Bu sebeple, iki sene önce katılamadığım eylemin internette
yayınlanan görüntüleriyle yetiniyorum. Matah bir şey içeriyormuş gibi, bir
video dolaşıma sokuluyor o gün. Videoda, hangi sol örgüte ait olduğunu
bilmediğim bir kortejde kadınlar, birden anlamsız bir biçimde bağırmaya
başlıyorlar. Kaldırımdan geçen bir adam, aniden bağırılması karşısında ürkerek, yanında yürüyen, pencerelerden yürüyüşü izleyenlere bağıran bir kadına tepki
gösteriyor ve “insanları neden rahatsız ediyorsunuz?” diyor. Bunun üzerine,
yüksek siyaset bilinciyle yüklü kadın aktivist, “devrimci müdahale”sini
gerçekleştiriyor ve kadın arkadaşlarına dönerek, “bu adam bana saldırıyor,
küfrediyor!” diye bağırıyor. Onlarca kadın, bu adamı kovalıyor. Adam, linçten zor
kurtuluyor.
Ankara Üniversitesi’ndeki müdahale de bundan
farksız. Bu solcu arkadaşlar, ağabeylerinden, ablalarından seksen öncesinde
gecekondu mahallelerinde karaborsaya karşı mücadele hikâyelerini dinlemişler,
ama sadece karaborsanın nasıl icra edildiğini öğrenmişler sanırım. Algıda
seçicilik denebilir buna. Bugün siyaseten kısa yoldan köşeyi dönmek
istendiğinden, karaborsa, bu arkadaşlarda bir siyaset tarzı hâline gelmiş.
Kimsenin mücadeleyi ilmek ilmek örmeye ve onu müşterek kılmaya tahammülü yok
anlaşılan.
Söz konusu siyaset tarzı, belirli çatışma
durumunda insanları kendilerine kul ve mecbur etme üzerine kurulu. Geçmişte
işçi grevine saldıran işçiler yüzünden tüm işçiler düşman kılınmıyorsa, dilinde
her Kur’an olanı IŞİD’ci ilân etmek de o denli anlamsız. Geçmişin başarılarını
taklit etmeye çalışmak boş. IŞİD nefretini herkesi IŞİD’li ilân edip kendine
örgütleyeceğini zannetmek, ahmaklık. Üniversitelerdeki siyasette yaşanan
tıkanmayı bu tip saldırılarla açmaya çalışmak, sonuç üretmeyecek. IŞİD'le
korkutup kendisinin sıtma veya verem olduğuna ikna etmek, çıkışsız.
Bu arkadaşlar, ağabeylerinden ve ablalarından
dinledikleri hikâyeleri yanlış anlamışlar. Bugün onların inşa ettikleri
mahallelere mülk sahibiymiş gibi gitmeleri de saçma. Geçmişe ait güç
hikâyeleriyle böbürlenmek, nafile. Mesele, o gücün neden yitirildiği. Mesele, o
ağabeylerin, ablaların bugünkü somut ilişkileri. Aklın, fikrin nasıl işlediği.
O hikâyeleri birer menkıbe misali dinlemek hiçbir sonuç üretmez, dert o
hikâyelerde anlatıl(a)mayanlara bakmakta.
Bu hikâyeler, devrimci manada sorgulanmalı. O
hikâyelerin yeniden ısıtılması için AKP’yi İslamî bir siyaset olarak takdim
etmek kimin işine yarar, asıl soru bu. ABD’de İslam düşmanı bir sağcının
siyasetini burada yinelemek anlamsız. Yazları gidilen kamp yerlerine mapus
olmak… kurtuluşumuz burada değil. Sermayenin kaleleri olan üniversiteleri bu
denli sahiplenmek, hiçbir yaraya merhem değil.
Müslüman arkadaşların tepkisi de benzer bir ticarî
algıyla biçimleniyor. “İzzetli Müslümanlar”sa, ülkede ve bölgede İslamî
değerleri ayaklar altına alanları hedef almalılar. Dükkâna biraz daha mal
toplamak için bu tip gerilim durumlarından istifade etme yoluna gitmemeliler.
Geçmişte ülkücüler gibi, devletten birileri kendilerine görev verir diye
beklememeliler. Bilmelidirler ki bu devlet yıkılmadıkça, onlara ait
olmayacaktır.
Sol ve Müslüman iki kesimin karşı karşıya geldiği
bu olayda iki taraf da açıklamalarında polisiye ifadeler kullanıyorlar. Biri
"IŞİD", diğeri “yasadışı, terör” gibi kavramlar kullanarak, meşruiyetini devletten almaya çalışıyor. Hesap verilmesi gereken yer burası.
Sol, bu toprakların
mazlumları ve sömürülenleriyle kalpten ve bilinçle belirli bir birliktelik
kurmayı düşünüyorsa, Cebeci’de saldırıyı gerçekleştiren ekibini tecrit etmeli,
ondan “özeleştiri” istemelidir. Müslüman hareket, o kalbi ve bilinci tağutun
sunağında kurban etmek istemiyorsa, solla topyekûn çatışmayı gündemine
almamalı, fiilî küfre ve zillete odaklanmalıdır.
Eren Balkır
3 Aralık 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder