12 Aralık 2015

, ,

DTCF

Fransız Devrimi sonrası değerlendirmelerde burjuva cenahta, “böylesi bir devrim bir daha olmasın” tavrı hâkimdir. Esnaf ve zanaatkâr ideolojisinin taşıyıcılığını yaptığı bu değerlendirme, Marx-Engels duvarına çarpıp dağılmıştır. İlgili cenah yeniden toparlanıp bu sefer Marksizme karşı operasyon yapmıştır.
Söz konusu operasyon, 1991’de Sovyetler’in dağılması sonrası Türkiye’de de devreye sokulmuştur. Belirli örgütsel dinamikler ve hareketler içerisinde esnaf-zanaatkâr ideolojisi galebe çalmış, illegalde veya legalde bu ideoloji, devletle veya burjuvaziyle kol kola girmekte bir beis görmemiştir. 12 Eylül öncesi örgütlerin çoğu, 1992 sonrası büyük ölçüde teslim olmuştur. Hayatta kalmak için dükkân sahipleri, günün gereğini yapmışlardır.
Legalde ve illegalde ortaya çıkan birlik görüşmeleri, bu esnaf-zanaatkâr ideolojisine göre şekil almıştır. Bu ideoloji, gıdasını “devrim bir daha olmasın”cılığın tarihinden almaktadır. O nedenle cümlesi, bugün aşikâr bir hâl aldığı biçimiyle, Fransız Devrim’cisidir. 1848, 1871 veya 1917 ile ilgili değerlendirmeler hep bu ölçüye göre yapılmıştır. Ekim Devrimi Avrupa dışı görülüp çöpe atılmış, Mahir, Kaypakkaya, Mao ve tüm Latin Amerikalı devrimciler bu ölçü uyarınca değersizleştirilmişlerdir. Ama rantiyeci kafa, bu isimleri sömürmekten de geri durmamıştır.
Esnaf-zanaatkâr kafası, merkeze kendisini koyduğu kurguda Lenin’in Devlet ve Devrim’ini de karikatürleştirmiş, onu “bir daha Ekim olmasın” diye okumuş, kendince belirlediği bir içeriğe kapatmıştır. Bu kitap, küçük burjuvacı bir başarıcılığın malzemesi hâline getirilmiştir.
Buna göre, devlet eleştirisinin karşısına bir devrim eleştirisi konulmuş, kendisi gibi çelik, sert bir çekirdek olmadığı için tarihin hep yenilgi kaydettiği iddia edilmiştir. Kendi özneliğini merkeze koyan bu tavır, tüm dünyayı ve hayatı nesneleştirmiş, rant için gerekli bir ara unsura indirgemiştir. İşe yaramayan şey, onlara göre, yoktur. Varolmak için çok "Marksist" ve çok "devrimci" görünmek zorunludur. Burada Marksizm ve devrim kesinlikle mevcut değildir. Sert, çelik çekirdekmiş gibi görünmek için türlü maskeler takılmak zorundadır. Kimse, bu kurgunun yanlışlığını, kaynağını, boyutlarını, anlam ve bağlamını sorgulamamıştır.
Bu kafa merkeze yerleştirdiği çelik çekirdeğin etrafında yumuşak bir dokunun oluşmasına bakmış, şeftaliyi andıran bu yapının büyüyüp olgunlaşınca devrim olacağı iddia edilmiştir.
Her örgüt, kadrolarını üç, beş, on sene içinde devrim olacağı yalanına inandırmak zorunda kalmıştır. Dükkân çıraklarını kandırmak için sürekli para sallayan dükkân sahipleri gibi, kadrolar da bu devrim hayalleri ile oyalanmışlardır. Merkez ise her türlü ayrışmayı bu hayal âleminin dağılmasına dair bir işaret ve tehdit olarak görmüştür. Örneğin bir örgüt kadın üyesine ait eleştiriler üzerinden, o kadına günlerce işkence edebilmiş, ertesi gün de kadına şiddet eylemlerine katılabilmiştir.
* * *
“Devlete karşı devrim oldum ben!” deyince hiçbir sorun çözülmemektedir. Bu öznelci, idealist tutum, devleti de buna göre değerlendirir. Devrimin kolektif, genel, aşkın ve fazla yanları bu yaklaşım üzerinden bir bir törpülenir. Devlet, devrimin kendisini aşan yanlarını esnaf-zanaatkârlar üzerinden kontrol altına alır. Devlete karşı devrim formülü, merkeze yerleştirilen çekirdek, mevcut düzene her daim uygundur.
Türkiye Cumhuriyeti, bir dil, tarih ve coğrafya üzerine kuruludur. Egemenler bu yönde belirli bir kurgu oluşturmuşlardır. Devletin karşısına devrim çıkartanlar da o devleti kuran zihniyete benzer biçimde alternatif bir dil, tarih ve coğrafya kurmaya çalışırlar. Bu yönde en cazip, en kolay, en fazla tüketime hazır olanı Kürd ve Kürdistan’dır.
Hiza, Kürd’ün birikiminden ve Kürdistan’dan çekilince, devlete karşı devrimin bir dili, tarihi ve coğrafyası olacak zannedilmektedir. Bu, ciddi bir yanılsamadır. Esnaf-zanaatkâr kafası, devlet dolayımıyla bu yanılsama üzerinden Kürdistan’ı kendisine bağlamaktadır. Kürd’ün yaptıklarını yapmayı horgören bu yaklaşım, sonuca bakıp onu tekrarladığında başarılı olacağını düşünmektedir. Bu, zaten Kürd’ün yaptıklarını yapmamak içindir.
Esnaf-zanaatkâr kafası, bu devrim için bir partiye ihtiyaç olduğunu görür. Bu yönde tüm imkânları belirli bir salgıyla yok etmeye, kuşatmaya, dükkânına hapsetmeye çalışır. Dükkânın halesi, kontrolü içine girmeyen her şey düşmandır. Devlette veya şirkette yönetici olamayanlar, esnaf-zanaatkâr pratikleriyle örgüt yöneticisi olabilmektedirler. Arada herhangi bir ayrım kalmamıştır.
* * *
Marx, Fransız Devrimi ve sonrasına ilişkin olarak hep geleceğe ait devrimi ölçü alır. Esnaf-zanaatkâr kafası için “devrim olmuştur. O ya korunur ya da bir daha olmasın diye öldürülür.” Bu nedenle parti, olmuş bitmiş bir şeydir, devrim odur, ondan fazlası değildir, ondan fazlasına asla izin verilmemelidir. Ondan fazlası hep düşman görülmelidir. Kemalistlerin “devrim olmuş bitmiş bir şeydir. Mühim olan, onu korumaktır” yaklaşımı ile bu yaklaşım arasındaki benzerliğe işaret etmek gerekmektedir.
Kemalistlerin devletine ait dil, tarih ve coğrafyaya karşılık, esnaf-zanaatkârların belirledikleri dil, tarih ve coğrafyanın devrime bir hayrı olmayacaktır. Devrim, mazlumların-sömürülenlerin o dükkânları yıkan, mevcut devletin ötesine işaret eden, aşkın bir eylemdir. Bu eylemin tarihsel kolektif niteliğinin esnaf-zanaatkâr kafasınca iğdiş edilmesine izin verilmemelidir.
Eren Balkır
12 Aralık 2015

0 Yorum: