31 Mayıs 2015

,

Derlenip Dürülmesin Bayraklar



Michel Foucault, bir kitap yazıp yayınevine götürüyor. Editör, “bu kitap, gayet anlaşılır olmuş, basmam” diyor. Genel manada, özellikle Fransa’da, anlaşılmaz metinlerin rağbet gördüğü iddia ediliyor. Bu metinleri, gerekli ve yeterli felsefî birikimi olmayan genç tercümanlar, dile ve metne hâkim olmaksızın, Türkçeye çeviriyorlar. O herkesçe anlaşılmaması için yazılmış kitaplar, daha da anlaşılmaz bir hâl alıyorlar. Bazı siyasetten ve devrimcilikten düşmüş isimler de bugünlerde o kitapları anladıklarını satmak, anladıklarına dair poz kesmek, akademide imza yaldızlamak için bol alıntılı yazılar yazıyorlar.

O yaldızlı cümleler, alıntılar silkelendiğinde, geriye sadece şu cümle kalıyor: “Sınıflar mücadelesi devri bitti, devrim olacaksa onu da orta sınıflar yapacak.” Tuhaf olan, bu kesimlerin, ezilen bir milletin önderi olmuş bir kişinin onca yazdığı içerisinden Delöz, Spinoza, Fuko, Negri, Bukşin vb.’ye benzeyen cümleler bulmaya çalışmaları. Anladıklarından değil, kafalarının içinde kurdukları özel dünyaya özel bir kitle bulduklarını sandıkları için bu gayret. Gerçekteki kitleye ise tepeden tırnağa düşmanlar.

Bugün sandıkları, sandığa kilitli. Özel orta sınıf âlemlerinden bu coğrafyanın çileli, dertli, öfkeli halklarını anlayabileceklerini sanıyorlar. Kendi hocaları, Avrupa’da mültecilere küfrediyor, fukaradan kaçıyor. Buradakiler de mazlumdan ve onun şiddetinden nasıl kurtuluruz hesabı yapanlara bağlanıyor. Kürd sevdası, ondan, o beladan kurtulmak için. Yoksa Ayşe Erdem niye HDP’ye başkan olsun?

Bildirgeleri, seçim konuşmalarını, reklâmları, tanıtım filmlerini onlar hazırlıyorlar.

Gezi günlerinde Samanyolu’na çıkan Ömer Laçiner, Mehmet Altan ekibi, “Bu Tayyip nobran, kaba. O gitsin, mevcut kurgu kalsın, demokratik burjuva devrimi devam etsin” diyordu. O günlerde AKP’li Muhsin Kızılkaya, “beni AKP’ye Birikimciler örgütledi” itirafında bulunuyordu. Bugün Gezi ile ilgili çekilmiş Cennetin Düşüşü belgeseli, nedense Ahmet İnsel ile açılış yapıyor. Oysa bu isimler, o günlerde AKP’yi korumaya alıp Tayyip’i çöpe atıyorlardı. Tüm meseleleri şahsîleştiriyorlardı. Bu dönem etlenmiş orta sınıf, kendisine yakışmayan gömleği çıkartıp onu yırtıp atmak istedi. Olan bu.

Söz konusu kesimin HDP adına yazdıkları metinlerde de hedef salt Tayyip olarak gösteriliyor. Tayyip’siz AKP içerisinde oluşacak çatlaklara göz kırpılıyor. Esasında herkes, Fethullahçılaşıyor. Gezi’nin tek bakiyesi bu.

Tayyip, şahıs olarak hedef alınınca tüm meseleler şahsîleştiriliyor, bu da belirli şahısların yıldızının parlatılması adına yapılıyor. Ama o meseleler, ortalık yerde duruyorlar. HDP seçim bildirgesi, öz itibarıyla, salt Tayyip’in altını oymak için kaleme alınıyor. Başka bir politik-ideolojik anlamı bulunmuyor.

Dolayısıyla Birikimci siyaset algısı, Fethullahçı taarruzla ortaklaşa, sol-sosyalist âlemi işgal ediyor. Eskiden MİT’e karşı hasbelkader devrimci istihbarat teşkilatı kurmuş koca koca örgütler, gıdasını Fuat Avni ve Fethullah basınından alır hâle geliyorlar.

Tüm bunlar, şu veya bu biçimde burjuvazinin düşürdüğü bayrağı kaldırdığını düşündükleri proletarya, halk ya da ezilenler adına yapılıyor. Yaşananların gerisinde burjuvazi ve devletin müdahaleleri, seyri asla görülmüyor. Meselelerin tek bir şahsa kapatılmasını ve o şahsa saldırılmasını emredenlerin asıl derdi, imkânları ve bağları yok etmek.

Temel ayrışma, çatışma, aidiyetle mülkiyet arasında. Orta sınıflar, aidiyet meselesine yönelik her türden saldırıya nefer oluyorlar. Mülk kavgasında aidiyet ve ortaklık meselesini tasfiye etmek istiyorlar. Tekillikten, tek tek bireylerin tek bir etkinin nedeni olmasından bu sebeple bahsediyorlar. Ancak bireylere seslenebiliyorlar. Onca bireyin nasıl olup da bir araya geldiğini anlamaya çalışmak için uğraşıyorlar. Burjuvazinin ideolojik âlemde kurguladığı bireye bakıyorlar. Bireyse ancak “mülk sahibi insan” olarak tarif ediliyor. O imkân ve ehliyet de sadece burjuvazide ve burjuvaziyle mümkün. Hâsılı, birey olmak, burjuvazinin eşiğine yüz sürmeden mümkün değil. Bunu çok iyi biliyorlar.

Her şeyi Tayyip’e kapatmak, onu günah keçisi yapıp uçurumdan aşağı atmayı istemek, eşiğe yüz sürmek için yapılan bir eylem. Birikimcilere, Fethullahçılara, efendilerine “Ben öyle olmayacağım” sözünü veriyorlar. Halkla, milletle, ezilenle, işçiyle hiç ilgilenmiyorlar.

Tarihi burjuvaziyle başlatanların bu eşikte boncuk misali dizilmelerinin, bunlara bir imame bulunup tespih yapılmasının manası yok. Süphan olana iman yoksa bu yan yanalık değersiz.

Kürdistan var diyedir birilerinin ellerini ovuşturarak baktığı kitle. Engels’in bir ifadesini yorumlarsak, “Avrupa gerçeğinde, ayakta, devlete karşı, mücadele içerisinde bir sınıf var diye var proletarya.” En alttaki, mazlum, o olduğu için biz proletarya dedik” diyor Engels. Bugün Kürd de böyle.

Sağ siyasetin meselesi, din, millet gibi ortak olan birikimi efendilerin hizmetine sunmaktır. Sol siyasetse, kendisini ortak olana düşmanlıkta kurar. En fazla, ortak olandaki kırılma, sıçrama ve dönüşüm momentine oturuyorsa, başarılı olur. Ortak olan, efendilerin dünyasına açılmak istiyorsa, sol vardır.

Bugün sol, tüm aczini, zafiyetini, çerini çöpünü gizlemek için bu Kürd denilen halıyı kullanmaktadır. Sol, New York Times’ın “ABD ve Türkiye'nin diğer NATO müttefikleri, onu [Türkiye’yi] bu yıkıcı yoldan geri döndürmeye çalışmalı” diyen yazısından medet umar hâlde. “NATO’yu da AKP’yi de yıkacağız” diyen yok!

Çünkü sadece kişisel olana, bireysele bakılıyor. Bakılması isteniyor. Kolektif, ortak olanın hükmü ortadan kalkıyor. Geçmişte proletaryayı burjuva Batı’nın sunağında kurban edenler, bugün Kürd’ü ortaklığa dair bir im, imge olması sebebiyle, katletmek derdindeler.

Kürd’ü taklid ederek yol alabileceklerini zannedenler, Afro-Amerikanların blues müziğini birey ölçüsünde deforme ederek rock müziğini icad eden İngiliz gençlerine benziyorlar. Pazar, bunu emrediyor. Pazar, parmakları, yüreği, derisi kara, nasırlı zenciyi görmeden, göstermeden, o mavi notaları satmak istiyor.

Dolayısıyla, bugün geçmişin Sünni bir fakihini gerçeğinden ayırıp sözlerini yaldızlamanın bir manası yok. Şeyh Bedreddin’deki komünizmi, örgütlerin ortasına pimi çekilmiş bir bomba gibi bırakmak gerekiyor. Meslekî ideolojilerinin ağırlığına, sakinliğine kapılmış, küçük burjuva dükkânlarını beklemekten başka bir şey yapmayan yapılar, ortaklığı ondan öğrenmeye mecburlar. “Yapraksız bir dalda sallanan şeyhin çırılçıplak eti”, bayrak olmalıdır.

Ortak olana bakmamak, buranın ortak olanını da görmemeye, sadece kendi öznelliğine bakılmasına mecbur eder. Bedreddin, bu nedenle bayrak değildir. O, sadece geri bir döneme, geri bir halka, geri ideolojiye yakıştırılmayan cümleleri kazara sarfetmiş, o cümleleri gasp edilmek zorunda olan bir gafildir.

Bedreddin, 1730’da İstanbul’u ve sarayı bir süreliğine ele geçirmiş Patrona’nın kızıl bayrağıyla birleştirilmeyi bekliyor. Şeyh, hançerini doğuya sallayan Osmanlı’ya karşı, Timur, Selçuklu, tarikatlar vs.’nin ortaklığına örgütleniyorsa, Patrona da Nevşehirli İbrahim Paşa liderliğinde sarayın doğuya saldırmasına, lalelerin gölgesinde süren zulme karşı tüm mazlumların ortak çığlığına dâhil oluyor.

Patrona, iktidarı döneminde, isyan esnasında kendisine yardımcı olmuş bir kasabı Boğdan’a voyvoda (vali) tayin ediyor. Adamlarından birkaçı halktan haraç kesmeye kalkınca, halka “sizden haraç alanı öldürün” emri veriyor. Birilerinin ortak olana, aidiyete olan öfkesini ve nefretini buralarda, solun uzaklaştığı, kaçtığı yerlerde aramak gerekiyor.

Eren Balkır
30 Mayıs 2015

0 Yorum: