13 Ekim 2015

,

Mücavir


Hulusi Akar, sanırım Silvan saldırısı sonrası, “asker şehre girmemeli” demişti. Bu söz Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filminde başçavuşla savcı arasında yaşanan “mücavir alan” tartışmasını hatırlatıyor.

Siyaset tarzı ve ideolojik yönelimler bakımından özellikle soldaki yaklaşımın filmde Komiser Naci’nin dediği “Halay başı olacaksın, Arap. Bu dünyada halay başı olacaksın” cümlesiyle paralellik taşıdığı da görülüyor. Kimilerine de Arap’ın “buralarda silâhı olmayan mı var doktor, iyisi var, kötüsü var” repliği düşüyor.

* * *

Tahrir öncesi Mısır’da, Mübarek’te temsil olunan, bir parti-devlet hâkim. Ordu, ekonomi ve siyasetin tek muktediri. Ocak 2011 sonrası meydanları dolduran kitlelerin değil, yönetsel, siyasî ilişkilerde mevki peşinde olanlar galebe çalıyorlar. Bir toplumsal muhalefet hareketi olarak İhvan, muhtemelen Silâhlı Kuvvetler Yüksek Konseyi ile anlaşarak bir isim belirliyor. İsme itiraz ediliyor. Sonra öne Mursi çıkıyor.

İşçi ve toplumsal muhalefet hareketleri içerisinde önemli bir ağırlığa sahip İhvan ordu ile anlaşarak, tüm eski müesses nizamı “İslam” adına muhafaza ve müdafaa etme sözü veriyor. O dönemde Mısır’a giden Tayyip Erdoğan “laik olun” diyor onlara. Demek ki bizdeki hükümet de müesses nizamla ve orduyla o noktada ittifak kuruyor.

Sonra liberal ve sol kesimler Mursi iktidarına karşı saldırıya geçiyorlar. Öz itibarıyla “ülkenin birliği, bütünlüğü” edebiyatına sarılan bu kesimler orta sınıfların duygularını okşuyorlar. Sonrasında Rabia’da yaşanan katliamda bu sol, liberal kesimin ciddi bir katkısı var. Darbeyi çağıran, “birlik-bütünlük” edebiyatı üzerinden darbeye gerekli toplumsal zemini hazırlayan onlar. Tüm o pratik, Tahrir’deki kazanımların, mevzilerin birilerinin mevkileri adına toprağa gömülmesini sağlıyor. Bugün Samir Amin’in Mısır’ın ikinci Süveyş Kanalı’nı kendi belirlediği sözleşme şartlarında yapacak olmasını övmesi de burayla ilgili. Samir Amin kanalın neden yapıldığını bile sorgulamıyor, ülkesinin gücüne övgüler düzüyor. Birileri olmayacak duaya âmin derken, birileri de bizzat âmin’in kendisini dua zannediyor.

* * *

Tayyip Erdoğan’ın bu deneyimden kendince ders çıkartmasına gerek yok. İhvancıların dediğine göre, kendilerini bu denli öne iten, sonra desteğini çeken gene AKP. Bugün Türkiye’de darbe kendisini AKP şahsında gerçekleştiriyor.

Muktedir bir muhalefet partisi olarak hayatına başlayan AKP, 2007 sonrası ikinci döneminde muhalif bir iktidar partisi kimliğine bürünüyor. Devletle belirli bir açıyı gerekli kılan bu iki dönem, parti-devlet formülündeki partinin tasfiyesi ile devlete iyiden iyiye biatle sonuçlanıyor. Artık iktidarın, nizamın ve devletin basit bir uzvundan söz etmek gerekiyor.

Bu uzuv devletin mücavir alanını kontrol altına almak için kullanılıyor. Tüm tartışmalar artık gösteriyor ki, bir tek geriye, işin asıl sahiplerinden biri olarak, CHP’nin AKP’nin yanına iliştirilmesi kalıyor.

* * *

“Civar” sözcüğü ile aynı kökten olan “mücavir alan” tabiri, “belediye sınırları dışında olup, imar mevzuatı bakımından belediyelerin kontrol ve mesuliyeti altına verilmiş olan alanlar” olarak tarif ediliyor. Bu uygulamada amacın, “belediyenin yakın çevresindeki imar faaliyetlerini denetlemesini sağlamak, rantı ve plansız yapılaşmayı önlemek” olduğu söyleniyor.

Mücavir alanın tanımı ülke tarihinde mafyaya işaret ediyor. Belediye sınırları dışındaki alanların kontrolü mafyaya veriliyor. Devlet uzanamadığı ete mundar demiyor, sokak kedilerini sahaya sürüyor.

AKP de burada anlam ve güç buluyor. Devletin mafyaya kimi alanlarda verdiği cevazdan istifade ediyor. Bunun karşısına “daha iyi belediyecilik”le çıkmak mümkün görünmüyor. Devlete bu alanları daha iyi kontrol edeceğine dair bir izlenimi ve imajı satmanın karşılığı bulunmuyor. Merkeze bağlanan AKP ANAP’lıktan çıkıp bir tür Turgut Sunalp partisi hâline geliyor.

Bu noktada, devreye düne kadar buduncu-şaman sularda gezinen Sedat Peker İsmailağa Cemaati’ni ziyaret ediyor, Mahmud Efendi’nin elini öpüyor. Mahmud Efendi de dinen caiz olmadığını bildiği hâlde, Türk bayrağı ile sevenlerine mesaj veriyor. Devlet mücavir güçlerini merkeze yeniden örgütlüyor.

* * *

“Beled” beldeler demek. Bugün emperyalizm açısından Ortadoğu’daki devletler belediyeler derekesinde. IŞİD esas olarak mücavir alanların kontrolü için devreye sokulmuş bir mafya örgütü. Belki de Ankara Katliamı bu bağlamda da değerlendirilmeli.

IŞİD, Irak, Suriye ve Türkiye’nin soyut veya derin devletlerine örgütlenerek bu denli güçlenme imkânı bulabildi. O, “Türkiye Cumhuriyeti Belediyesi” için ortalığı uygun hâle sokmak zorunda. Bugün AKP’lilerin polisin arazi işleri peşinde koştuğu için ciddi bir istihbarat zafiyeti yaşadığını söylemesi de bu meseleyle ilgili. Ankara’da eski mafya babalarının malum şahıs için arazi kapatma, inşaat işlerinde görevlendirildikleri biliniyor.

* * *

Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki başçavuşun mücavir alan takıntısı ordunun yerini-yurdunu resmeder nitelikte. Modernizasyon, maaş akışı, imkânlar, gerekli yetkiler onun politik sınırını tayin ediyor. Bu açıdan ordunun sınırötesi operasyonlarına kayıt yaptırmak solun işi olmamalı.

Kitlelere “halay başı olacaksın” demek de bir anlam ifade etmez. Meseleleri basit manada seçimlere, yönetsel ilişkilere, ABD ve İngiltere’de görülen parlak siyasetçi imajlarına indirgemek çıkışsız. Halaylar sürecek, türküler susmayacaksa, kimin baş olduğunun bir önemi de yok. Kurtuluşumuz mendilin kimin elinde olduğunu belirlemekte değil. Birlikte halaya durup türküler söylemekte.

* * *

Öz ya da biçimsel, yönetim meselesine yapılan vurgu devrimin kimyasından simyasına kaçışı ifade eder. Altına bakıp her demiri altın yapmaya çalışmak, ortada başarıymış gibi görünen sonucu mutlaklaştırıp devrim diye kodlamak manasız. Devrimin kimyasında yönetenlerin yönetememesi, yönetilenlerin yönetilmek istememesi varsa, ekonomik-politik kriz ve devrimci özne de yazılı. Yönetime yapılan aşırı vurgu, halay başını kimin çekeceğine bakılması, krizin ve öznenin üzerinden atlamayı beraberinde getirecektir.

Bu açıdan AKP’nin yönetsel siyaset düzleminde “geri, cahil, beceriksiz, eksik, kötü” olduğuna dair her tür vurgu beledîdir, devletlûdur. “Daha iyisi benim” demektir. Bu türden vurgular yönetsel siyaset kulvarındaki basit burjuva yarışın sıradan emarelerinden ibarettir. Bu yarışı sosyal âlemde veya akademide pek bir heyecanla izleyenlerin akıl yürütmeleri de bir sonuç üretmeyecektir.

* * *

Mısır’da Tahrir sürecinde ve sonrasında İhvan’ın hükümet oluşunda bu hareketin işçi hareketi içindeki mevzilerinin önemli bir rolü var. Bu mevzilerden biri de şoförler sendikası. Sendikanın önde gelen isimlerinden olan ve İhvan’ın seçim başarısı için yoğun bir çalışma yürütmüş bulunan bir işçi önderi, İhvan’ın iktidara geldikten sonra eski nizamın çıkarlarını koruduğunu, onun yöntemlerini uyguladığını, emekçi halka karşı düşmanlığını sürdürdüğünü görüyor ve kendisiyle yapılan, öfkesini dile getirdiği röportajda “İhvan’a artık oy vermem. Selefîlere vereceğim, en azından onlar siyasetçi değil, Müslüman” diyor. Sabah satranç oynayıp akşam röportaj veren yapıların bu öfkeye kulak vermesi şart.

Ankara Katliamı sonrası “polis önlem almadı” ya da “DİSK niye önlem almadı?” diyenler de bahis konusu edilen yönetsel ilişkilerin dünyasından, o mücavir alandan konuşuyorlar. Hiçbir kitle eyleminde polisin toplanma yerinde arama yapmadığı bilinmesine karşın, polise bu yöndeki bir çağrının ne tür sonuçlar doğurabileceği üzerinde durulmuyor. Devletin terörle mücadele etmediği, kitlelere karşı bizzat (bir silâh olarak) terör ile mücadele yürüttüğü unutuluyor.

Unutulan bir diğer şey de kitlelerin siyaseten değil, politik olarak sahip olduğu ağırlık. Siyaset mevkilere; politika mevzilere bakıyor. Her mevki arayışı mevzileri dağıtıyor. Siyaset mülkiyete; politika aidiyete dair. Biri tren garının kırılan camlarına; diğeri anaların sıkılı yumruklarına örgütleniyor.

Eren Balkır
13 Ekim 2015

0 Yorum: