin “kriminal yapısı”nı reddetmek amacıyla, Aralık ayında bu marşı okumayı suç hâline getiren bir kanun çıkarttı. Sovyet dönemine ait kartpostalları satmaktan komünist partiye üye olmaya, oradan Sovyet milli marşını söylemeye dek her şeyi, SSCB ile bağlantılı tüm sembol ve faaliyetleri cezalandıran bir kanun bu.

Volodymyr Chemerys, son makalesinde dikkatleri bu kanunun insan haklarını ihlal ettiği gerçeğine çekiyor:

“Komünizmden arındırma amaçlı bir kanun meclisten geçti. Bu kanun, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Hürriyetleri Koruma Anlaşması’nca güvence altına alınmış bir dizi temel hak ve hürriyetle çelişiyor. Bu hürriyetler arasında toplanma ve örgütlenme hürriyeti (11. Madde), ifade hürriyeti (10. Madde) ve konuşma hürriyeti bulunuyor.”

Bu kanun, Nazi ve Sovyet sembollerini birlikte yasaklasa da ve hafızadan silmeyi öngörse de ikinci bir kanun çıkartılıyor ve bu, Ukrayna Milliyetçileri Örgütü veya Ukrayna İsyan Ordusu’nun meşruiyetine halel getiren her tür ifadeyi yasaklıyor. Bu ordu, Ukrayna’nın bağımsızlık savaşçıları kabul ediliyor. Oysa bunlar, İkinci Dünya Savaşı esnasında Yahudilerin, Polonyalıların ve diğer halkların katledilmesi ve etnik temizlik konusunda Nazilerle işbirliği içerisinde olmuş, Sovyet karşıtı devrimciler. Kanunu kaleme alanlardan biri de Ukrayna İsyan Ordusu lideri Roman Şukeviç’in oğlu.

Komünizmden arındırma, Sovyet geçmişinin tüm izlerini silme meselesi için çok para gerek. Sovyetler’in veya komünist kahramanların hatırasını taşıyan şehir, sokak, park ve diğer yerlerin isimleri değiştirilmek zorunda. Orak-çekiç ve Sovyet armaları Kiev’deki Anavatan Anıtı’ndan söküldü. Anıt, Nazi Almanya’sına karşı kazanılan zafere dönük bir saygı ifadesi olarak dikilmişti. Değiştirilmesi düşünülen bir isim de Dnepropetrovsk şehrinin ismi. Şehre bu isim, devrimci Grigori Petrovski’yi onurlandırmak adına verilmiş. Diğer isimse suikasta kurban gitmiş Leningrad merkez komitesi birinci sekreteri Sergey Kirov’un ismini taşıyan Kirovgrad. Maalesef diğer değişiklikler de şunlar: “Büyük Vatansever Savaş” hissiz bir ifade olarak “İkinci Dünya Savaşı” şeklinde değiştirilecek. Batıya uyumlu biçimde bu konuyla ilgili geliştirilen söylem, Sovyet dönemine ait söylemin yerini alacak.

Bu türden anti-komünist adımların Amerikan kamuoyunu şoke etmeyeceğinin farkındayım. Zira onlar, Ukrayna’da yeniden yazılana benzer bir hikâyeyi yetmiş yıldır dinliyorlar. Bu, aslında oldukça basit bir hikâye: komünistleri akla getirmeye bile değmez. Liberal sol mahfillerde bile tarafsız bir üslupla komünizmden dem vursanız, hava birden soğuyor. Hafızalarında hâlâ büyük terör, tasfiyeler, gulag ve totalitarizm gibi kelimeler var ve bunlar, hâlâ onların zihinlerini kemiriyor. Bunların tümü, Nazilerin işledikleri suçlardan daha büyük. Stalin’in uyguladığı terör, yüz milyon kişiyi öldürmemiş miydi zaten?

Bu klişeler ve reklâm cıngılları, muhalefetin yaktığı ateşi söndürmek için elden ele içi su dolu kova gibi taşınıyor. Farklı bir gelecek tahayyül etmenin önü alınmaya çalışılıyor. Deneyimin yol açtığı travmadan bir şeyler öğrenilmesi istenmiyor. Resmi söylemin dile getirdiği “gerçekler”in sorgulanmasına karşı çıkılıyor. Bu akıl, herkesi ele geçiriyor. Orduya veya polise bile gerek yok. Dünyayı maniheist bir yoruma tabi tutmak, onu iyi-kötü şeklinde ikiye bölmek, faşizmin ilk sömürgesi. Bu anlayış, gerçekliği masallaştırıyor. Kahramanlara ve canavarlara ihtiyaç duyuyor. İmgelemi hassas ve canlı olan çocuklara iyi geliyor. “Renkli bir şeytan”dan korkulması isteniyor. Duygusal bütünlüğümüz deneyim yoluyla parçalanmadığı sürece, zihnimizde soyutluk dâhilinde yaşayıp gidiyoruz. Ne kadar garip olursa olsun, bugüne kötü niyetli ve oportünist bir biçimde uyum sağlıyoruz.

Ben şanslıyım bu konuda. Dünyadaki birçok insan gibi tarihle somut bir ilişkim söz konusu. İnsanın canını acıtan, nesillerin bedeninde yaralar açan bir tarih bu. Faşistler büyük babamı öldürdü (1932). Anti-faşist olduğu için mallarına el koydular ve ailesini açlığa, sefalete mahkûm ettiler. Ölümü resmî kayıtlara intihar diye geçti. Boğazı kesilmişti. Partizanlar ise faşistlere casusluk yaptığı için dedemi öldürdüler (1943), ellerini dikenli telle arkadan bağladılar. Öylece bir mağaraya attılar. Halkın adaleti işte.

Tarih hafızadır, çoğunlukla acıklı, bazen de komiktir. Köyüm İtalya-Yugoslavya sınırındaydı. Tito’ya bağlı partizanlarca kurtarıldı. Kurtaranları duvarlara yazdığımız “Smrt fasizmu; sloboda narodu” [Faşizme Ölüm Halka Hürriyet] sloganı ile selamladık. Bu kelimelerin altında Tito’nun bir resmi asılıydı, etrafında arkadaki çiftlik evinin bahçesinde bulunan dut ağacından kopartılmış yapraklar. Partizanlar köye yaklaşırlarken annem ve teyzem ağladı, erkeklere seslenip Tito’nun resmini indirmesini söylediler, zira yaprakları inek yemişti. Partizanlar cesur insanlardı ama Balkanlar’dan gelen yabancı Slavlardı. Bu durum köylüleri kızdırabilirdi. Sonrasında İtalya’da, kırklarda ve ellilerin başında kasabaların sokaklarından cenaze alayının “Bandiera Rossa” [“Kızıl Bayrak”] çalan bando eşliğinde mezarlığa gitmesi bir gelenek hâlini aldı. Tabutun üzeri kızıl orak-çekiç bayrakla örtülüyordu. Alayın önünde bir rahip ve onun yardımcılığını yapan çocuklar, ellerinde tütsülerle yürüyorlardı.

Demek ki tarih, toplumu bir arada tutan, gözyaşı ve kahkahalardan, karanlık ve ışıktan, anımsama ve unutmadan oluşan, karmaşık ve tutkulu çelişkilerin en yoğun yaşandığı anların ördüğü bir bağ. Tarih hakkında yalan söylemek, bu bağı koparmak, toplumları bölmek demek. Tarih, çoğunlukla ve özellikle insanların aldatıldığı, baskılara maruz kaldığı dönemlerde, kendisini roman dâhilinde ifade ediyor, zira tarih, karakterlerin hayatlarında mevcut zaten. Bu karakterler, olayların gelgiti içerisinde debelenen insanları temsil ediyorlar. Onların sahip oldukları anlam, sadece yaşadıklarında aşikâr hâle geliyor. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı, Elsa Morantes’in Tarih’i, Chinua Achebe’nin Dağılan Şeyler böylesi romanlar.

Özellikle savaşta abartılı, zorlama şeyler yaşanabiliyor. Hikâyeler güvenilir hâle sokmak zorunda bu gerçekleri. Poetika’sında Aristo, abartılı olan konusunda uyarıda bulunuyor. Ne pahasına olursa olsun bu tip durumlardan uzak durulmasını telkin ediyor. Aristo, Sofokles’in “Hükümdar Ödipus”unu ihtimalin en kusursuz örneği olarak öne çıkartıyor. Onda her bir unsur arasında belirli bir denge buluyor. Karakterler, konu, kurgu, manzara vb. arasında denge söz konusu. Oysa bu hikâye, ihtimal dışına ve düşünülemez olana dair. Baba katline ve enseste yol açan tesadüflerle ilgili. Sanat, hikâyeler Delphi Kâhini’ni (kader, tarih) açık, güçlü ve hakikatli konuşmaya zorlamak zorunda, yoksa dünyada kaos ve kakafoni hâkim olur.

Ukrayna ve Batı’da geçmişe veya bugüne ait hikâyelerin hiçbirisine güvenilemez. Örneğin ABD’de terörizm adına hükümetimize özgürlüklerimizi elimizden alma ve dünyanın ırzına geçme yetkisi veriyoruz. Oysa terör, zorlama bir hikâye. Görünüşü ayrıcalıklı kılıyor. Konusu tutarsız. Karakterleri anonim, birbirinden ayrıştırılamaz, insanlık dışı. Ortada binlerce kar maskesi, sayısız sarık var. ABD’de bir insanın terörizmin kurbanı ihtimali yüzde 0,00003, buna rağmen komşum evinin arka bahçesinde IŞİD tarafından öldürülmekten korkuyor.

2002’de Eric Hobsbawm, “tarih, alabildiğine icat edilen bir şey. Bugün tarihçilere, bilhassa şüpheci tarihçilere sahip olmak her zamankinden daha önemli” diyor. Görev bilinciyle, mesleklerinin gereğini yerine getirerek, Ukrayna konusunda uzman, yetmiş uluslararası tarihçi Petro Poroşenko’ya hitaben bir açık mektup kaleme aldı. Mektupta bu tarihçiler, Nisan 2015’te önerilen kanun tasarılarının imzalanmamasını istediler:

“Her iki kanun da epey rahatsız edici olabilecek sonuçlara yol açma ihtimaline sahip. Bu kanunlar, Ukrayna tarihinde en korkunç etnik temizlik eylemlerinden biri dâhilinde on binlerce Polonyalıyı katleden bir örgütü (Ukrayna İsyan Ordusu’nun –UPA) meşruiyetini sorgulamayı suç hâline getirmekle kalmayacak, ayrıca 1941’de Sovyet işgali sonrası Nazi Almanya’sı ile işbirliği yapan ve iki savaş arasında Batı Ukrayna’daki en aşırı politik gruplardan biri olan Ukrayna Milliyetçiler Örgütü’nü her türden eleştiriden muaf hâle getirecek. Ayrıca bu örgüt, Ukrayna’daki Yahudi karşıtı pogromlarda yer almış, Melnik hizbi üzerinden savaş boyunca işgal rejimi ile ittifakını sürdürmüştür. […] Tarihin kanun veya idare yoluyla saptırılması, akademik soruşturmanın en temel amacına, hakikat arayışına yönelik bir saldırıdır. Tarihsel hafızaya yönelik her türden resmî saldırı, insafsızlıktır. Güç ve ihtilaflı meseleler tartışma konuları olarak kalmalıdırlar. Kızıl Ordu içinde yer alıp Nazilerle savaşırken ölen bir buçuk milyon Ukraynalı saygıyı hak etmektedir. […] Oldukça önemli bir tarihsel olay olarak Nazi Almanya’sına karşı zafer elde etmiş olanlar ne suçlanmalı ne de bu milletten dışlanmalıdır.”

Esasında tarihsel hakikat, bugün her zamankinden daha acil bir gerekliliktir. Şurası açık ki geçmişin ırzına geçmek, halkın çoğunluğunun çıkarına olmayan, gayrimeşru ve istenmeyen bir geleceği dayatmak demektir.

Tam da Hobsbawm’ın ifadesiyle, yeni yüzyıl fırtına ekmektedir:

“Geçici bir hava tahmini: yirmi birinci yüzyılda savaş, muhtemelen yirminci yüzyılda olduğu gibi öldürücü bir nitelik arz edecektir. Ama silâhlı şiddet, yoğun çile ve kayıp, her zamanki gibi her yerde var olacak ve salgın gibi her yere yayılacaktır. Barış yüzyılı uzak bir ihtimaldir.” [2002]

Sahte tarih, bir tür kitap yakma eylemidir. Devlet, kitapları yakar, insanlar da onu izler. 2 Mayıs 2014’te Odessa’daki Sendika Binası’nın yakılması, bunun bir örneğidir. Bina, Kiev’deki Neonazi çeteleriyle bağlantılı cunta eliyle ateşe verilmiştir. Aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu yüzden fazla insan ölmüştür. İşte bu, gerçek tarih ve gerçek terörizmdir. Tüm bu yaşananları medya görmezden gelmiştir.

Luciana Bohne
26 Ocak 2016
Kaynak

0 Yorum: