05 Ağustos 2015

,

Suriye’yi Tasfiye Etme Planı


Brookings Enstitüsü’nün Suriye’yi Tasfiye Etme Planı
İşte size ABD dış politikasına ilişkin bir soru: Bir rejim değişikliği ne vakit rejim değişikliği değildir?
Bir rejim iktidarda kalıp yönetme becerisini yitirdiğinde. ABD siyasetinin bugünkü fiilî hedefi, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın ülkeyi yönetme becerisini azaltmak ve bunu onu fiziken iktidar koltuğundan uzaklaştırmadan yapmak. Buradaki fikir gayet basit: Ülkenin geniş kesimlerini ele geçirip muhafaza etmek için ABD destekli “cihadcı” vekil güçler konuşlandır, bunun yanında, merkezî hükümetin devleti kontrol etmesini imkânsızlaştır. Obama yönetiminin Esad’la onu konu dışı kılmak suretiyle başa çıkma yöntemi bu. Söz konusu strateji, Brookings Enstitüsü’nde çalışan Michael E. O’Hanlon’un yazdığı “Suriye’yi Yapısöküme Uğratmak: Amerika’nın En Ümitsiz Savaşı İçin Yeni Bir Strateji” isimli makalesinde detaylı bir biçimde izah ediliyor. Yazıdan bir alıntı:
“[…] önümüzdeki tek gerçekçi yol, muhtemelen pratikte Suriye’yi yapısöküme uğratmaya dayalı bir planı yürürlüğe koymaktır. […] uluslararası toplum, zaman içerisinde Suriye’de yaşaması muhtemel bir dizi güvenlik ve yönetim alanı yaratmak amacıyla çalışmak zorunda kalacaktır. […] Buradaki fikir, mümkün olduğu ölçüde Suriye içerisinde güvenilir, tehlikesiz alanlar yaratmaları konusunda ılımlı unsurlara yardım edilmesi üzerine kuruludur. Amerikan, Suudi, Türk, İngiliz, Ürdün ve diğer Arap güçleri sadece havadan değil, kaçınılmaz olarak özel kuvvetler aracılığıyla karadan da destek verebilirler. Bu yaklaşım, Suriye’nin düşman saldırılarına ait muhtemel işaretleri gözetleyebilecek tampon bölgelerin oluşturulmasına imkân veren açık çöl toprağından istifade edecektir. Batılı güçler, güvenli bölgelerde genel manada görece daha emniyetli ama ön cephelerden destek alan mevzilerde kalabilirler, en azından bu durum, söz konusu savunmalar ve aynı zamanda yereldeki müttefik güçlerin güvenilirliliği görece daha ileri konumlara konuşlanma ve orada yaşama imkânı sunana dek devam eder.
Bu türden sığınakların oluşturulması, bir daha Esad’ın ya da IŞİD’in yönetme ihtimali ile yüzleşmeyeceği özerk bölgeleri üretebilir. […]
Geçici hedefimiz, bir dizi özerk bölgeyi içeren konfederal Suriye’ye ulaşmaktır. […] muhtemelen konfederasyon, uluslararası bir barış gücünün desteğini gerekli kılacaktır. Bu barış gücü, söz konusu bölgelerin savunulabilir ve yönetilebilir kılınması, oradaki halka yardım sağlanması, bölgelerin istikrara kavuşup ardından zaman içerisinde genişleyebilmesi için daha fazla askerin eğitilmesi ve donatılması için gerekli olacaktır.” [Michael E. O’Hanlon, Brookings Institute]
Bugün Suriye’de tam da bu basit oyun planı yürürlükte değil mi?
O’Hanlon, egemen bir ulusun yok edilmesi, on binlerce sivilin katledilmesi, milyonlarcasının yurtlarından edilmesindeki ahlaki yönleri nasıl da hiçe sayıyor, dikkat edilsin. Bu türden emperyal stratejiler uyduran uzmanlar için bu tür şeylerin hiçbir önemi yok. Her şey ekmeğe sürülecek bir kaşık yağ. Bir de yazarın “tampon bölgeler” ve” güvenli bölgeler”den nasıl bahsettiğine dikkat edilsin, aynı ifadeler İncirlik hava üssünün kullanımı için Türkiye ile ABD’nin yaptığı anlaşmayla ilişkili olarak da kullanılmıştı. Türkiye’nin niyeti, ABD’ye Suriye’nin kuzey sınırı boyunca bu türden güvenli bölgeler oluşturulması konusunda yardım etmek. Bu bölgelerin amacı, sınırı saldırılara karşı korumak ve IŞİD’e karşı savaşta kullanılacak sözde “ılımlı” militanların eğitilmesi için bir sığınak oluşturmak. Bu güvenli bölgeler O’Hanlon’un devleti bağlantısız bir milyon yerleşim bölgesine bölmeyi amaçlayan görece daha kapsamlı planının hayatî birer parçası. Bu yerleşim yerleri silâhlı paralı askerlerce, El-Kaide uzantısı örgütlerce ve yereldeki savaş ağalarınca yönetilecek. Obama’nın “kurtarılmış Suriye” hayali işte böyle bir şey: anarşinin kol gezdiği, her yanını ABD askerî üslerinin sardığı, engel nedir bilmeden kaynakların sömürüldüğü tükenmiş bir devlet. Obama, ne pahasına olursa olsun, Saddam’ın gidişinin ciddi bir güvenlik boşluğuna yol açtığı, bunun sonucunda da ABD’ye kan, para ve uluslararası itibar kaybettiren şiddete dayalı ve uzun soluklu bir isyanın yaşandığı Irak’taki utancın bir benzeriyle yüzleşmekten kaçınmak istiyor. Mevcut stratejide karar kılmasının sebebi bu. O, bu stratejinin aynı hedeflere ulaşmak için görece daha akıllı bir yol olduğunu düşünüyor. Başka bir deyişle, hedefler hiç değişmiş değil. Tek fark yöntemlerde. O’Hanlon’dan biraz daha alıntı yapalım:
“Planın sadece IŞİD’i değil, bir dereceye kadar Esad’ı da hedef alması mümkün. Ama gene de gerçekliğe boyun eğmek gerekirse, plan Esad’ı açıktan devirmeyi amaçlamayacak, onun ülkeyi yeniden yönetmeyi arzulamasına mani olacak ölçüde toprakların üzerindeki kontrolü elinden alınacak. Özerk bölgeler, artık ne Esad ne de halefi tarafından yönetilmesine izin vermeyecek net bir anlayış üzerinden özgürleştirilecek. Her hâlükarda Esad bu anlayış dâhilinde askerî bir hedef değil ama şu anda kontrol altında tuttuğu (ve acımasızca bombaladığı) alanlar birer askerî hedef. Eğer Esad, sürgüne gitmeyle ilgili anlaşmayı kabul etme noktasında uzun süre ayak diretirse, yönetimi, hatta kendisi doğrudan tehlikelerle kaçınılmaz olarak yüzleşecek.” [O’Hanlon, a.g.m.]
Bu ne anlama geliyor?
Şu: Suriye, O’Hanlon’un yeni rejim değişikliği stratejisi için bir deneme alanı olacak. Bu strateji dâhilinde Esad bir numaralı kobay olarak kullanılacak. Dolayısıyla yürütülen operasyonun gerçek amacına dair hiçbir yanlış anlama mevzubahis değil. Zaten O’ Hanlon da çarpıcı ifadelerle bu amacı teyit ediyor:
“Bu plan, mevcut stratejiden üç yönden farklı. İlk olarak, buradaki fikir ABD’nin açıkça beyan edilmiş fikri. […] Bu sayede Washington’ın Esad hükümetinin bugün iki kötü içinde daha az kötü olanı olduğu için ona hoşgörüyle yaklaşmaya razı geldiğine dair o örtük şüphenin ortadan kaldırılması mümkün olacak.” [a.g.m.]
Böylece ABD yönetimi kendisinin IŞİD’e karşı savaş yürüttüğü iddiasını terk ediyor ve “Esad’ın gitmesi gerektiğini” açıktan dile döküyor. O’Hanlon’a göre, bu yaklaşım Washington’ın gerçek niyetleri konusunda kafaları karışık olan koalisyonun diğer üyeleri ile arayı düzeltecek. O’Hanlon’dan biraz daha alıntı:
“[…] Muhalif unsurlar güçlü noktaları ele geçirip güvenle ellerinde tuttuklarını gösterir göstermez, çok taraflı destek ekipleri, sahada konuşlandırılmış özel kuvvet müfrezeleri ve hava savunma imkânları devreye sokulabilir. […] Bu son kısım elbette en güç olanı, bu türden ekiplerin konuşlandırılması en endişe verici husus. Bu noktada çok acele etmemek gerek. […] Ama gene de bu ekipler ortaya konulan çabanın gerekli birer parçası.” [a.g.m.]
Bu lafların tercümesi şu: Suriye toprağına ABD postalları basacak. Bu konuda bahse girin isterseniz. Düşmanın “gücünü kırmak” ve görevi yerine getirmek için cihadcı ölmeye gönderilmiş askerlerin bölgeye konuşlandırılmasında bir sorun yok; nihayetinde işi bitirmek için sahaya A Takımı’nı göndermeniz gerekecek. Bu da özel kuvvetlerden, ülke genelinde uçuşa yasak bölgeden, operasyon üsleri kurulmasından, ekran başında pinekleyip duran koyun sürülerini Suriye’nin ABD’nin ulusal güvenliğini savunmak için yok edilmesi gerektiğine ikna edilmesi için gerekli propaganda kampanyasının harlandırılmasından başka bir şeyi ifade etmiyor. Tüm bunlar fiyaskoya dönüşecek Suriye savaşının ikinci safhasında yaşanacak, her bir safhada uygulanan güç giderek yoğunlaşacak.
Son olarak O’Hanlon, o mükemmel yeni rejim değişikliği stratejisine bizleri ikna etmek için son bir hamle yapıyor:
“Bu türden bir plan önümüzdeki tek gerçekçi yol olabilir. […] Ayrıca ABD için riskler barındırsa da öngörülen askerî müdahalenin ölçeği son yıl içinde yaptıklarımızdan ya da Afganistan’daki çalışmaların kapsamından daha büyük değil. Başkan Obama […] Suriye’yi kendi halefinin eline teslim edeceği bir sorun değil, bugün ilgisini ve yeni bir stratejiyi talep eden bir kriz olarak görmeli.” [a.g.m.]
İşte karşınızda Suriye’yi paramparça edecek, daha büyük bir insanî krize yol açacak, Esad’ı onu iktidar koltuğundan uzaklaştırmaksızın devirecek o harika plan. 1.100 kelimede katliam ve yıkım ancak bu kadar başarıyla anlatılır. Nasıl bir özlü sözlülük ama?
Bu arada, hiç merak ettiniz mi, O’Hanlon gibi siyaset dâhileri, o büyük stratejilerinin sebep olduğu ıstırapları hiç düşünmüşler midir, yoksa bu ıstırapları hiç önemsememişler midir?
Mike Whitney
5 Ağustos 2015

0 Yorum: