İnsan, futbol maçları ile yatıp sabah onunla
uyanıyor. Hayatı gün boyunca kapitalist sermayenin ürettiği cihazlara bağlı
hale geliyor. Sürekli olarak içinde “servetine servet katma” isteği ile yanıp
tutuşuyor. “Ama insan, Rabbi her ne zaman
onu imtihan edip ona ikram eder, ona nimetler verirse, o zaman ‘Rabbim bana
ikram etti’ der. Amma her ne zamanda onu imtihan edip onun rızkını daraltırsa,
o zamanda ‘Rabbim bana ihanet etti’ der.” [Fecr suresi 15-16]
Mülk biriktirme, televizyon, telefon, moda,
magazin futbol bunları Allah kullarına bir zorunluluk haline getirmiyor,
bunları insanlarımıza bu kadar ‘vazgeçilmez’ kılan Burjuvazinin akıl edilmez
çabalarıdır. Oysa ki Müslüman tüm bunlara sahip olacaktır, ancak varisliğin,
yani mülkün Allah’ın olduğunu bildiği koşullarda. “Ona ne malı ne de kazandığı fayda verdi.” [Mesed suresi 2] Ayette
görüldüğü gibi, Ebu Lehep Allah’ı unutup yalnızca kazandıklarıyla insanların
karşısına ve Peygamber (a.s)’in karşısına çıktığı için bir insanın ismi
verilerek Allah’ın kitabında ona inen bir ayet bulunmuştur. Ona ‘insanlara karşı
bir suç işlediği için değil veya putlara taptığı için değil, mülkünü kendisini
ölümsüz kılacağını ’düşündüğü’ için, Allah’ı unutup paraya, servete taptığı
için buyrulmuştur.
Hz. Musa İsrail kavmini Firavun sarayında muhteşem
bir cahillikle yakalayıp, onları sorgusuz-sualsiz yüksek sınıflara hizmet
ederken gördü. Ancak Musa İsrail kavmini özgürlüğüne kavuşturduğunda, onları
Allah’a tapmayı gösterdiği zamanlarda halktaki cahillik henüz bitmemişti.
Onlar, Musa’dan gizlice, kendi yaptıkları putlara tapmaya bir süre daha devam
etmişlerdir.
Günümüz Müslümanlarının en büyük iki sorunu işte
budur; Cahillik ve olduğunca yüksek düzeylerdeki mülk biriktirme isteği.
Bunların getirdiği en büyük sonuç bugün hâlâ devam eden Filistin’dir. Nasıl
Filistin?
Filistin, yıllardır süren bir eziyetler, işgaller
ve sömürüler zinciri tarafından yok edilmektedir. Ancak hemen yanında bulunan
Araplar, Berberiler, Türkler ve İranlılar oldukça zenginlik içinde hayatlarını
devam ettirmektedir. Oysa ki tüm Müslümanlar bu zenginliklerini Filistin’de
İsrail Siyonistliğine karşı kullanırsa, kendi ürettikleri petrolü, hammaddeyi
kime satacaklar? Burada tam bir mülk hırsı devreye girer. Kendisinin mülkü,
serveti tehlikeye gireceği için tıpkı Papa’nın, Rahibin ve nice din adamlarının
yaptığı gibi, titreşimli sandalyelerde oturup, yerleri döverek gözyaşlarına
boğulup Allah’a yalvarıp yakaracak. Peki ya o inkâr ettiğin dinlerden ne farkın
kalıyor? Cahillik ise Filistin halkının tıpkı Musa’nın ashabı gibi köleliğinden
memnun kalıp Musa’nın Rabbine iman etmekte gecikmesi gibidir. İzzeddin Kassam’ın
Filistin konusundaki duruşunu hepimiz biliriz. Cahillik, Kassam’ın duruşunun
tersini savunanlardan kaynaklanır.
19. ve 20.yy’larda Kuzey Afrika, Arabistan gibi
Müslüman kıtalar Avrupalıların işgali altındaydı. Ancak çoğu Müslüman bu
işgallere tek kurşun bile atmadan boyun eğdi. (Ömer Muhtar’lar hariç!) Ancak
aynı işgaller feodal rejimin bir bir yıkılışının sonlarında Amerika’ya, ikinci
cihan harbinden sonra Sovyet Kapitalizmi ve Amerikalılar tarafından işgal
edilen Almanya, Japonya gibi ülkelerde yapıldı. Baktığımızda bu ülkeler;
Teknoloji, silah, yasalar ve yönetimler konusunda bizden yüzdelik dilimler ile
hesaplanmayacak kadar ileri boyuttadırlar. Nasıl oluyor? Ruslar Japonya’da
bulundular, Afganistan’da da. Amerikalılar Almanya’da bulundular Irak’ta da.
İngilizler Amerika’ya da girdiler Mısır’a da. Aynı politikalar, ideolojiler
bugünkü gelişmiş ülkeleri de sömürdüler, Müslümanları da. Ancak onlar
Avrupalıları, Amerikalıları gelişmişliklerini takip ettiler, onlardan
teknikleri, kültürel bilgileri öğrendiler. Ancak Müslümanlar Kuran’ın okunduğu
topraklarda yabancı yöneticileri kabul etmeyip, isyan ettiler ve kazandılar da.
Bu, büyük bir dirilişi gösterir. Ancak isyanlar başlamadan önce çoğu Müslüman
tüm umutlarını kesip köşe bucak dağılmıştı. Japonlar, Almanlar gibi onları
izlemek yerine “Batı’dan gelen tüm pozitif bilimler bizlere haramdır” fetvaları
verildi. E! Sonuç ne oldu? Önceden de cahillik, sonradan da cahillik. Elde var
koca bir sıfır!
Tüm bunların asıl sebebi; Kuran’ı okumamak, onu
duvara asmak, ölümden sonrası ile, mistik düşlerimizin yorumları ile
tanımaktır. Verdiği asıl mesajı okumadan tefsirlere, çevirilere dalmaktır.
Kuran’ı bir hayat felsefesi olarak değil, bir şarkı gibi bestelemek ve bu
şarkıyı en başarılı bir şekilde okuyana hediyeler yağdırmaktır. Ünlü bir söz
vardır “Herkes cennete gitmek ister, ama kimse ölmek istemez”. Günümüz İslam
âlemini kapsayacak bir özlü söz. Kuran’ı hiçbir şekilde anlamadan sadece okuyup
cennete gideceğini düşünenler, onun bu dünyaya indiğini söyleyip de Kitab’ı
ahireti için okuyanlar nezdinde durum gerçekten çok zordur. Zira Kuran’ın
içinde verdiği mesajlar Hz. Peygamber’in (a.s) yaşadığı dönemdeki olaylar ile
ilgilidir. Zira bir hadiste Nebi (a.s) şöyle buyurur “ Bu dünyada kör olan,
ahirette de kördür”.
Bugün kendimize soracağımız en damga vurucu soru
şudur: “Kapitalizmin, Batı’nın çarkı, uşağı, kölesi haline gelmiş bir ümmet,
nasıl olur da “Hz. Peygamber’in (a.s), Ömer’in, Ali’nin, Ammar’ın, Salim’in,
Ebuzer’in, Ebu Bekir’in, Selman’ın, Hasan’ın, Hüseyin’in, Bilal’in, Hamza’nın”
tebliğ ettiği zulme karşı, hiyerarşilere karşı, adaletsizliğe karşı, korkusuzca
kılıç çeken ve üzerine yürüyen bir dinin ümmeti olabilir?
Bize düşen, tüm İslam coğrafyasında
anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-firavunist, anti-sömürgeci,
anti-siyonist, günümüz Ebu Leheplerine, Ebu Cehillerine karşı, anti-hiyeraşik,
anti-kast direnişler başlatıp, sömürüyü ve sömürgecileri ortadan kaldırmaktır…
“Biz istiyoruz ki yeryüzünün ezilenlerini önderler yapalım.” [Kasas
Suresi-5]
Abdullah Denizhan
0 Yorum:
Yorum Gönder