23 Aralık 2015

, ,

Özcülük


Tarih güçlü bir silâh. Bu silâhın namlusuna barutu ıslak, tek atımlık bir mermi sürmek hiçbir işe yaramıyor. Islaklık, gündelik olanla münasebetten; tek atımlık, biriciklik ve özgünlükten kaynaklanıyor.
Bundan on bin yıl öncesine ait ilişkileri bugündeki kadın hâliyle okuyorlar ve feminizmlerine buradan tarihsel dayanaklar buluyorlar. Özcülük, bugünü koruma-kollama görevinden sûdur ediyor. Bugün nasıl yaşıyorsa, ne ise, ona göre bir öz belirleniyor, tarihsel veriler o özün etrafında tavaf ettiriliyor. On bin yıl öncesinde bugünün kadını görülüyor. İlkokul bilgisiyle “parayı Lidyalılar buldu” denilip bugünkü para ona göre anlamlandırılıyor. Aradaki iktisadi dönüşüm iptal ediliyor. Aslında en iyi hâliyle bugünkü para 16. yüzyılın Hollandalı bankerlerinin icadı.
Aynı özcülük, İslamî kesimde de baskın. “Hz. Muhammed de ticaret yapmış, ben yapmışım çok mu?” deniliyor ama o ticaretle bugünkü ticaretin alakasının olmadığı görülmüyor. Zaten teori ve tarih bugünü zırhlandırma, kılıflandırma, koruma amacıyla ele alınıyor. Bu korumayı sağladığı için Müslüman ya da solcu olunuyor.
Antropoloji kitaplarında “kadın” geçen yerleri kendisine indirgeyerek okuyorlar. Sonra o hülyalı dünyanın baskın kadın karakterini bugünde gerçeğe dökebileceklerini zannediyorlar. O kadınla bu kadının bir alakası yok.
Amerika kıtasının keşfiyle birlikte Avrupa’da en popüler kitaplar yerlilerin hayatlarını anlatanlar olmuş. Komünizm fikriyatında böylesi bir çocuksu temel var. Marksizm biraz da bu nahifliği kırmak demek. Öze yerleştirilen komünün bugüne el sürmemesine dair bir itiraz. Bugünde onu değil, onun üzerinden bugünde yarını bulmak.
Aynı özcülüğü, TV’de Diriliş dizisini izlerken “aslında Osmanoğulları Kürd aşiretiydi” diyenler de yapıyor. Demek ki özcülük, bugünün ilişkileriyle yakından alakalı. Neo-Osmanlıcılık ve AKP dolayımı ile bugüne dair bir hamle yapılmış oluyor. Aynı hamle, bundan üç yüz yıl öncesinin Kürd’ünü bugüne bağlamakla da yapılıyor. Bu, aradaki dönüşümleri, sıçramaları, kırılmaları düzlemek ve kendi benliğini huzura kavuşturmak için tercih edilen bir yol. Düzleme işlemi aşka, aşkına, bilinmeze dair her şeye karşı bir savunma yöntemi.
Kürdler, “bu zulme karşı yanımızda olun, olmazsanız ayrılırız” diyorlar “Batı”ya. Batı ise KP sekreteri Kemal Okuyan’ın ağzından çıktığı biçimiyle, “bu savaşı biz başlatmadık ki” diyor ve özünde “ne hâliniz varsa görün” demiş oluyor. O başlatmadığı, kendi özünü kesmeyen, bugünkü hâlini aşan her şeye düşman. Öyle oldu, öyle yetişti.
Batı, her daim işlettiği özcülüğünde öze bu devleti, onun milletini, sınırlarını, ideolojisini koyuyor. Çünkü özcülük, aşka ve aşkına bağlanmamanın en güvenli yolu. Bugün onda mutlaklaşıyor, hiçbir şeyin değişmeyeceğini o fısıldıyor. Özü sürekli anımsatma en fazla egemenlerle bir pazarlık biçiminde seyrediyor. Egemenler, özü aşan ne varsa yok etmeyi özcüler eliyle mümkün kılıyorlar. Kadıncılık, bu noktada kadının intiharı oluyor örneğin.
İslamcı kesim de benzer bir özcülükten muzdarip. Orada da artık aşka ve aşkına yer yok. İsrail ve Türkiye’de aynı günlerde Noel karşıtı çağrılara tanık olunması tesadüf değil. Aşırı sağcı Siyonist ile Sünni aynı dile örgütleniyor. Bugünü muhafaza etmek için geçmişte bu topraklardan sürdüğü Hristiyan’ın gölgesine saldırıyor. Yılbaşı endüstrisi tam da bunu emrediyor. Devlet, toplum, millet, ümmet ile ilgili tüm derdi, özcülük üzerinden bireysel alana kapatılıyor. “Allah insanları iddialarından vuruyor.” [İsmet Özel]
İsrail ile anlaşmanın yarattığı rahatsızlıkta bazı Müslümanlar hemen devleti savunan bir konum alıyorlar ve “İsrail ile anlaşmak Gazze’yi rahatlatacaktır.” diyorlar. Ne Gazze umurlarında ne de ümmet oysa! O mutlak özün yatay düzlemde rahat hareket etmesi yeterli. Dikey boyutta olmaksa artık hükümsüz. Geleceğe dair kolektif bir talepte bulunmak İslamcının kitabından silinmiş durumda. O ancak mevcut hâli koruyacak bir bekçi olabilir.
Bugün bu özcülük sosyal medyayı çok sevdi. Her olgu ve olayı o özün önünde eğdirme imkânına kavuştu. Tarihteki sıçramalar, değişimler, kırılmalar özcülükte ilga edildi. Özcü yaklaşım teori ve tarihi düzledi. Bunu bugünde rahatlamak için yaptı. Mesele, kimlikçi siyasete karşı sınıfçı siyaseti çıkartmak değil. Her ikisini de kesen özcülük yanılsamasını bertaraf etmek.
Geçmişte “devrim TV’de yayınlanmayacak” denilirdi. TV, etrafına dizilmiş bir grup, bir aile demekti. Bugün o aile fertlerinin elinde bir medya var ve sosyalleşme o öze üvey kardeşler arayarak cereyan ediyor. Devrimse kolektife, çoğalmaya, aşka ve aşkına mecbur. Onun sosyal medyada anlık girdi olarak yer bulmak dışında bir imkânı bulunmuyor.
Eren Balkır
23 Aralık 2015

0 Yorum: