Ancak şimdi parti liderliği ilkelerini üç kuruşa
sattı ve daha ağır koşullarda yeni bir kurtarma paketi ile ilgili olarak yazın
yapılan referandumda “hayır” oyu verilmesine karşın, eskiden karşı çıktığı aynı
tasarruf tedbirlerini uygulamaya soktu.
Bu gelişme Maliye Bakanı Yanis Varifakis’in
partiden ayrılıp başka bir parti kurmasına yol açtı. Çipras ise oyları bir
miktar azalmasına karşın yeni yapılan seçimlerde tekrar iktidara gelmeyi bildi.
Daha önce de yazdığım üzere, iktidarda iken Syriza
önderliğinde kurulan hükümet anti-militarist dış politika yürüteceğine dair
vaadi gibi diğer vaatlerine de ihanet etti. Seçim bildirgeleri “İsrail ile
kurulmuş olan askerî işbirliğine son verilmesi” vaadini içeriyordu. İktidara geldiğinde
parti 2009’da muhafazakâr hükümet döneminde başlamış olan İsrail ile ortaklaşa
askerî faaliyetlere devam etti.
Üstelik Temmuz’da İsrail’e yaptığı ziyaret esnasında
Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias Yunanlıların “İsrail’i sevmeyi öğrenmeleri”
gerektiğinden bile bahsetti ve utanç verici bir biçimde İsrail’in bölgedeki
“istikrar hattı”nın bir parçası olduğunu söyledi. Bu hattın parçası olan İsrail
2014 yazında 551 Filistinli çocuğu katletmişti.
Syriza böylelikle o eski nezih siyasetinden çark
etmiş oldu. Aynı değişime ülke içine dönük ekonomik meselelerde de tanık
olundu.
Syriza solcu bir hareket olarak kendisi ile
hükümetin İsrail ile yürüttüğü temaslar arasına belirli bir mesafe koyuyor.
Savunma Bakanı Panos Kammenos (sağcı koalisyon ortağı) Bağımsız Yunanlılar’dan,
Kotzias ise bağımsız bir isim.
Ancak bu mesafe geçen hafta itibarıyla kapandı.
Syriza İsrail konusunda U dönüşünü tam manasıyla gerçekleştirdi.
Başbakan Aleksis Çipras bu hafta İsrail’e ilk
ziyaretini yaptı. Herkes bunu gerekli bir diplomatik temas olarak değerlendirdi
(ben şahsen böyle olduğu kanaatinde değilim). Çipras, İsrail ile ekonomik
bağların artırılması gerektiğini söyledi, bu noktada kısa süre önce açık
denizde bulunan doğal gazın Avrupa’ya taşınması da bu ekonomik ilişkilerin bir
parçası olarak görülüyor.
Çipras ayrıca Siyonist mitolojiye de destek atarak
“halklarımız oldukça kadim halklardır” dedi. Esasında İsrail 1948’de yerli
halka yönelik Siyonist saldırganlık üzerinden etnik temizliğe maruz kalmış
Filistin’deki toplu mezarlar üzerine kurulmuş olan bir ülke. Filistinlilerin Nekbe
(Felaket) olarak adlandırdıkları bu zulmü gerçekleştirmiş olan İsrail, özünde
Avrupalı bir yerleşimci-sömürgeci devlet. İsrail, gayrimeşru devleti için
kurucu efsaneler bulmak için Tevratik kaynakları istismar ediyor.
Çipras savaş suçlusu Benjamin Netanyahu ile bir
araya geldi. Neşeli geçen basın konferansında her iki taraf “İsraillilerle
Yunanlılar arasındaki doğal yakınlığa” dair abartılı ifadeler kullandı.
En mide bulandırıcısı ise Çipras’ın İsrail’e
yaltaklanması ve İsrail’in (1980’de resmiyete dökülen) Kudüs’ü 1967’de ilhak
edişini diğer Avrupalı liderlere nazaran daha hevesli bir biçimde tanımış
olmasıydı. Çipras, İsrail Cumhurbaşkanı Reuben Rivlin’in ziyaretçi defterine “tarihî
başkentinizde olmak büyük bir onur” diye yazdı.
Esasında Kudüs’ün ilhakı uluslararası hukuka göre
yasadışı. Dünyada hiçbir devlet bu ilhakı meşru kabul etmiyor. İsrail ile
diplomatik ilişkileri bulunan devletler bile büyükelçiliklerini Kudüs’te değil,
Tel Aviv’de açıyorlar.
Çipras’ın bu konuda bu denli ileri gitmesi utanç
verici. İsrailli diplomatlar bilhassa bir Avrupalı lider olarak Çipras’ın
sarfettiği bu sözleri beklenmedik bir ifade olarak nitelendiriyorlar.
Yunanistan’da olan bitene baktığımızda tüm
bunlarda şaşılacak bir şey yok aslında. Gene de bu gelişmelerin Çipras’ın ve
partisinin siyasetçiler dünyasına yeni ve hakiki bir şeyler katabileceğini uman
Yunanistan ve Avrupa’daki birçok insanı hayal kırıklığına uğrattığını söylemek
gerek.
Tüm bu üzücü hikâye, Jeremy Corbyn ve yeniden
canlandırılan İşçi Partisi konusunda bir miktar umutlanan benim gibi kişiler
için ihtiyata sevk eden bir hikâye. Britanya ve Yunanistan’daki mevcut durumlar
birçok yönden çok farklı, zira İşçi Partisi Syriza gibi yeni bir parti değil.
Gene de bu meseleler, halk
hareketlerinin hükümet veya hâkim politik birer parti olma konusunda sahip
oldukları nüfuzla ilişkili temel soruları ve çelişkileri gündeme getiriyor.
Siyasetçilerin ve seçimle işbaşına gelmemiş olan AB ve IMF gibi politik
gruplaşmaların halkın demokratik iradesini artık daha fazla kırmaya çalıştığı
bir dönemde, halkın hükümetleri ve devletleriyle ilgili olarak derin bir şüphe
içerisinde olmalarında şaşılacak bir yan yok.
Asa Winstanley
28 Kasım 2015
28 Kasım 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder