Badiou meseleye böylesi bir çözüm buluyor.
Toplumsal dönüşüme sırtını dönüyor ve eşitliği düşünce ve eylemin bir ilkesi
olarak işgören, düzenlemeye dayalı bir fikir hâline getiriyor. Bu noktada iki
soru akla geliyor: Bu tarz bir çabanın amacı nedir? Sömürüye dayalı üretim
ilişkilerinden kaynaklanan sınıfsal ayrışmalar üzerine kurulu bir toplumda bu
çaba nasıl etkili olabilir?
Infinite
Thought [“Sonsuz Düşünce”] isimli
çalışmasında Alain Badiou, eşitlikten neyi kastettiğini ve onun ne anlama
geldiğini şu şekilde izah ediyor:
“[…]
Eşitliğin nesnel bir şeye atıfta bulunmadığını ifade etmek önemlidir. Burada
mesele, statülerin, gelirlerin, işlevlerin eşitliği ve hatta kontratlara veya
reformlara ait dinamiklerin daha az eşitlikçi olması değildir. Eşitlik
özneldir. Burada politik kitle hareketi üzerinden Mao Zedung’un veya halk
bilinci açısından Saint-Just’un ele aldığı eşitlikten bahsedilmektedir. Bu
eşitlik, artık kesinlikle bir toplumsal program değildir. Dahası, onun
toplumsal olanla da bir alakası yoktur. Eşitlik, politik bir şiar, bir
reçetedir.”[1]
Görünüşte burada radikal bir duruş sergilenmekte,
mutlağa dönük ısrarı dâhilinde hararetli bir dil kullanılmaktadır. Bu duruş,
kendi terimleri ve kendi ışığı ile yürümektedir. Badiou’ye göre eşitlik,
kolektifin kapasitesi, bir “öznel” meşguliyet meselesidir. Eyleme rehberlik
eden ve ona ilham veren, eşitlik şiarıdır. Badiou’nün yazılarında aktardığına
göre bu eylem, eşitliğin onu savunanlara ait olduğunu ve daha yüce görüşleri
tetiklediğini teyit eder. Politik orijinalite ve yaratıcılığın olağandışı
momentlerinde öznel eşitlik, yeni ölçütler ve referans düzlemleri üretir.
Bunda cazip kimi yönler bulunabilir. Oysa burada
mesele, söz konusu yaklaşımın burjuva toplumuna, sınıfsal ilişkilerine ve
altındaki sömürü ilişkilerine, ayrıca politik ilişkileri ile zulüm ve hâkimiyet
yapılarına hiç değmemesidir. Bu gerçekliğin kökünden dönüştürülmesi,
özgürleşmek için ondan kopulması gerekir. Badiou ise rehberi bilim olan devrimci
bir dönüşüm karşısında öznel eşitlik deneyimine imtiyaz bahşeder. Onun diline
doladığı eşitlik şiarı, belirli bir etkiye sahip olsa da, eşitlik siyaseti için
gerekli ölçütler karşılansa da, sömürüye ve zulme dayalı yapıları ve ilişkileri
ile toplum hiç değişmeden kalır.
Bu noktada Badiou’ye kulak verelim: “[…] ‘statü’
ve ‘işlev’ denilen meseleler, politik bir reçete olarak eşitlik karşısında
ehemmiyetsizdirler. Açık konuşmak gerekirse, kitle hareketleri, başkaldırılar
ve devrimci patlamalar, yeni zincirlerin oluşmasına yol açarlar ve ortak bir
amacın belirlenmesini sağlarlar. Ama ‘statü’ ve ‘işlev’ ilişkilerini
dönüştürmeksizin toplumda kadınların eşitsizliğinin üstesinden gelmek
imkânsızdır. Bu işi en üst seviyede yapmak ‘herkes için’deki ‘herkes’i daraltmak
demektir.”
Badiou, ısrarla eşitsizliğin bir “toplumsal
program” olmadığını söyler. Oysa eşitsizliğin gerçek manada üstesinden gelmek,
radikal dönüşümü öngören bir “toplumsal program”a ihtiyaç duyar. Bunun için
burjuva düzenin yıkılması gerekir. Oysa Badiou, bu işten artık tövbe etmiş bir
isimdir. “Devrimler çağı bitti” diyen Badiou, ekonomik faaliyeti bilinçli bir
toplumsal yöne göre sürdürmek, toplumsal planlama yapmak, toplumsal mülkiyet
üzerine kurulu yeni bir üretim tarzı olarak sosyalizmi kurmak gibi bir derde
sahip değildir. Eşitsizlikten kurtulmak, niteliksel açıdan farklı bir devlet
türüne, proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç duyar. Bu devlet, tüm sömürüyü
ortadan kaldırmayı, eşitsizliğin köklerini söküp atmayı, zulmedici ilişkileri
ve bunların zihinlerdeki karşılıklarını yok etmeyi amaçlayacak, derinlere nüfuz
eden, kapsamlı yürütülen bir devrim için bir araçtır. Bu hedeflere tüm dünya
genelinde ulaşıldıktan sonra devlet kendi kendine mülga olacaktır.
Böylesi bir devrim tüm dünyada işleyen bir devrimdir
ve bu devrim, erkek üstünlüğüne son verecek, azınlık durumundaki milliyetlerin
eziyetini bitirecek, dünyadaki zalimle mazlum arasında mevcut olan yarılmayı
aşacak, nihayetinde bir insanlık toplumu kuracaktır. Bu toplum, artık uzlaşmaz
sınıflara ve sınırlarla bölünmüş ulus-devletlere sahip olmayacaktır.
Proleter devrim denilen tedbir karşısında Rousseau
çelimsiz bir isimdir. Badiou ise geçmişe ait bir görüşü benimseyip buna
komünizm gömleği giydirmeye çalıştığında daha da çelimsiz görünmektedir.
Bir de Badiou'nün Mao’nun kitle hareketlerine
yönelik yaklaşımıyla ilgili Sonsuz
Düşünce’deki pasaja değinmek gerek. Badiou burada Mao’yu radikal bir
popüliste çevirmektedir. Ondaki Mao, basit manada kitlelerin kendiliğinden
irfanına iman eden bir isimdir. Esasında Mao’da kitleler, ileri, orta ve geri
diye üç ayrı katmana ayrılmış bir yapıdır. Yani onda “anlayışlar arasında
kendiliğinden oluşmuş bir eşitlik” söz konusu değildir. Ayrıca Mao, kitle
hareketlerine liderlik yapılması gerektiği üzerinde durur, üstelik bu liderlik,
yoğun bir dayanışma ilişkisi geliştirmiş olan hareketler için de geçerlidir.
Zira Kültür Devrimi’ndeki radikal ayaklanmalar da söz konusu yaklaşımı teyit
eder niteliktedir.
Evet, halkın Badiou’nün
eşitlik için gerekli bir ölçüt olarak belirlediği hakikati kavrama becerisine
sahip olduğu doğrudur, ama toplumdaki eşitsizlikler ve ayrışmalar sonucu bu
beceri, hakikatin benimsenmesi veya hakikate yönelme gibi kendiliğinden bir
eğilime yolmaz. Böylesi bir yaklaşım, bilimsel, diyalektik maddîci görüş ve
yöntem üzerine kurulu bir öncü komünist liderliği gereksizleştirir. Zira
kitleler, zaten fiiliyatta kendi başlarına radikal özgürleşme hedefine eksiksiz
bir biçimde ulaşacaklardır.
Raymond Lotta
Nayi Duniya
Dipnot
[1] Alain Badiou, Infinite Thought (Londra: Continuum,
2005), s. 54.
0 Yorum:
Yorum Gönder