30 Kasım 2015

,

Uluslararası Terörizm


“Uluslararası terörizm” diye bir şey yok.

“Uluslararası terörizm”e savaş açmak saçmalık. Böylesi bir savaşı açan siyasetçiler ya aptallar ya bizimle alay ediyorlar ya da her ikisi de geçerli.

Terörizm bir silâh. Tıpkı top gibi bir silâh. “Uluslararası topçu birliği”ne savaş açan birisine gülüp geçmek gerek. Top ordunun bir parçasıdır ve onun amaçlarına hizmet eder. Bir tarafın topu diğer tarafın topuna ateş açar.

Terörizm bir operasyon yöntemi. Çoğunlukla mazlum insanlarca kullanılıyor, misal, II. Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı direnen Fransızlar gibi. “Uluslararası direniş”e savaş açtığını söyleyenlere gülüp geçmek gerek.

Prusyalı askerî strateji düşünürü Carl von Clausewitz’in ünlü ifadesiyle, “savaş politikanın başka araçlarla sürdürülmesidir.” Eğer Clausewitz bugün yaşasaydı muhtemelen şunu derdi: “Terörizm politikanın başka araçlarla sürdürülmesidir.”

Düz manada terörizm, mağdurlarını korkutup onları teröristin iradesine teslim olmasını sağlamak demektir.

Terörizm bir silâh. Genel manada o zayıfların kullandığı bir silâh. Japonları teslim olmaya zorlamak için onları terörize etmek amacıyla Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan türden bir atom bombası olmayanların silâhı. Ya da Almanları korkutup onları savaşmaktan vazgeçirmek için Dresden’i imha eden uçak gibi bir silâh.

Terörizmi kullanan birçok grup veya ülke çoğunlukla birbirleriyle çelişen farklı amaçlara sahip olduğundan, terörizmin “uluslararası” bir yanı yok aslında. Her terörist saldırı kendine has bir özelliğe sahip. Burada kimsenin kendisini bir terörist değil, Allah, Özgürlük vs. için savaşan bir savaşçı olarak gördüğünden söz etmeye bile gerek yok. Burada eskiden beri kullandığım ifadeyi tekrar kullanmama izin verin: “Bir kişinin teröristi başkası için özgürlük savaşçısı olabilir.”

Birçok sıradan İsrailli, Paris saldırıları karşısında büyük bir memnuniyet duydu ve “şu lanet Avrupalılar bizim her daim hissettiklerimizi bir kez olsun hissetmiş oldular” dedi.

Aklı küçük ama parlak bir simsar olan Binyamin Netanyahu saldırı sonrası İsrail’de ve işgal altındaki topraklarda Filistinlilerin uyguladıkları terörizmle Avrupa’daki cihadî terörizmi arasında doğrudan bağ kurma fırsatını tabii ki kaçırmadı.

Bu dâhiyane bir fikir doğrusu: eğer İsrailli askerlere bıçaklarla saldıran Filistinli gençlerle IŞİD’in Belçikalı üyeleri bir ve aynı ise, ortada bir İsrail-Filistin sorunu, işgal sorunu ya da yerleşim sorunu diye de bir şey yok. Sadece Müslüman fanatizmi var. (Bu yaklaşım, seküler Filistinli “terörist” örgütlerde yer alan birçok Hristiyan Arap’ı göz ardı ediyor.)

Tüm bu söylenenlerin gerçeklikle bir alakası yok. “Allah için savaşan ve ölen Filistinliler Suriye’ye gitsin” deniliyor. Oysa dindar ve seküler Filistinliler bugün işgalden kurtulup kendi devletlerini kurmak istedikleri için İsrailli askerlere ve sivillere bıçakla saldırıyor, arabaları onların üzerlerine sürüyor ya da onlara ateş açıyor.

Bu apaçık gerçeği mevcut kabinedeki bakanlar arasındaki en gerizekâlı olanlar kadar zekâya sahip bir kişi bile kavrayabilir. Ama bu kişi söz konusu gerçeği kavradığı takdirde, İsrail-Filistin çatışması ile ilgili hiç de hoş olmayan tercihlerle de yüzleşmek zorunda kalabilir.

O noktada bize şu içimize huzur veren çıkarımı dilimize dolamak düşüyor: “onlar bizleri doğuştan terörist oldukları, cennette kendilerine vaat edilen 72 bakireyle buluşmak istedikleri, antisemitist oldukları için öldürüyorlar.” Dolayısıyla Netanyahu’nun da mutlu bir ifadeyle öngördüğü biçimiyle, “biz elimizde kılıçla sonsuza dek yaşarız.”

Her terörist saldırının trajik sonuçları var, ama aynı zamanda Avrupa’nın son olaylara dönük tepkisi de bir miktar saçma.

Bu saçmalık Brüksel’de tavan yaptı. Kaçan bir terörist tek kurşun sıkmaksızın tüm kenti felç etti. Bu, en düz anlamıyla korkuyu bir silâh olarak kullanan terörizmin nihai başarısı.

Paris’te bundan daha iyi bir tepki ortaya konmuş değil. Katliamda ölenlerin sayısı birkaç haftada bir Fransa’da yollarda ölenlerin sayısıyla neredeyse aynı. Bu sayı II. Dünya Savaşı’nda bir saat içinde ölenlerin sayısından düşük. Ama rasyonel bir düşünce sayı saymaz. Terörizm kurbanlarının algılarını etkilemeye çalışır.

Sıradan on kişinin birkaç ilkel silâhla tüm dünyayı paniğe sürüklemesi gerçekten inanılmaz. Ama gerçek bu. Geçimini bu tip olaylardan sağlayan medyanın desteğiyle bugün belirli bir ülkedeki terörist eylemler tüm dünyayı tehdit eden bir olguya dönüşüveriyor. Doğası itibarıyla modern medya teröristlerin en iyi dostu. Medya olmaksızın terörün canına can katması mümkün değil.

Teröristin diğer en iyi dostu ise siyasetçi. Bir siyasetçinin panik dalgasına binip yükselmenin cazibesine karşı koyması neredeyse imkânsız. Panik her yöneticinin hayali olan “ulusal birliğin” yaratıcısı. O “güçlü lider”e dönük hasretin ana kaynağı. İnsanın temel içgüdüsü böyle işliyor.

Francois Hollande bunun tipik bir örneği. Vasat ama cinfikirli bir siyasetçi olarak Hollande lider pozu kesme imkânını buldu. “C’est la guerre!” [“Bu savaş!”] diye bağırdı ve ülke genelindeki öfkeye benzin döktü. Ortada savaş mavaş yoktu aslında. III. Dünya Savaşı’ndan da söz edilemezdi. Alt tarafı gizli bir düşmanın gerçekleştirdiği terörist bir saldırıydı bu. Esasında yaşananların ifşa ettiği bir gerçek de tüm politik liderlerin ne denli aptal oldukları. Meydan okumanın kendisini hiç mi hiç anlamıyorlar. Hayalî tehditlere tepki koyup gerçek tehditleri göz ardı ediyorlar. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bu nedenle kendisine kolay geleni yapıyorlar: konuşup duruyorlar, toplantı düzenliyorlar (oralarda kimlerin olduğunu, ne için yapıldığını umursamaksızın) bir yerlere bombalar atıyorlar.

Hastalığı anlamaktan acizler, buldukları çare hastalığın kendisinden kötü. Bombardıman yıkıma sebep oluyor, yıkım intikam ateşi ile yanıp tutuşan yeni düşmanlar yaratıyor. Bu, teröristlerle doğrudan kurulmuş bir işbirliği.

Güçlü ülkeleri yöneten tüm bu dünya liderlerinin toplantılar yapıp nutuklar atarak ve saçma sapan laflar ederek, labirentte koşup duran fare misali hareket ettikleri ve krizin kendisiyle başa çıkamadıkları bu manzara gerçekten üzüntü verici.

Esasında sorun, ahmak insanların inandıklarından daha karmaşık, çünkü ortadaki gerçek sıra dışı: bu sefer düşman bir ulus, devlet hatta gerçek bir toprak parçası da değil, tanımsız bir varlık: bir fikir, bir ruhsal durum, gerçek bir devlet olmayıp belirli bir toprak parçasına sahip olan bir hareket.

Bu yeni bir olgu da değil: yüz yıl önce tek bir toprağa bağlı bir üssü olmaksızın her yerde terörist eylemler gerçekleştiren bir anarşist hareket vardı. Dokuz yüz yıl önce Haşişîler bir ülkeleri olmaksızın bir dinî tarikat olarak Müslüman dünyayı terörize ediyorlardı.

Devlet olmayan İslam Devleti [IŞİD] ile nasıl mücadele edilir bilmiyorum. Bence bunu kimse bilmiyor. Muhtelif hükümetlerdeki salakların da bildiğinden emin değilim.

Bu gerçeği bölgesel bir işgal hareketi ortadan kaldırır mı kaldırmaz mı, bilmiyorum. Böylesi bir işgal hareketi de pek mümkün görünmüyor zaten. ABD’nin bir araya getirdiği Gönülsüzler Koalisyonu görünüşe göre kara harekâtı gerçekleştirme eğiliminde değil. Bu yönde çaba ortaya koyan Suriye devleti ordusu ve İranlılardan ABD ve bölgedeki müttefikleri nefret ediyorlar.

Esasında ABD ve AB, deliliğin kıyısına varmış, artık çevresini tanımaktan aciz olmaya dair birer örnek. Söz konusu iki güç, Esad-İran-Rusya ekseni ile IŞİD-Suudi-Sünni kampı arasında bir seçim yapamadılar. Buna bir de Türk-Kürd meselesi, Rus-Türk düşmanlığı ile İsrail-Filistin çatışması eklendi. Eldeki resimse hâlâ eksik.

Tarih seven insanlar için yüzlerce yıllık bir mazisi olan Rusya-Türkiye mücadelesinin sahneye yeniden dâhil oluşunda büyüleyici bir yan var. Coğrafya nihayetinde diğer her şeye baskın çıkıyor.

Denilir ki savaş generallere bırakılmayacak kadar önemli bir konudur. Mevcut durum da siyasetçilere terk edilmeyecek kadar karmaşıktır. Ama ortada başka kim var ki?

İsrailliler (olağan hâliyle) dünyaya bir şeyler öğretebileceklerine inanırlar. “Biz terörizmi biliyoruz. Neler yapılacağından haberdarız” derler.

İyi ama öyle mi?

Haftalardır İsrailliler korku ve panik içerisinde yaşıyorlar. Daha iyi bir isim bulamadıkları için buna “terör dalgası” diyorlar. Her gün 13 yaşlarında iki, üç ya da dört genç İsraillilere bıçaklarla saldırıyor, üzerlerine otomobil sürüyor ve genelde onları silâhla vuruyor. Bizim şu meşhur ordumuz elinden geleni ardına koymuyor, ailelere saldırıyor, köyleri toplu bir biçimde cezalandırıyor ama nafile, hiçbir sonuç alamıyor.

Bunlar çoğunlukla kendiliğinden, bireysel eylemler, bu nedenle bu tip saldırılara mani olmak neredeyse imkânsız. Bu, askerî bir mesele de değil. Mesele gayet politik ve psikolojik.

Netanyahu da tıpkı Hollande ve şürekâsı gibi bu rüzgârla yelkenlerini şişirmeye çalışıyor. Halil kentinden on altı yaşındaki bir genci Auschwitz’deki azılı bir SS subayına benzetiyor, Holokost’a atıfta bulunuyor ve antisemitizm hakkında bitmek bilmeyen gevezelikler ediyor.

Hepsi de şu apaçık gerçeği çarpıtmak için: işgal her gün, her saat, her dakika Filistin halkına hile yaparak varlığını sürdürüyor. Bazı bakanlar Batı Şeria’yı ilhak etmeyi ve Filistinlileri kendi yurtlarından sürmeyi amaçladıklarını artık hiç saklamıyorlar bile.

Dünya genelindeki IŞİD terörizmi ile Filistinlilerin devlet olmaya yönelik ulusal mücadeleleri arasında hiçbir doğrudan bağlantı yok. Ama eğer bu sorun çözülmezse sonuçta mevcut sorunlar iç içe geçecek ve biz yeni Haçlılara karşı, tıpkı geçmişte Selahaddin Eyyübî’nin yaptığı gibi, çok daha güçlü bir IŞİD çıkıp tüm Müslüman dünyayı birleştirecek.

Bir mümin olsaydım fısıltıyla şunu derdim: Allah göstermesin.

Uri Avnery
30 Kasım 2015
Kaynak

0 Yorum: