29 Aralık 2015

Eşitlik

“Tüm insanlar tarağın dişleri gibi eşittir.”
Eşitlik Hakkında Kısa Bir Yazı
Ekonomik eşitsizliğin liberal eleştirileri şunu söyleme niyetinde: ABD’de en zengin yüzde birin ülkenin finansal servetinin yüzde kırk ikisine sahip olması ya da tüm yıllık gelirin yüzde yirmisini cebe indirmesi yanlış. Oysa ekonomik eşitsizliğe dönük mutedil eleştiriye bile sıklıkla şu itiraz eşlik ediyor: “İyi ama ben herkesin aynı şeye sahip olması gerektiğini söylemiyorum.” Eşitlikten bu tarz sözel geri çekilme, radikalizm veya nahif eşitlikçilik suçlamalarından uzak durmaya yarıyor.
Amerikan liberalizmi gerçek manada eşitlik arzulamıyor. Yoksulluğu azaltma, en düşük ücretleri artırma, daha fazla iş imkânı yaratma, sosyal güvenlik ağını tamir etme, ayrımcılığı artırma gibi hedeflerin hepsi insanların ekonomi pastasından bir dilim almasını öngörüyor. Robert Reich, Bernie Sanders ve diğer sosyal demokratlar da bu türden hedefleri savunuyorlar.
Ama eşitlik kendinde bir ahlâkî iyi ise ve diğer ahlâkî iyiliklerle ilişkili olup birçok pratik fayda üretiyorsa, bizim uzun vadeli bir hedef olarak onu savunmaktan geri durmamamız gerekiyor. Bizim bunun yerine eşitliğin değerini inceleyip yeniden ortaya koymamız lazım. Ekonomik eşitliğe sadece eşitsizliğin azaltılması noktasında eğilmemeliyiz. Bize gereken, eşitsizliğin azaltılmasına engel olan politik ve ekonomik düzenlemeleri ortadan kaldırmaktır.
Liberal argümanlar genelde adalete sahip çıkıp eşitliği reddediyorlar. Servet ve gelirdeki eşitsizlikler beceri, gayret ve katkı noktasında mevcut olan farklılıklarla orantılı olduğu sürece, bu eşitsizlikleri hayırlı bir şey olarak kabul ediyorlar. Bu görüş servetin adil biçimde edinildiğini söylüyor ve bu türden servetlerin kimsenin sırtına yük bindirmediğini, iyi ve adil bir topluma engel çıkartmadığını iddia ediyor.
Oysa sınıflı bir toplumda adaletin savunulması eşitsizliklerin derinleşmesine yarıyor. O beceriler ve motivasyon büyük ölçüde insanların kontrol edemedikleri koşulların birer sonucu olarak gerçekleşiyor. Burada sınıf çocukluktan yetişkinliğe kadar becerinin gelişimini destekleyen beslenme, kaynaklar ve fırsatları ifade ediyor. Bunlar başından beri eşitsiz biçimde dağıtılıyorlar. Dolayısıyla adaletten bahsetmek eşitsizliği meşrulaştıran ideolojik bir hileden ibaret. Kapitalist toplum bağlamında eşitsizliği meşrulaştırmak için becerilerdeki farklılıklardan dem vurmak eşitsizliğin ebedileştirilmesini meşrulaştırma noktasında eşitsizliğin sonuçlarından istifade etmek demek.
Ekonomik eşitsizliğin insanların topluma yaptıkları katkıların farklılaşmış değerine dayanarak meşrulaştırılması, ideolojik bir iddiaya dayanıyor. Mesele, Eflatuncu bir teraziyle nesnel bir ağırlık tespitinde bulunmak değil. Bu anlayış bizi bir doktorun bir tamirciden ya da bir koruma fonu yöneticisinin bir öğretmenden daha çok kazanması gerektiğine dair fikre götürüyor. Eğer bu türden eşitsizlikleri kabul ediyorsak, bunun sebebi kıymetli bir katkıyı neyin teşkil ettiğine dair fikriyatımızın meslek gruplarının izlenim yönetimince ve para kazanma maharetiyle toplumsal değeri eşitleyen kapitalist kültür eliyle biçimlenmesi. Parayı değerle birleştirmek başka bir ideolojik numara: burada hâkim olan, servetin onun değerliliğinin en iyi göstergesi olduğu üzerinde duran bir yaklaşım.
Bağımsızlık Deklarasyonu’nun yazarları “tüm insanlar eşit yaratılmıştır” dediklerinde esasen akıllarında kendileri vardı. Burada baskın olan, birbirleriyle kurdukları ilişkiler değil, Avrupalı aristokratlarla ilişkilerdi. “Eşittir” dedikleri insanlar kadınlar veya Afrika kökenliler değildi. Gene de olduğu gibi ele alsak, bu vaatteki büyüklüğe hayran kalmak mümkün. Kimseye doğal veya tanrısal açıdan daha fazla şeref, ruhanî bir değer, saygı görme ehliyeti ve başkalarına kıyasla daha fazla zenginleşme hakkı bahşedilmemiştir.
Eşitliği yüceltmek, köleliğe karşı direnilmiyorsa, emeğin sömürüsüne karşı çıkılmıyorsa, servetteki eşitsizliğe itiraz edilmiyorsa ya da doğuştan gelen imtiyazlar reddedilmiyorsa basit bir pozdan ibarettir. Bu çelişki kurucu babaların temel çelişkisidir. Söz konusu çelişki kendimize baktığımızda, bugün kabul ettiğimiz eşitsiz düzenlemelerde kendisini ele vermektedir. Bu çelişkiyi sakinleştirici bir söylemle cilâlamak yerine bizim onu somutta eşitlik lehine çözüme kavuşturmamız gerekir. Evet, herkes aynı şeye sahip olmalıdır.
Eşitsizliğe teslim olma isteğimizin bir sebebi de eşitliğin değerini nadiren dikkate alıyor olmamızdır. Eşitlik haklı ve iyidir, ama bu fikir eşitliğin neden arzulanması gereken bir şey olduğuna dair fikriyatımıza pek katkı sunmaz. Ayrıca bizi “tüm insanlar eşit değildir” anlayışına karşı çıkma konusunda zayıf bir konuma düşürür. Bu anlayış kaynakların eşit dağıtılmasına izin vermez. Peki eşitsizliğin eşitliğe nazaran daha az arzulanır bir şey olmasının sebebi nedir?
Bir sebebi şu: eşitsizlik demokrasiye uymaz. Eğer herkesin hayatı ve koşullarla ilgili bir şey söylemesi gerekiyorsa o vakit her daim politik iktidarda belirli bir dengesizlik yaratan ekonomik eşitsizliğin kötü bir şey olduğu net bir gerçekliktir. Dolaylı olarak demokrasi ancak insanların müşterek karar alma sürecine girmesine imkân verecek maddî kaynakların eşit biçimde ortaklaştırılması suretiyle tam manasıyla gerçekleştirilebilir. Eğer demokrasiye inanıyorsak, bizim eşitsizliği değil, eşitliği tercih etmemiz gerekir.
İkinci sebepse şu: ekonomik eşitsizlik insanî potansiyelin gelişimini çarpıtır. Belli ölçüde ekonomik eşitsizlik bazı insanların kapasitelerini eksiksiz biçimde geliştirme imkânı verir, aynı zamanda başkalarını bu imkândan mahrum bırakır, bu, bireylere karşı yapılmış bir adaletsizliktir. Eşitsizlik geliştirildiği takdirde herkese katkı sunacak olan potansiyeli heba eder. Bu toplumun bütün olarak çile çekmesine neden olur. Eğer insanın potansiyelini eksiksiz biçimde geliştirme hakkına, böylesi bir hakkın güvence altına alınmasının bir bütün olarak insanlığa hizmet edeceğine inanıyorsak, o vakit bizim eşitsizliği değil, eşitliği tercih etmemiz gerekir.
Üçüncü sebep ekonomik eşitsizliğin empatiyi harap etmesidir. Servet, kaçınılmaz olarak kendi emeğini satarak geçinen insanların insanlığına dönük saygıyı azaltır. Eşitsizlik empatinin sınırlanmasını gerekli kılar. İnsanların birer araç veya kaynak olarak görülmesine neden olur. Onların çile ve arzularının görülmemesine yol açar. Eşitsizliğin çilesini çeken başkasının derdini dert edinmek duygusal bir bağlanmayı gerekli kılar. Bu empati yoksa, adil bir toplumsal nizam da yoktur. Eğer empatinin insan olmak için gerekli olduğuna inanıyorsak, bizim eşitsizliği değil, eşitliği tercih etmemiz gerekir.
Dördüncü sebepse ekonomik eşitsizliğin insan haysiyetini ortadan kaldırmasıdır. Eşitsizlik bazı insanların sıkıntılı, rezil, tehlikeli işlerden kurtulma imkânını geçersiz kılar. Bu işleri başkalarının sırtına yükler. Bu insanlar düşük statülü işler yaptıklarından küçümsenirler. Irk ayrımcılığı burada devreye girer. Irk ayrımcılığı doğası gereği adil olmayan bir şeyse ve bazı insanların aşağılık varlıklar olduğunu söylüyorsa, bizim kaynakların, fırsatların, saygının ve kendi kaderini tayin hakkının eşitsiz dağılımının aynı mesajı içerdiğini ve benzer zararlar ürettiğini görmemiz gerekir. Herkesin haysiyetli ve saygın görülme hakkına inanıyorsak, ırk ayrımcılığı ortadan kaldırmak zorundayız. Tam da bu sebeple sınıfları ilga etmeliyiz.
Eşitsizliği değil eşitliği tercih etmemizin beşinci sebebi, ekonomik eşitsizliğin sömürüden kök alıyor olmasıdır. Üretim araçlarını kontrol eden ve onlara sahip olanlar için zorunlu çalışmanın söz konusu olduğu her türden ekonomi için bu geçerlidir. Bu tür toplumlarda başkalarının vaktinden, emeğinden ve zekâsından değer üretilir. Böylesi bir bağlam dâhilinde ekonomik eşitsizliği kabullenmek onu üreten ekonomik ilişkilerin meşru olduğunu söylemektir. Eğer sömürünün yanlış olduğuna inanıyorsak, bizim bu inancın teyidine dair bir yol olarak eşitlik için mücadele etmemiz gerekir.
Kapitalizm kültürü konusunda kafa yoran birçok insana dünya kaynaklarının eşit bir biçimde paylaşılmasının sıkıcı bir aynılık hissi yaratacağı öğretiliyor. Herkese sıkıntılı, karalar bağlamış insanlar olunacağı söyleniyor. Oysa tam tersi geçerli: eşitlik, gelişip serpilen bir yaratıcılık ve kurucu bir çeşitlik üretir. Bugün yeteneğin geliştirilmesi ancak imtiyazlı bir azınlık için geçerlidir. Dahası kaynakların eşit biçimde bölüşülmesi ustalığa dönük takdiri asla engellemez. Artık daha çok ustalık ve daha çok başarı söz konusudur.
Bu ilkelerden kaçmak hâlâ mümkün değil. Eşitlikle ilgili sunduğum bu özet bilgi demokrasi, kendini gerçekleme, empati, haysiyet ve karşılıklılık gibi değerlerin savunusuna dayanır. Bazı insanlar muhtemelen bu değerlere karşı çıkacaklardır. Bunlara şunu söyleyebilirim: Sadece eşitliğe uygun değerler üzerine kurulu bir toplum herkesin tüm tarih boyunca insanların ekseriyetinin hayat içerisinde arayıp durdukları şeylerin tadına varmasına imkân sağlar. Çoğunluğun hilâfına bir avuç yönetici kişinin zenginleştirilmesi için örgütlenmiş hiçbir toplum asla böylesi bir sonuç üretemez.
Eşitsizliğin liberal eleştirisi ekonomik kaynakların eşit bölümünü savunmuyor. Adalete dair boş laf sıralıyor. Çünkü bu eleştiri kapitalizme bağlı. Kapitalizme bağlılıksa eşitsizliğe bağlılık demek. Eğer eşitliğin kendinde ahlâkî bir iyilik olduğuna gerçek manada inanıyorsak, o vakit politik açıdan tek tutarlı duruş eşitliğe bugünden ulaşmak ne kadar zaman alacak olursa olsun, uzun vadede bu hedefe ulaşma konusunda ısrarcı olmaktır.
Michael Schwalbe
29 Aralık 2015

0 Yorum: