14 Ağustos 2015

,

Politik Kıble

Kuyunun dibinde olup kuyunun ağzı kadar gördüğü yıldızlı semayı dünya zanneden kurbağa gibi ülkeye, bölgeye ve dünyaya bakan küçük sol örgütlere ne demeli?

Bu örgütlerin şefleri Tayyip’e ne içün kızarlar, anlaşılır değil. Onlar da dar dünyalarında küçük, çekirdek bir yandaş ekip kuruyorlar. Havuz medyası teşkil ediyorlar. Hasımlarını, rakiplerini ekarte etmek için hamleler yapıyorlar. Teoriyle tüm hakikat kendilerini işaretlesin diye meşgul oluyorlar. Örgüt paralarını kendi önlerine yığıyorlar. İçi konsolide etmek için dışa karşı muhtarlarını ajanlaştırıyorlar, ajanlarını köy kahvelerine yolluyorlar. Tek olmak için hamleler yapıyorlar. Meydana çıkıp, eskiden küfürle andıkları geçmişe ait isimleri yücelterek, “gördünüz mü ey ahali, en ileri benim, gelin benim etrafımda birleşin” diye bağırıyorlar.

Bugünse ağızlarından çıkan tek çığlık, “katil ve hırsız Tayyip!” Bizim o çığlığı attırana bakmamız gerekiyor.

Solun son iki yıllık programı bu. Halk ozanı Dertli Divanî’nin “Cahil insan kendini aklar, kâmil insan özünü yoklar” sözü doğru ise, bu solun tek derdi, kendi özüne yüz değil, sırt çevirmek. Zira Tayyip, yüzyıllık kadîm devlet geleneğinin basit, sıradan bir tezahürü. Bugünde olmanın biricikliğini, mutlaklığını kendilerinde ve kendilerince abartanlar, dolayısı ile bu tezahürü, biçimi öz yerine ikame ediyorlar. Yani mazrufu zarf olarak görüp gösteriyorlar.

Bu işlem de kendi özlerini görünmez kılmak için yapılıyor. Devletin biçimi öz olarak gösterilince sol, kendisinin verili hâlini gerçek öz şeklinde takdim etme imkânı buluyor. Bu işlemde öze dair tartışma, ister istemez askıya alınıyor. Tartışmayı kışkırtanlar, kışkırtıcı, objektif ajan, oyun bozucu, bölücü kabul ediliyorlar. Oysa düşmanla mücadele, özün görünürlüğünü, sorgulanırlığını emrediyor. Hesap veren, hesap soruyor; had bilen, had bildiriyor.

* * *

Son iki yıllık süreç, katilin ve hırsızın bir benliğe kapatılması ile geçti. Ak Parti, daha doğrusu, Erdoğan, geçmişin tüm katillerini ve hırsızlarını aklamak için vardı ve hâlâ bu işe yarıyor. Zira belirli sol örgütler Erdoğan’sız AKP’ye tavlar.

Bugün Tayyip’e bakarken, ensemizdeki namlunun; cebimizdeki elin sahibini unuttuk. Rakip namlular ve ellerle ittifak yolları aradık. Bu hengâmede ne su kökü buldu, ne de kök suya erişti.

O sol şefler, kendi özlerini gizlemek için bundan daha iyi fırsat bulamazlardı. Her küçük burjuva, Tayyip’teki küçük burjuva sınıfsallıkta rakip bir yön buldu. Onlar, bu ülkeyi Tayyip’ten daha iyi yönetirlerdi. Düzeyin ve ölçünün basit manada yönetme ölçütüne çekilmesi suretiyle, hepimiz doğrudan yönetim ve özyönetim gibi meselelere odaklanır olduk. Tek sunabildiğimiz seçenek buydu. Devrimci durum ve devrimci özne olmayınca, her şey kitlelerin yönetilmek istememesi, yönetenlerin yönetememesi ihtimaline indirgendi. Bari tarih o noktada güleydi!

* * *

Geçenlerde kendi TV kanalında Mustafa Yalçıner, sorulan soruya cevap verirken konuşmasına, “buradan Devlet Bahçeli’ye sesleniyorum” diyerek başlıyor. Nurhak Dağı’ndan Bahçeli’yle konuşacağı, burjuva siyasete tavsiyeler sunacağı siyaset masasına ne vakit geldi, onun asıl bunu sorgulaması gerekiyor.

Tayyip, her türden ideolojiden azade bir küçük burjuva olarak hareket ediyor. Fırsatını bulmuşken Tayyip üzerinden İslam’a karşı yürüttükleri savaşı güncelleyenlerin bir daha düşünmesi gerekiyor. Devlette yönetici olmakla siyaseti hükmü altına alacağını zanneden Yalçın Küçük gibi şefler, solculuğu kendi çıkarları uğruna istismar ediyorlar. Küçük, “AKP bizi Kemalist yaptı” derken, AKP’yi fırsat bilip Kemalistliğini açık etme imkânı bulduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyor. Yalan söylüyor.

Bir öğrencisi de “bazıları bu ülkede liberal yok ben liberal olayım, sol Müslüman yok ben namaza durayım bari diye düşünüyor” türünden laflar ediyor. Böylelikle kendisinin “bu ülkede sosyalist yok, bari ben olayım” diyen bir liberal olduğunu ifşa etmiş oluyor. Zira bu isimler, bu topraklarda sosyalizmin ve imkânlarının varlığına hiç iman etmemiş kişiler arasından çıkıyor.

“Kürt yok” diyerek, mesele çözme konusunda kendince bir işlem yapan Tayyip gibi Yalçın Küçük de “İbrahim diye biri yok, hiç olmadı” diyerek, tüm dinleri tarihten silebileceklerini zannediyor. Bunlar her ismi, olguyu laf düzeyinde ele aldıkları için o kelimeleri lügatten çıkarttıklarında sorunlardan kurtulabileceklerini, böylelikle kendi isimlerini başa yazabileceklerini düşünüyorlar. Varsayalım ki “İbrahim” diye biri hiç olmadı. Olmayan birinin Y. Küçük gibi olan birine kıyasla daha etkili ve kalıcı olduğunu tarih bize kanıtlıyor. Küçük, işte esasen o ihtimalle, kitlelerin bir fikre, değere, duruşa örgütlenmesi ihtimaliyle dövüşüyor.

* * *

Siyaset denilen şeyi, ismi başa yazmaya indirgemek, temel meselemiz bu değil mi? Marksizmin veya Leninizmin Marx ve Lenin’in düşmanlarınca konulmuş isimler olduğu biliniyor. Marksizmin veya Leninizmin kerhen ona dâhil olmuş, içteki düşmanları ise, ismi başa yazmanın, her şeyin ve herkesin o isim etrafında dönmesini sağlamaya çalışmanın Marksizm-Leninizm olduğunu düşünüyorlar. Onun koşulladığı ortaklaşmayı düşmanca ele alıp, taklit ederek yinelemeye gayret ediyorlar. Bunca hizbin ve tarikatın mevcudiyetinin sebebi burada.

Tayyip için devletin bekası varsa, bu şefler için örgütünün bekası var. Dün Suriye ile dost iken bugün düşman olunması gibi, dün birlikte halay çekenler, bugün birbirine silâh sıkıyorlar. Dün eleştiri yağdırdıkları örgütleri bugün kapmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Dün mesafe koymaya çalıştıkları liberallerin Tayyip limanından ayrıldıklarını görenler, bugün onları kendi ticaret limanlarına çekmek için uğraşıyorlar.

* * *

İslam’dan önce Hicaz’daki müşrik kabile şefleri, Mekke pazarının cazibesini artırmak için Kâbe içine diğer ana ve alt dinlerin putlarını yerleştiriyorlar. Bu açıdan fetih, esnasında o yetim ve ümmi önderin kılıç salladığı putlar, pazarın kölelerinin iradesinin tecellisi olarak vücud buluyor.

Ama batılı oryantalistlerin İslam araştırmaları, İslam’ın o ana ve alt dinlere mensup kabilelerin dağınıklığını gidermek için geldiğini iddia ediyorlar. Bu nedenle, o dönemin yoksul, mazlum kesimlerinin birleşmesini yüksek siyaset ve yüksek ideoloji düzeyinde ele alıp ilgili bilgiyi kendi yüksek teorilerine ram etmeye çalışıyorlar. Bordolu bir Katolik, Teksaslı bir evanjelist kadar İslam konusunda cahil olan kimi aydınlar, bu batılıların yüksek teorisini gerçekten yüce bir şey zannedip içselleştiriyorlar. Bu nedenle, bugün pazarın emrini yerine getiren AKP’nin o putları kıran irade olarak İslam’a yönelik bir saldırı olduğunu asla anlamıyorlar.

Güneysu’da fukara halka Tayyip “bizim arkamızda Allah var” diyerek, arkasındaki o küfür düzenini, devleti gizlemeye çalışıyorsa, bizim sol şeflerimiz de “arkamızda yüce bir ideoloji var” deyip mevcut kişisel çıkarlarını örtbas ediyorlar.

Mevcut devlet, kitlelerin kurduğu bir yapı değil; aksine kitleler, devletin söz-yetki-karar sahibi olduğu bir inşa süreci. Dolayısıyla meseleyi sadece o kitlelerin yönetilmesine indirgeyenler, inşa sürecinin müteahhidi veya “dayı”sı olmak derdindeler. Bu açıdan yönetme meselesi kadar, hatta ondan daha çok, geçmişten geleceğe uzanan süreçte oluşan ama devrimci durumda uç verecek devrimci özneye odaklanmak gerek. Bunca yönetici adayının sahada olduğu koşullarda sol, birbirinden insan, malzeme ve birikim çalmayı siyaset zannetmeyi sürdürecek. Yüzlerini sürekli kendi fokolarına çevirecekler. Bugünse, müşterek bir kıbleye ihtiyaç duyulduğu açık.

Bu manada politik kıblemiz, ne kandan-terden arındırılmış muhayyel bir toprak ne de halkın inkârı manasında, yönetici bireydir. Bu topraklara kanını-terini dökmüş, dökmekte olan mazlum-sömürülen halk kitleleridir. Kavga onlarladır, onlara dairdir, onlar içindir.

Eren Balkır
14 Ağustos 2015

0 Yorum: