22 Nisan 2015

,

Bir Düğün Bir Cenaze


HDP’nin seçim bildirgesi, itikatta liberal, amelde sosyal demokrat bir programdır. Genelde HDP’nin “Twitter partisi” kulislerinde kullandığı bir cümleye atfen, “çocuklara masal” derekesindedir. Huzur, iç güven, istikrar zeminine oturmaktadır. Dolaylı olarak AKP’ye eklemlenmektedir. Liberaller, dışarıdan ve içeriden verdikleri destekle, HDP’yi muhtemelen AKP’nin “yaramaz” müttefiki olmaya zorlamaktadırlar.

AKP, koalisyon yaygarasını bile seçim malzemesine dönüştürebilmektedir. Öz itibarıyla CHP’nin ekonomik önerileri, AKP’nin ekonomi politikalarının ve sicilinin “başarılı” olduğunu dolaylı olarak teyit etmektedir. Yani AKP, HDP ve CHP’ye “onca şey öneriyorsunuz, kaynağınız var mı?” diyerek kendi tuzağına çağırmakta, onlar da örneğin Kılıçdaroğlu ağzından, “bu ülke zengin, yeterince para var” cevabını vererek bu tuzağa düşmektedir. Dolayısıyla, Figen Yüksekdağ’ın “bildirgenin her cümlenin arkasında onlarca yılın mücadelesi vardır” derken “neyin mücadelesi ve kim için mücadele?” sorularının cevabını vermesi gerekir.

Sol, HDP şahsında, 19. yüzyılın ortasında Adiller Birliği ağzından çıkan ütopik “tüm insanlar kardeştir” cümlesinin daha da gerisine düşerek, “tüm canlılar eşittir” noktasına gelmiştir. Bilindiği üzere, Marx-Engels bu sözü “tüm insanlar kardeş değildir, dünya iki sınıftan müteşekkildir” diye tashih etmiştir. Oysa “tüm canlılar eşittir” sözünün politik bir anlam ve bağlam kazanabilmesi için dünyanın uzaylıların saldırısına uğraması gerekir. Böylesi bir boşlukta ileri sürülen öneriler de aynı uzay boşluğunda salınmak zorundadır. Bu soyutluk, mevcut somutun sorumluluğunu almamak, ona müdahale etmemek, “ilkeler siyaseti” üzerinden, somut dumurun somut tahlilini de gerçekleştirememektedir. Dumur, orta sınıfın huzur ve güvene dayalı, tatminsiz dünyasına kapanmakla ilgilidir. Asıl “orta sınıf tuzağı” budur.

Soldaki ütopik apolitizm, “gençlik ve kadın” denilen sınıfsız, sınırsız, politika dışı bir kavramsallaştırmaya denk düşmektedir. 100 yıl önce sol partiler, işçileri nicel, sayısal olarak ele alıp işçilerin sayılarının artışına bakmışlar, bu yönde seçimlerde başarı imkânları aramışlardır. Yüz yıl sonra o işçilerin yerine, gene soyut bir gençlik ve soyut bir kadın sosyalitesi ikame edilmiş görünüyor. Aynı nicelikçi yaklaşım, işçileri daraltıcı buluyor, sayısal baktıkları için işçilere küfrederek onlardan uzaklaşıyor ve gençlerle kadınlara işaret ediyor. Gençlik ve kadın, seçime dönük bir aritmetiğe indirgeniyor. Onların kimliği yüceltiliyor, ne’liği çöpe atılıyor.

HDP’li bir aydın, kısa süre önce partisine öneriler sunduğu yazısında, bir olaydan bahsediyor. Ümraniye’de bir HDP binasında yapılan toplantıda yoksul Kürd genci, mini etekli orta sınıfa mensup bir kadına, bu kadının bacak bacak üstüne atması üzerine, “toparlanır mısınız?” diye uyarıda bulunuyor. Bu yazarın çözüm yöntemi ise, en azından seçim sürecinde, bu kadınla yoksul Kürd gencini birbirine değmeyecek şekilde ayırmak. Dolayısıyla HDP, esas olarak kaynaşmanın, ortaklaşmanın, birlikteliğin, “biz”in dağıtılması işlemi olarak var ediliyor. Bu kadar çok “biz” güya “ben” demiş olmamak için dillendiriliyor ama ancak mülk sahibi olunduğu vakit “ben” diyebilmenin imkânlarına oynuyor. Bu kadar mülkün ve mülkiyetçiliğin olduğu yerde sol, fuatavnicilikten, boğazdaki Diken’den, yirmi dört saat tasfiyecilikten (T24) medet umar hâle geliyor. Devrim, devrimci mücadele, mücadelenin dip dalgasına katılmak, tümden geçersiz kılınıyor.

Özünde kadın ve gençlik meselesi, birilerinin kendi itikadî liberalizmini güncellemek ve güçlü kılmak için istismar ediliyor. Yoksa kadının ve gençliğin mücadelesi kimsenin umurunda değil. Bu, öyle güçlü bir ideolojik hücum ki dün bizim İslam’a dair vurgularımızı boşa düşürme kaygusuyla, “tarih sınıf mücadeleleri tarihidir” diyenler, bugün “patriyarka”dan dem vurur hâle geliyorlar. Buradan, “işçi sınıfı” vurgusunun, mazlumların-sömürülenlerin derdine ve öfkesine uzak durmaya yeminli tercümanlarca yapıldığı anlaşılıyor. Meslekî ideolojiler birden kendi yuvasına koşuyorlar. AKP ise kendisini buradan konsolide ediyor.

Seçim bildirgelerinde, vapurlarda cüzdan satan işportacının kafası işliyor. Her bir cepten tırnak makası, tarak vb. çıkıyor ama mazlumlar-sömürülenler için devrimci bir program ve strateji çıkmıyor. HDP, gayri safi yurtiçi hâsılanın yüzde üçünü; CHP de yüzde üç buçuğunu sosyal yardım olarak dağıtacağını söylüyor. “İslamcı” bankaların faize “kâr payı” demesi gibi, bu sefer de laik bir müdahale gerçekleştirilip AKP’nin yaptığına “sadaka”, kendi yaptığına ise “sosyal hak” diyor. Dolaylı olarak AKP’nin iktisadî zeminine bağlanılmış oluyor.

İnsan Hakları Derneği’nde son dönemde yaşanan iç kavga, seçim bildirgesinin soyut içeriğinin somut hayatta hiçbir karşılığının olmadığını gösteriyor. Somutta eşbaşkanlık önerisini yapanın da ona karşı çıkanın da HDP’li olması insanı afallatıyor. Tüm bu kadın ve genç vurgusuna karşın, pratikte başka güçler devreye giriyor. Kadın ve genç denilen paravanın ardında başka türden ilişkiler kuruluyor. Savaşın ön cephesine sürülen kadın ve genç, başka güçlerin siyasetiyle hareket ediyor. Gündelik siyasete bağlandıkça geçmiş-gelecek, bağlam, neden-sonuç ilişkileri hükmünü yitiriyor. Efendiler, mevkilerini korumak için herkesi metafiziğe ikna ediyorlar. Diyalektik ve maddîlik düşman kabul ediliyor. Neoliberalizmin kadın ve genç kapısından girişine karşı devrimci bir direniş hattı örülmüyor.

Sol burjuva partisi olarak HDP, genel politik podyumdaki yerini almış görünüyor. Allı pullu lafların ardında düzenin bekası, sistemin sürekliliği ve liberalizmin güncellenmesi duruyor. Bir başkaldırı olarak 2013 Haziran’ı böylelikle 2015 Haziran’ında kendi cenazesinin kaldırılmasını bekliyor. Tabuta son çivi çakılıyor.

Kürd hareketiyle sol yapılar, ya teslimiyetçi ya çıkarcı ya da gizli bir düşmanlık/tasfiyecilik ilişkisi kuruyorlar. Son çivi de onlara ait. Kendi metafizik gerçekliklerinin geçmişle, gelecekle, dışarıyla, hayatla ilişki kurmalarını istemedikleri için, “kadın ve genç” liberalizmine sarılıyorlar. Kadını ve genci kendi metafizik konumlarına benzetmeye, etkisizleştirmeye, örgüt içerisinde pasifize etmeye çalışıyorlar. Ağızlara çalınan balın, kulaklara çalınan hoş sözlerin bir hükmü yok.

Bu cenaze törenine bir de bir düğün eşlik ediyor. İki yapı, “Dev-Güç” ismiyle birleştiklerini ilân ediyor. Muhtemelen bol miktarda maytabın patlatıldığı bu düğünde gene soyut bir gençlik güzellemesine tesadüf ediliyor. Örgüt, bu güzelleme dâhilinde, Castro ve arkadaşlarının kavgaya “genç” olarak girdiklerini varsayıyor. “Ücretsiz internet” vaatleriyle gözlerini boyayacaklarını düşündükleri gençlere bir de toprağa düşmüş devrimcilerin posterleri gösteriliyor. Ama “eskinin yollarıyla gidilemeyeceği artık çok açıktır” denilerek, gençler pohpohlanıyor, onların gökkuşağı liberalizmine ait bir renk olması isteniyor. Bu liberalizm, doğalında Deniz’e, Mahir’e ve İbrahim’e ancak “Dev-Genç”in üyesi olmaklığıyla tahammül edebiliyor. Böylece şefler, geçmişten çıkardıkları derslerle, kafalarındaki TİP güzellemeleri ile, gençlere had bildiriyorlar: “Boynuz olmayın, bu kulaklar her şeyi duyuyor!”

Gösteri dünyasına teslim oluşumuz, düğünün ve cenazenin havasını, içeriğini tayin ediyor. Kendimizi göstermek istiyoruz. “Kendimizi kime göstermeye çalışıyoruz?”, soru bu. Kendimizde ve onu gösterdiğimizde devrimci bir dönüşüme yazgılı değilsek, teslimiyet kaçınılmaz. Şunu bilelim: bahsedilen düğün de cenaze de iç içe ve aynı mekânda icra ediliyor.

Eren Balkır
22 Nisan 2015

0 Yorum: