28 Ocak 2016

,

Mısır Devrimi

3 Temmuz 2013’te Mısır, çemberi kapattı: halkın tatbik ettiği basınç, orduyu yeniden iktidara taşıdı. Oysa bir yıl önce halk, “demokrasinin zaferi”ni kutluyordu.

3 Temmuz darbesi, Mısır’ın ilk “seçilmiş” cumhurbaşkanının yönetimine son verdi. Mursi, aslında seçimle işbaşına gelen ilk cumhurbaşkanı idi, zira seleflerinden farklı olarak o, seçimlerde birkaç adayla yarıştı (bu, 1952 darbesinden beri Mısır’ın ilk kez tanık olduğu bir durumdu.). Ama sadece bir yıl süren rejimin tek özgül yanı bu değildi. O, 2011’de başlamış olan Arap Baharı’nın “Mısır versiyonu”nda kütlesel halk isyanlarının bir sonucuydu.

Mursi, aynı zamanda tüm Arap dünyasında İhvan kökenli ilk cumhurbaşkanıydı. Ülkenin başına ilk kez askerî geçmişi olmayan bir kişi geçiyordu. Dolayısıyla Mursi hükümeti, sadece destekçileri ve İhvan kadroları ile onu iktidara taşıyan seçimlere katılanlarda değil, ayrıca muhalifleri ve Mısır’la ilgilenen herkeste ümide yol açtı. 3 Temmuz darbesi, tüm bu ümitleri suya düşürdü. 

Bu makale, darbenin Mısır devriminin geçici olarak frenlenmesinden ibaret olduğuna dair tespiti incelemek için kaleme alındı.

I

Arap Baharı’nın yaktığı ateş, Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki tüm ülkelerin yüzüne vursa da Mısır, tüm dikkatleri üzerine çeken tek ülke oldu. Bunun nedeni, ülkenin büyüklüğü, tarihi, jeopolitik önemi idi. Bundan ayrı olarak Mısır, hep politik açıdan bölgede çok yönlü ve aktif bir ülke olagelmişti. Politik alandaki canlılık, ordunun çoğulcu yaklaşımların altını oymak ve bu yaklaşıma sahip olanları moralsizleştirmek için ortaya koyduğu her türden gayrete tanıklık etti. Politik alanda farklı ideolojileri temsil eden legal ve illegal birçok örgütün varlığı en önemli yönüydü, bu durum, ülkede çoğulcu yaklaşımların oluşumu konusunda her türden ümidin canlanmasına sebep oluyordu.

Mısır’ın (belli ölçüde Tunus’un) nispeten barışçıl halk hareketliliğine tanık olmasının sebebi budur. Ama gene de başarılı bir devrimi güvence altına almak için görüş ve ideolojilerdeki çeşitlilik yetmez. Esasında tüm ideolojilerin ve örgütlerin eşit politik desteğe sahip olduklarını iddia etmeleri bir sorun teşkil edebilir. Son üç yıl içinde Mısır’da tanık olduğumuz “kafa karışıklığı”, bu çeşitliliğin bir sonucudur.

Son yüzyıllarda proletarya devrimlerinin başarıyla örgütlenmesine tanıklık ettik. Bunun sebebi, bu devrimlerin “kafa karışıklığı”nı önceden halletmiş olmalarıdır. Burada bu “kafa karışıklıkları”ndan kitleleri çıkartacak ve pekişmelerini sağlayacak bir fikirler kümesi ve liderler mevcuttur. Buradan Arap Baharı’nın veya 2008 sonrası yaşanan diğer kitlesel başkaldırıların özgül ve hep el üstünde tutulan yönünün, belirli bir liderlikten veya birleştirici bir ideolojiden mahrum olması olduğunu tespit edebiliriz. Esasında bugün Arap Baharı, tüm ümitlerini yitirmenin eşiğinde ise bunun sebebi, onun birleştirici bir liderlik ve ideolojiden mahrum olmasıdır.

Kitleler arasında “demokrasi” konusunda yaşanan coşkunun birleştirici bir ideoloji olduğunu söyleyenler vardır. Bu kişiler, Mısır’ın demokrasiyi talep ettiğinin şüphe götürmeyecek bir gerçek olduğunu iddia ediyorlar. Ama bugün Mısırlıların ne tür bir demokrasiyi istedikleri konusunda belirli bir kafa karışıklığı yaşadığı görülüyor. Bu sebeple, “demokrasi” kelimesine birçok anlam yükleniyor. Dünya genelinde yaşanan politik gelişmelere dair yorumlarda bulunanların çoğu, en güçlü örgütlü politik hareketin teokratik bir devlet kurmayı düşlediği bir siyaset alanında, liberal demokrasinin yol açtığı sonuçlara dair endişelerini dile getiriyor. İhvan’ın Mübarek’in devrilmesinden sonra yapılan ilk seçimlerdeki performansı buna bir örnektir.

Mursi’nin “demokratik yoldan” seçildiğini söyleyebilir miyiz? Eğer söyleyemiyorsak, demokrasiyi tercih ettiğimize göre, halkın seçtiği cumhurbaşkanını savunmak da bizim sorumluluğumuz değil midir? Hangi örgüt, ne tür bir demokrasi istemektedir? Bu sorular cevaplanana dek bu devrimin kazanımlarını pekiştirme görevini ifa etmek imkânsızdır.

II

1952’de Mısır kralına karşı yapılan darbe, bir halk hareketi olarak değerlendirilmişti. Başında Muhammed Necib’in bulunduğu ordu, alışılagelmiş “Arap cumhuriyetleri”nden birini kurdu. Bu gelişme, Veberci otorite anlayışına dayalı bir miras bıraktı geride. “Arap cumhuriyetleri” kavramı, seçimlere dair araçlarından çok sınıfsal yönelimi sebebiyle kullanılıyordu. Bu anlayış, bir eğilim hâlini aldı ve tüm Arap dünyasına yayıldı. Irak, Suriye ve Libya’da artık cumhuriyetler vardı. Arap Baharı, bu cumhuriyetçilik anlayışının yeniden tanımlanması için gereken yolu açtı. Bence bu anlayışın vadesi çoktan dolmuştu.

Politik devrime dair birçok farklı anlayış mevcut. Üç kategori belirlemek mümkün bu konuda: Aristocu, Marksçı ve liberal. Üçünde de değişim reddedilmiyor, tartışma, esas olarak insan failliğinin rolü ve değişimin yapısı ile ölçeği ile alakalı.

Aristo, devletin işlevi dâhilinde rol alan unsurlarca gerçekleştirilen her türden değişimin devrim olarak görülebileceğini söylüyor. Bu, “devrim” kelimesinin mekanik, motamot anlaşılmasının bir örneği.

Tocqueville, Huntington ve Chalmers Johnson gibi liberallerse kelimeyi kendi tarzlarında anlıyorlar. Liberallerde ortak bir anlayış söz konusu. Onlar, devrim istemiyorlar. Bu nedenle, eğer yeni toplum kesimlerinin arzuları mevcut terkip tarafından dikkate alınmıyorsa, politik huzursuzluğun kapsamlı bir değişime yol açabileceğine işaret ediyorlar. Burada devrim, kaçınılmaz bir şey olarak kabul ediliyor, ama o, sistemin zaman içerisinde, ihtiyaçlara uygun olarak değişememesinin bir sonucu olarak değerlendiriliyor.

Her ne kadar literatürdeki farklılıkları homojenleştirme riski barındırsa da şunu söylemek gerek: Marksizm de devrimin tarihsel koşulların gerekli kıldığı köklü bir değişim aracı olduğunu, yeni bir toplumun oluşumu için yol açtığını söylüyor. Başka bir deyişle ilerleme, devrimle ilişkili bir konu. Marx’a ve diğer Marksist düşünürlere göre devrim, her zaman sosyalist devrimle eşanlamlı değil. Bu nedenle bir devrim burjuva, hatta feodal de olabilir.

Bu farklı devrim anlayışlarından neden bahsediyoruz? Cevabı açık. Mısır ve Arap dünyasında yaşananlara dair yorumlarda bulunanların çoğu hem devrim kelimesinin büyüsüne kapılıyor hem de bu konuda kafa karışıklığı yaşıyor. Bu olaylara dair okumalar ve sonraki süreç de kafa karışıklığını tetikliyor. Bu kafa karışıklıklarından kaçınmak için kullandığımız kavramlara dair temel bir anlayışa sahip olmak lazım, zira bu anlayışlar, büyük ölçüde postmodernist yorumcular eliyle oluşturulup göklere çıkartılıyor.

İlk gününden itibaren Mısır’da yaşanan şeyin adı devrimdir. Ama bu devrim, öncelikle Eycaz Ahmed’in 2011’de ifade ettiği biçimiyle, “liberal bir devrim”dir. Ahmed, bu devrimi Fransız devrimi çizgisinde ilerleyen bir burjuva devrimi olarak nitelemiştir. Zaman içerisinde böyle kalıp kalmayacağı henüz belirsizdir. Fransız Devrimi’nin diktatörlükle sonuçlanması bile yaklaşık yirmi yılı bulmuştur. O hâlde, Mısır devrimiyle ilgili çıkarımlarda bulunma konusunda neden bu kadar acele ediliyor? Henüz iki yıl oldu ve daha bugün ölüp gittiğinden bahsediyoruz.

Mısırlıların çoğu, eski politik sistemi reddetti ve kendi değişim gündemini belirledi. Bu gündem yeterince kapsamlı. İlk seçtikleri cumhurbaşkanı, selefini sınırsız iktidar bahşedecek yasalar çıkarma konusunda taklit ettiğinde, halk birçok kez sokaklara döküldü. O hâlde, geçici ve kısmi bir geri adım söz konusu ise, birçok yorumcunun aceleyle dile getirdikleri gibi, tüm sürecin sona erdiği sonucuna ulaşmamız mümkün müdür?

Bence sona ermedi. Mısırlılar, orduya karşı harekete geçmeye başladıklarında, kimse ordunun iktidara geleceğini ummuyordu. 6 Nisan, Kifaye, hatta (İhvan hükümetine karşı orduyu harekete geçirme konusunda bir araç olarak kullanılan) Temerrüd, halk hareketinin yeni bir aşamasına geçmek için hamleler yaptı. Bugün sokaklardaki coşku düzeyi düşükse bunun nedeni, İhvan destekçilerine karşı ordunun uyguladığı şiddettir. Bir nedeni de hayatta kalmak için her hareketin bir molaya ihtiyaç duymasıdır. Örneğin Hindistan özgürlük mücadelesi 1919-20’den 1942-43’e dek yayılma imkânı bulabilmiş bir hareketti. Bence Mısır devrimi de bu kadar bir zaman alabilir. Ama böylesine büyük sonuçlara yol açmış bir harekete bu kadar az zaman vermek, hiç adilane ve doğru bir yaklaşım değil. Bu, hem Mısır hem de tüm dünya için geçerli bir tespittir.

Vicey Praşad şunları söylerken haklıdır:

“Mevcut teknolojilerimizce talep edilen kısa soluklu dikkate benzeyen, halk arasında oluşmuş sabırsızlığı, 2011’de birçok Arap liderin yıkıldığı manzara üretmiş görünüyor. Ama devrimci dalgalar, farklı bir çevrimi takip ederler. Sadece kısa erimli hareket etmezler.”

III

Dolayısıyla, Mısır devriminin kaderi hakkında konuşmak pek olgun bir yaklaşım olmasa gerek. Gene de onu izah eden yönleri ele almak mümkündür.

Mısır devrimi, bir tür demokrasinin kurulması ile mi sonuçlanacak yoksa Fransız Devrimi’nde gördüğümüz üzere, bir diktatörlükle mi sonuçlanacak? Bu konuda kimse somut bir tahmin ortaya koyamaz. Ancak avamın sergilediği bilinç düzeyi ve her türden diktatöryel eylemin sert bir biçimde reddedilmesi karşısında söylenebilir ki Sisi’nin Napolyon’a dönüşmesi, pek mümkün değildir.

On dokuzuncu yüzyılda liberal demokrasi fikri oluşma aşamasındaydı. Bu nedenle, Fransız Devrimi’nin ruhu başarısızmış gibi göründü. Napolyon yönetimi, ne kadar “demokrasiye aykırı” olursa olsun, XVI. Louis ile kıyaslanmayacak bir düzeydeydi. İlerlemenin bizim hilafımıza gerçekleştiğini göremeyebiliriz. Yani bugün demokrasinin birçok toplumda istendiğini kim inkâr edebilir. Tüm hatalarıyla birlikte liberal demokrasi, moderniteye dönük bir hamledir. Ona göre, özgürlük anlayışını gerçekleyen, eşitlik anlayışıdır. Bu bağlamda, Mısırlılar eski rejimi yıkmış, artık politik söylemlerindeki uzun süre önce vadesi dolmuş modernleşme için mücadele etmektedirler.

Gelgelelim, Mısır devriminden kimlerin istifade ettiğine bakmak gerekir. Bu soruya da dikkatle cevap verilmelidir. Devrimden orta ve uzun vadede aynı insan grupları istifade edemeyeceklerdir.

Son seçimlerde de görüldüğü üzere, yeterli kaynağa sahip, örgütlü olanların öne geçecekleri açıktır. En önde gelen grup, İhvan’dır. Bu hareket, şu veya bu biçim altında varlığını muhafaza edecek, yeni zengin sınıflar türünden gruplar orta vadede başa geçecektir. Zira dünya genelinde nüfuzlu kesimlerin desteğine ve kaynaklara bunlar sahiptir. Politik bilinçlerini koruyup uzun vadede çıkarlarını muhafaza etmek için faaliyet yürütmek, artık tümüyle sınıfların meselesidir. Mısır’da devrim, Jakobenleri iktidara taşımayacaktır, zira ortada tek bir Jakoben yoktur. İşçilerin ve yoksulların çıkarlarını temsil ettiklerini iddia edenlerse örgütsüz, lidersiz ve vizyonsuzdur.

Bu durum dâhilinde her şey, bağımsızlık sonrası Hindistan’da yaşananlara benzemektedir. Yeni yönetici sınıflar, makyaj niteliğine birkaç küçük değişiklik yapacak, ama liberal yapıların temellerini değiştirecek tek bir adım atmayacaklardır. Sonuçta neoliberal politikalar galebe çalacaktır. Neoliberalizmin hegemonyası tüm dünyayı kuşattığına göre, Mısır da sosyalizm yönünde bir ümit beslemiyor diye suçlanamaz. Üstelik Baas partisi ve Nasırcılık eliyle teklif edilen Arap sosyalizmi olarak ifade edilen sosyalizm deneyimi de pek cesaret verici değildir.

Tıpkı Hindistan’daki Nehrucu sosyalizm gibi Arap cumhuriyetlerindeki yönetici sınıflar da eşitlikçi toplum fikriyle fazla flört etmişler, ama ona asla sevdalanmamışlardır. Bunun sonucunda halk, kütleler hâlinde mahrumiyete sürüklenmiş, ekonomik açıdan fakirlikle boğuşmuştur. Bu bağlamda Mısırlıların neoliberal deneylere av olması hayli güçtür. Dolayısıyla, Mısır devrimi kitle potansiyelini elinde tutsa da ne yöne gidileceği, hangi yola girileceği, tümüyle Mısırlıların ve liderlerinin kararına bağlıdır.

Abdul Rahman
8 Aralık 2013
Kaynak

0 Yorum: