Örgütler, küçük burjuva nüfusa ve nüfuza ram
oldukça, doğası gereği küçük burjuvazinin bilfiil, verili hâliyle “devrimci”
olduğu vehmine kapılıyorlar. Teori, ideoloji ve politika, bu düzlem dâhilinde,
o sınıfa göre yeniden kurgulanıyor. Tüm Marksist külliyattan bu düzlemi
gerekçelendirecek cümleler cımbızlanıyor.
Bu noktada örgütler, temelde küçük burjuvayı
“devrimci” olduğuna ikna etme yarışında öne geçmek için uğraşıp duruyorlar.
Dolayısıyla “devrimi küçük burjuva yapar” ana ilke hâline geliyor. Onun
vicdanını kim rahatlatıyorsa, aklını kim toparlıyorsa, varlığını kim allayıp
pulluyorsa, yarışta o öne geçiyor.
Bugün örgütlerin yapıp ettiği, birbirlerine
ajitasyon-propaganda yapmaktan ibaret. Sabit, mutlak, verili bir özdeğer olarak
“küçük burjuva” diye bir şey var ve herkes onu ikna/fethetmeye çalışıyor,
yanılsama buradan kaynaklanıyor. İşgal ve fetih süreci, küçük burjuvanın dümen
suyuna girmekle sonuçlanıyor. Temelde devrimden kaçan küçük burjuva, kolektif
mücadeleyi devrimden uzaklaştırıyor. Herkes, kendisi nasıl ikna edildiyse
başkalarını öyle ikna etmeye çalışıyor.
Küçük burjuva, mevcut gerilimler coğrafyasında,
sınıflar mücadelesinde, huzuru ve rahatı arıyor. Bu da sınıflar mücadelesinden
ve onun somut tüm tezahürlerinden ari, münezzeh soyut bir âlem kurgulamakla
sonuçlanıyor. Kürd, Ermeni, Alevi veya Kadın’ın yanına biraz da “tüm gerilim ve
çelişkilerin üzerindeyim, huzur bende” demek için ilişiliyor. Tüm bu
dinamiklerin iç ve dış gerilimleri ve çatışmaları soyut âlemde
dışsallaştırılıyor, gerçeğe değmeyen bir yere hapsediliyor. Bunlar, tek tek,
kendisine kapatılıyor, böylelikle dış dünyanın karışık, çok katmanlı, çelişik
niteliği düzlenme imkânı bulunuyor. Metafizik, diyalektikle küçük burjuva
dolayımıyla mücadele ediyor.
* * *
Güney Afrikalı devrimci Steve Biko, esasında bu
soyut âleme, beyazların kurguladığı, siyahları mahkûm ve esir etmek istediği
tuzağa itiraz ediyor. Küçük burjuvalarsa Biko’nun kitabını Türkçeye kendince
çapak gördükleri yönleri ayıklayarak, sırf ticari kaygılarla tercüme ediyorlar.
Biko, ağızda dolanan, dişleri kıran demir bir leblebi...
Biko, proleter ve mazlum olan bir halkın içinden,
gene ona ses ediyor. Küçük burjuvaları verili hâlleriyle “devrimci” oldukları
masallarıyla avutmaya çalışmıyor. “Materyalizm insanın kendisine masal
anlatmaması” [Althusser] ise eğer, Biko, maruz kaldığı sömürü ve zulmün
maddesiyle düşünüyor. Eylem düşünüyor, düşünce eyliyor.
Düşüncenin ve eylemin harrı, asıl küçük burjuvayı
yakıyor. O, yanmamak için ateşten yanaymış gibi yapıyor, ömrünü buna göre
programlıyor. Harr olmayınca her şey basit, kuru bir değiş tokuşa indirgeniyor.
Verili, mutlak hâliyle “devrimci” olduğuna ikna edilen küçük burjuva,
eleştiriyle karşılaştığında, hemen “bedel” sözcüğüne sarılıyor. O, “bedel”
sözcüğündeki pazar ilişkilerini hiç anlamıyor. Özünde pazar, kendisini onun
aracılığıyla koruyor, yaşatıyor.
Pazar ilişkileri, burjuvanın yüzlerce yıldır
kurduğu özneliği talep ediyor. Bu öznelik, bir Müslüman, “kadın çalışsın ama
onun kapitalizmin kölesi olmasına karşıyız” demesini genele yayarak, güncel
politikanın hizmetine koşarak, “İslam ve Müslümanlar, kadının çalışmasına
karşı” yaygarasını kopartıyor. Küçük burjuva, kendisine kudret ve kıymet
verdiğini düşündüğü pazardan hiç çıkmak istemiyor.
* * *
Hz. Ali, Yemen’den kumaş yüklü bir kervanla
geliyor. Bazı sahabelerin o kumaşlardan kendilerine elbise diktirdiğini görüp
kızıyor. Sahabeler, O’nu Hz. Muhammed’e şikâyet ediyorlar. Hz. Muhammed de bu
eleştirileri savuşturmak için Gadir-i Hum’da “Ben kimin mevlâsı isem Ali de
onun mevlâsıdır” diyor.
Politik-yönetsel ilişkilere kilitlenen bir kesim,
buradan başka bir anlam çıkartıyor. Sünniler bu kesime, “abartmayın, hikâyenin
aslı bu, buradan size pay çıkmaz” diyorlar. Şiiler ise “iyi ama biz esasında,
sembolik düzeyde Hz. Ali’nin o sahabelere dönük eleştirisinin sürekliliğine
bakıyoruz, onu temsil ediyoruz” demiyorlar. Sünnilerle aynı koltuğa oynayan,
iktidar yarışına kilitlenen bir odak hâline geliyorlar.
Burjuva siyaset bağlamında sol ve sağın da bu
hikâyedeki Sünni ve Şii yarılmasına benzer bir yönü barındırdığını görmek
gerekiyor. Yüksek siyaset, yüce koltuk, makam üzerinden düşünenler, alttaki
ayrışmaları, çelişkileri görmüyorlar. Bunlar cedelsiz, tersiz, çelişkisiz bir
dizi “komünizm” masalı ile mazlumları-fukarayı yönetebileceklerini
zannediyorlar.
Bir alt-Şiilik varsa, o da kumaşları kendi
tekeline alıp onu çıkarına kullanan özel kesime yönelik itirazın maddîleşmiş
hâli olmalı. Bir alt-Sünnilik varsa, o da özel birey olarak Peygamber’in özel
aile fertlerinden başka kimsenin Müslüman olamayacağına dair önkabule yönelik
itirazın maddîleşmiş hâli olmalı.
Yukarı çıkmak için yanıp
tutuşan, alttakinin de mücadeleyle yükselmesine kesinkes karşı çıkan küçük
burjuvanın topraktaki kan ve terle rabıta kurması mümkün değil. Onun
fukara-mazlum halkın bağrında büyüyen öfkeli şiddete ve şiddetli öfkeye
örgütlenmesi imkânsız.
Eren Balkır
11 Ocak 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder