Rosa Parks’ın 1 Aralık’ta, halk otobüsünde
beyazlara ayrılmış bölümdeki koltuğunu beyaz bir adama bırakmayı reddetmesi
üzerine tutuklanması ardından, Montgomery’deki Afro-Amerikan halk hızla
seferber oldu. Parks’ın Alabama’daki ayrımcılık statülerini ihlal etmesi
sebebiyle yargılanıp mahkûm edilmesi sonrası, 5 Aralık’ta, binlerce insan
otobüslere binmeyi reddetti. Bu kitle ırkçı yasaların kaldırılmasını ve
Afro-Amerikanlara saygı gösterilip onların otobüs şoförü olarak işe
alınmalarını istedi.
Parks şehir ve eyalet mahkemelerinde mahkûm
edildi, ABD Yüksek Mahkemesi’nde temyiz için her yola başvurdu. Yüksek Mahkeme
1956 sonunda kamu taşımacılığında geçerli olan ayrımcılık yasalarının anayasaya
aykırı olduğunu beyan etti. Montgomery Boykotu 381 gün sürdü ve Afro-Amerikanların
bilincini dönüştürdü, militanlık düzeyini yükseltti. Siyahlardaki bu militanlık
bir yirmi yıl kadar daha sürdü.
Altmışların başında yarıcılar, öğrenciler, din
adamları, cemaate mensup insanlar ve müttefikleri yasalarla koruma altına
alınmış ırk ayrımcılığının ve kurumsal ayrıştırmanın son kalıntılarıyla
mücadele eden bir hareket inşa etti. 1961 baharında örgütlenen Özgürlük
Destekçileri süreç içerisinde dönüm noktası olarak görülebilecek,
eyaletlerarası yolculuklarda ırk ayrımcılığını yasadışı ilân eden başka bir
karar aldı.
Tam üç yıl sonra, 1964’te Kongre’den ve
Temsilciler Meclisi’nden, altında Lyndon B. Johnson’ın imzası bulunan, kapsamlı
bir insan hakları yasa tasarısı geçti. Bu yasanın amacı, kamu taşımacılığı,
eğitim ve istihdamı da içine alan yasa karşısında eşitsiz tüm uygulama
biçimlerine son vermekti.
Ertesi yıl, 1965’te Alabama ve diğer eyaletlerdeki
uzun soluklu mücadelenin ardından oy kullanma hakları yasa tasarısı geçti. Yasa
Afro-Amerikanların tüm seçimlerde oy hakkı elde etmesini sağladı. Son elli yıl
içerisinde Afro-Amerikanlar seçim yoluyla kent, eyalet ve devlet kademelerinde
binlerce politik göreve seçildiler.
Bu kazanımlara karşın yetmişlerden beri Yüksek
Mahkeme’nin aldığı bir dizi karar 1957-1968 dönemi boyunca geçen insan hakları
yasa tasarılarının ileri niteliğinin önemli bir kısmını terse çevirdi. 1964
tarihli insan hakları yasası ve 1965 tarihli oy kullanma hakları yasası
yürürlük ile ilgili hükümlerinden arındırıldı. Bu da iş imkânlarının
yaratılması, eğitim fırsatlarının sunulması ve yasal haklardan istifade etme
gibi alanlarda önemli yenilgiler alınması noktasında gerekli sahneyi teşkil
etti.
Köleliğin
Yasal İlgasının Yeniden Değerlendirilmesi
Montgomery Boykotu’ndan doksan yıl önce, Aralık
1865’te ABD’de köleliği yasal olarak kaldıran Kongre 13. Yasa Değişikliği’ni
onayladı. Oysa 150 yıl sonra bugün milyonlarca Afro-Amerikan hapishanelere,
hücrelere, eski suçlulara tahsis edilmiş rehabilitasyon merkezlerine
tıkılıyorlar ve yasal gözetime tabi tutuluyorlar.
Büyük Buhran döneminde, 1935 yılında yayınlanan Black Reconstruction in America [Amerika’da
Siyahların Yeniden İnşası] isimli çığır açıcı çalışmasında tarihçi W. E. B. Du
Bois sağlam belgeler üzerinden şunu söylüyor: “Kölelik 13. Yasa
Değişikliği’nden sonra bile kaldırılmadı. Ülkede dört milyon azat edilmiş köle
vardı ve bunların büyük bir kısmı aynı plantasyonda yaşıyor, özgürleşmelerinden
önceki aynı işi yapıyordu, bu insanların işleri ancak savaşın patlak
vermesinden sonra kesintiye uğradı ve değişti.”[s. 188]
Du Bois devamında şu tespiti yapıyor: “Ayrıca bu
insanlar aynı ücretleri alıyor, sadece isme göre değiştirilmiş olan köle
kodlamalarına maruz kalmaya devam ediyorlardı. Bunlar arasında asker
kamplarından kaçan veya sokaklarda yaşayan, evsiz, hasta ve yoksul insanlar da
vardı. Pratikte bu kişiler azat edilmişlerdi ama tek karış toprağı ve tek kuruş
parası yoktu, istisnai durumlarda, yasal statüden ve korumadan mahrum olarak
yaşıyorlardı.”
İlk insan hakları yasa tasarısı Kongre’ye 1865’te
sunuldu ama Başkan Andrew Johnson tarafından veto edildi. 1866’da yeniden
sunuldu, bu sefer Kongre üçte iki çoğunlukla Johnson’ın vetosunu hükümsüz
kıldı.
1866 tarihli İnsan Hakları Yasası’nda kullanılan
dilin büyük kısmı sonrasında geçen 14. Yasa Değişikliği’ndeki (1868) dile çok
benziyordu. Bu değişiklik eskiden köle olarak çalışan Afrikalı erkekler için
çıkartılmış olan yasa karşısında görünüşte eşit koruma sağlıyordu. Afrikalı
kadınlar bu yasanın kapsamı dışında tutuldular ve bu dönemde birçok insan
hakkından mahrum kaldılar. Kadınlar yasal düzlemde kocalarının veya
ailelerindeki diğer erkek fertlerin tabisi olarak görülüyorlardı.
Devletin yeniden inşa süreci 1876’daki tartışmalı
geçen ülke seçimlerine hükmeden tavizkâr havanın sonrasında da devam etti.
Afro-Amerikanlar bu süreçte haklarından mahrum edildiler ve örgütlü teröre
maruz kaldılar. İlgili süreç on dokuzuncu yüzyılın son yirmi yılı ve yirminci
yılın önemli bir kısmında devam etti.
1954’te toprak yasasını teşkil eden unsur Oliver
Brown’un Topeka Şehir Mahkemesi’ne açtığı davanın devlet okullardaki
ayrımcılık, ülke genelindeki baskı ve ayrıştırma siyaseti ile ilgili kararıydı.
Bu yasa Yüksek Mahkeme’nin aldığı bir karar tarafından destekledi. Bu kararlar
arasında 1896’da Plessy’nin Ferguson Eyalet Mahkemesi’ne açtığı Mezbaha olayı
ile ilgili karar da vardı. İç Savaş (1861-1865) ve iki emperyalist savaş
süresince Afro-Amerikanlar köleliğe son vermek için mücadele etseler de hâlen
yeni kölelik ve sömürgecilik koşullarında yaşamaya devam ediyorlardı.
Ülke genelinde Siyahlara uygulanan zulme karşı
mücadele farklı biçimler aldı. Bu biçimler yasal sistemden istifade etmeyi,
dilekçe verme ve oy kullanmayı, (Montgomery örneğinde görüldüğü üzere) boykotu,
kitle gösterilerini ve kentlerde başlatılan isyanları içeriyordu. Bu ısrarlı
çabalara rağmen ABD’deki kapitalist sistem ekonomik sömürü ve kurumsal
ırkçılığa dayalı olan varlığını hâlen sürdürüyor.
Afro-Amerikanlar sadece hapishane-sanayi
kompleksini besleyen okullara tıkılmakla kalmıyorlar, ayrıca işsizlik ve
sefaletle boğuşuyorlar. Sefalet ülke genelindeki ortalamanın iki katı. Devlet ve
şirketler Afro-Amerikanların çektiği çileyi görmezden geliyor, oysa devlet
uluslararası insan hakları sahasında lider olduğunu iddia ediyor.
2015’ten
Alınacak Dersler ve Önümüzdeki Mücadele Süreci
150 yıl sonra bugün ABD genelinde artan gösteriler
ve huzursuzluk Afro-Amerikanların sokaklardan işyerlerine, oradan kampüslere
dek ülke genelinde uygulanan zulüm, ekonomik sömürü ve kurumsal ırkçılığı alt
etme davasına yeniden bağlandığını ortaya koyuyor.
Bu yeni hareket aynı zamanda öncü kadın ve gençlik
liderleri üretiyor. Sürecin dolaysız bir tarihsel yörüngesi mevcut:
Mississippi’de, İç Savaş esnasında kölelik koşullarında dünyaya gelen Ida B.
Wells-Barnett linç kampanyalarına karşı insanları örgütleyen cesur bir
gazeteciydi. Montgomery Politik Kadın Grubu Rosa Park’ın tutuklanması ile
başlayan Otobüs Boykotu için binlerce bildiri dağıttı. Bugünse Alicia Garza,
Opal Tometi ve Patrisse Cullors gibi eylemci isimler “Siyahların Hayatı
Önemlidir” türünden sloganlar üretiyorlar. Bu sloganlar devlet şiddetine ve
Siyahlara karşı işlenen suçlarda suçluların ceza almamasına karşı bir savaş
narası hâline geliyor.
Irkçılık karşıtı mücadeleler ilkin karakolların önündeki
sokaklarda ve dünyanın en büyük çokuluslu şirketlerine ait olan AVM’lerde
ortaya çıktı. Bunlar üniversite kampüslerine kaydı. Buralarda geçmişi
değerlendirip önümüzdeki süreci çizecek bir fikrî mücadele veriliyor.
Afro-Amerikan mücadelesi anti-kapitalist ve
anti-emperyalist hareketlerde önemli bir rol oynamaya devam ediyor. Tüm baskıcı
sistem, işçi kitlelerine ve gençlere ancak sömürü ve zapturapt konusunda
nispeten daha rafine yöntemler formunda gerçekleştirilen boş vaatler yanında,
daha fazla zulüm sunuyor.
Bugün kendisini yineleyip
duran hareketlerin ve ideolojik ilerlemelerin bu kapsamlı tarihinden alınacak
çokça ders var. ABD’de ve dünyada hakiki bir barış ve güvenlik ancak ırkçı
kapitalist sistem tebaa durumundaki insanlar için tam bir eşitliğin ve ulusal
kurtuluşun gerçekleştirilebildiği sosyalizme dayalı bir sisteme dönüştürüldüğü
takdirde temin edilebilir.
Abayomi Azikiwe
10 Aralık 2015
10 Aralık 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder