21 Ocak 2016

, ,

Alain Badiou ve Eşitlik


Badiou’nün niyeti, Rousseau'daki radikal eşitlikçiliği günümüz toplumunun hizmetine sunmak. O, eşitliğin en yüce ölçüt hâline gelmesini istiyor, peki ama bu istek, sınıflara ayrılmış bir toplumda ne ifade ediyor? Özgürleşme siyasetinin özü olarak eşitlikçilik şiarını öne çıkartanlar, bu şiar ister Kant ister Jefferson isterse Rousseau tarafından dillendirilmiş olsun, burjuva çağının eşitlikçi fikirlerinden ilham alıyorlar ve biçimci bir eşitlik anlayışına sahipler.
Badiou meseleye böylesi bir çözüm buluyor. Toplumsal dönüşüme sırtını dönüyor ve eşitliği düşünce ve eylemin bir ilkesi olarak işgören, düzenlemeye dayalı bir fikir hâline getiriyor. Bu noktada iki soru akla geliyor: Bu tarz bir çabanın amacı nedir? Sömürüye dayalı üretim ilişkilerinden kaynaklanan sınıfsal ayrışmalar üzerine kurulu bir toplumda bu çaba nasıl etkili olabilir?
Infinite Thought [“Sonsuz Düşünce”] isimli çalışmasında Alain Badiou, eşitlikten neyi kastettiğini ve onun ne anlama geldiğini şu şekilde izah ediyor:
“[…] Eşitliğin nesnel bir şeye atıfta bulunmadığını ifade etmek önemlidir. Burada mesele, statülerin, gelirlerin, işlevlerin eşitliği ve hatta kontratlara veya reformlara ait dinamiklerin daha az eşitlikçi olması değildir. Eşitlik özneldir. Burada politik kitle hareketi üzerinden Mao Zedung’un veya halk bilinci açısından Saint-Just’un ele aldığı eşitlikten bahsedilmektedir. Bu eşitlik, artık kesinlikle bir toplumsal program değildir. Dahası, onun toplumsal olanla da bir alakası yoktur. Eşitlik, politik bir şiar, bir reçetedir.”[1]
Görünüşte burada radikal bir duruş sergilenmekte, mutlağa dönük ısrarı dâhilinde hararetli bir dil kullanılmaktadır. Bu duruş, kendi terimleri ve kendi ışığı ile yürümektedir. Badiou’ye göre eşitlik, kolektifin kapasitesi, bir “öznel” meşguliyet meselesidir. Eyleme rehberlik eden ve ona ilham veren, eşitlik şiarıdır. Badiou’nün yazılarında aktardığına göre bu eylem, eşitliğin onu savunanlara ait olduğunu ve daha yüce görüşleri tetiklediğini teyit eder. Politik orijinalite ve yaratıcılığın olağandışı momentlerinde öznel eşitlik, yeni ölçütler ve referans düzlemleri üretir.
Bunda cazip kimi yönler bulunabilir. Oysa burada mesele, söz konusu yaklaşımın burjuva toplumuna, sınıfsal ilişkilerine ve altındaki sömürü ilişkilerine, ayrıca politik ilişkileri ile zulüm ve hâkimiyet yapılarına hiç değmemesidir. Bu gerçekliğin kökünden dönüştürülmesi, özgürleşmek için ondan kopulması gerekir. Badiou ise rehberi bilim olan devrimci bir dönüşüm karşısında öznel eşitlik deneyimine imtiyaz bahşeder. Onun diline doladığı eşitlik şiarı, belirli bir etkiye sahip olsa da, eşitlik siyaseti için gerekli ölçütler karşılansa da, sömürüye ve zulme dayalı yapıları ve ilişkileri ile toplum hiç değişmeden kalır.
Bu noktada Badiou’ye kulak verelim: “[…] ‘statü’ ve ‘işlev’ denilen meseleler, politik bir reçete olarak eşitlik karşısında ehemmiyetsizdirler. Açık konuşmak gerekirse, kitle hareketleri, başkaldırılar ve devrimci patlamalar, yeni zincirlerin oluşmasına yol açarlar ve ortak bir amacın belirlenmesini sağlarlar. Ama ‘statü’ ve ‘işlev’ ilişkilerini dönüştürmeksizin toplumda kadınların eşitsizliğinin üstesinden gelmek imkânsızdır. Bu işi en üst seviyede yapmak ‘herkes için’deki ‘herkes’i daraltmak demektir.”
Badiou, ısrarla eşitsizliğin bir “toplumsal program” olmadığını söyler. Oysa eşitsizliğin gerçek manada üstesinden gelmek, radikal dönüşümü öngören bir “toplumsal program”a ihtiyaç duyar. Bunun için burjuva düzenin yıkılması gerekir. Oysa Badiou, bu işten artık tövbe etmiş bir isimdir. “Devrimler çağı bitti” diyen Badiou, ekonomik faaliyeti bilinçli bir toplumsal yöne göre sürdürmek, toplumsal planlama yapmak, toplumsal mülkiyet üzerine kurulu yeni bir üretim tarzı olarak sosyalizmi kurmak gibi bir derde sahip değildir. Eşitsizlikten kurtulmak, niteliksel açıdan farklı bir devlet türüne, proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç duyar. Bu devlet, tüm sömürüyü ortadan kaldırmayı, eşitsizliğin köklerini söküp atmayı, zulmedici ilişkileri ve bunların zihinlerdeki karşılıklarını yok etmeyi amaçlayacak, derinlere nüfuz eden, kapsamlı yürütülen bir devrim için bir araçtır. Bu hedeflere tüm dünya genelinde ulaşıldıktan sonra devlet kendi kendine mülga olacaktır.
Böylesi bir devrim tüm dünyada işleyen bir devrimdir ve bu devrim, erkek üstünlüğüne son verecek, azınlık durumundaki milliyetlerin eziyetini bitirecek, dünyadaki zalimle mazlum arasında mevcut olan yarılmayı aşacak, nihayetinde bir insanlık toplumu kuracaktır. Bu toplum, artık uzlaşmaz sınıflara ve sınırlarla bölünmüş ulus-devletlere sahip olmayacaktır.
Proleter devrim denilen tedbir karşısında Rousseau çelimsiz bir isimdir. Badiou ise geçmişe ait bir görüşü benimseyip buna komünizm gömleği giydirmeye çalıştığında daha da çelimsiz görünmektedir.
Bir de Badiou'nün Mao’nun kitle hareketlerine yönelik yaklaşımıyla ilgili Sonsuz Düşünce’deki pasaja değinmek gerek. Badiou burada Mao’yu radikal bir popüliste çevirmektedir. Ondaki Mao, basit manada kitlelerin kendiliğinden irfanına iman eden bir isimdir. Esasında Mao’da kitleler, ileri, orta ve geri diye üç ayrı katmana ayrılmış bir yapıdır. Yani onda “anlayışlar arasında kendiliğinden oluşmuş bir eşitlik” söz konusu değildir. Ayrıca Mao, kitle hareketlerine liderlik yapılması gerektiği üzerinde durur, üstelik bu liderlik, yoğun bir dayanışma ilişkisi geliştirmiş olan hareketler için de geçerlidir. Zira Kültür Devrimi’ndeki radikal ayaklanmalar da söz konusu yaklaşımı teyit eder niteliktedir.
Evet, halkın Badiou’nün eşitlik için gerekli bir ölçüt olarak belirlediği hakikati kavrama becerisine sahip olduğu doğrudur, ama toplumdaki eşitsizlikler ve ayrışmalar sonucu bu beceri, hakikatin benimsenmesi veya hakikate yönelme gibi kendiliğinden bir eğilime yolmaz. Böylesi bir yaklaşım, bilimsel, diyalektik maddîci görüş ve yöntem üzerine kurulu bir öncü komünist liderliği gereksizleştirir. Zira kitleler, zaten fiiliyatta kendi başlarına radikal özgürleşme hedefine eksiksiz bir biçimde ulaşacaklardır.
Raymond Lotta
Nayi Duniya
Dipnot
[1] Alain Badiou, Infinite Thought (Londra: Continuum, 2005), s. 54.

0 Yorum: