04 Aralık 2014

, ,

Zapatistaları Neden Sevdik?

Yirmi iki yaşında lisans eğitimini almak için sürünen Ian Harris’in kaderi, görünüşe göre, o kendini beğenmiş ve yüklü miktarda maaş alanların safına katılmak yönündeydi. Planları Washington’da düzenlenen İlerici Öğrenci Ağı konferansına tesadüfen katıldığı noktada, ansızın değişti. Toplantının teması, yarımkürede ortaya çıkan halk hareketleriydi. Ian’e göre, toplantıdaki eylemcilerin iyi niyeti, bir Rage Against the Machine albümüne sahip olmanın ötesine geçmiyordu, görünüşe göre, Ian’de belirli bir tarih anlayışı mevcuttu. Ortada sömürülenlerin adil ve asil kıpırtıları söz konusuydu ve o, sömürülenlerin safındaydı. Takvim yaprakları 1994 yılını gösteriyordu; o günlerde Larry Hunter Cumhuriyetçiler adına, seçimler öncesi Amerika ile Sözleşme’nin taslağını hazırlıyor, Vanilla Ice rasta saçlarıyla spor yapıyor, Ian ise Chiapas’a doğru yola çıkıyordu.

“Zapatista Turizmi”, Meksika’nın güney eyaletine akan binlerce eylemciye tanık oldu. Tierra Adentro gibi yerlerdeki tüccarlar, uluslararası maceracılara süs eşyaları ve el sanatı ürünleri satıyor, okullarından mezun olmuş öğrenciler, ülkelerine dönüp “geçiş koşullarında seferberlik çerçeveleri” veya karşı hareket sinerjisi” gibi konularla ilgili mastır tezlerini satıyorlardı. Küresel iklim ve yerel koşullar aslında eskisinden farksızdı ama Meksika’ya gitmiş olanlar, esas olarak Venceremos Tugayı ve Kuzey Yıldızı Ağı geleneğine mensuplardı. Pasif birer gözlemci olmayan bu eylemciler yardım getirdiler, insan hakları gözlem faaliyetleri içerisine girdiler, sulama tesisleri kurdular ve altyapıyı tamir ettiler ve genel manada enternasyonalizmin asli modeli olarak çalıştılar. Bugün bile hâlâ Ian’in cepheyle ilgili anlattığı hikâyeler, çoğunlukla kronik ishal ve sivrisineklerle ilgili. Bugün bir hukuk şirketinin ortağı olan Ian, kendisinin de itiraf ettiği biçimiyle, kendini beğenmiş ve yüklü miktarda maaş alan birisi.

Bağlam

Soğuk Savaş dönemi süresince, Sovyetler Birliği’ne eleştiriler yönelten birçok solcu için bile, periferideki toplumları sefalet ve azgelişmişlik batağından çekip çıkartma yönündeki gayretler romantik duygular çağrıştırıyordu. Evrensel bir sınıf olan proletaryanın tarihsel potansiyeli kenara itilmişti. Maoistler köylülüğü yüceltiyor, Fanoncular da lümpen proletaryayı övüyorlardı. Fotojenik Latin Amerikalı gerillalar, Çinli köylüler ve Üçüncü Dünyalı orta düzey subaylar, modernite ve ilerlemeye kısa devre yapan unsurlar olarak takdim edildiler. Sosyalist ülkelerin kapitalizmle, onun dışından rekabet etmesi, nihayetinde onu aşması gerekiyordu.

Üçüncü Dünya milliyetçiliğinin feri, daha Doğu Bloğu’nun çökmesinden çok önce sönmüştü. Julius Nyerere’nin köy kooperatiflerine dayalı merkezsizleştirilmiş “Afrika sosyalizmi”, Tanzanya’yı kıtadaki önde gelen tarım ürünleri ihracatçısından en büyük ithalatçısı durumuna getirdi. Bölgede, Angola, Mozambik ve Etiyopya gibi ülkelerde uygulamaya sokulan, klasik manada Stalinist kalkınma programları vahim sonuçlar doğurdular. Vietnam ve Küba’da övgüyle karşılanan devrimciler de zamanla gizemlerini yitirdiler. Vietnam’da ABD’ye karşı kazanılan zafer, esasında bir Pirus zaferi olduğunu ispatladı. Geride zehirlenmiş bir manzara ve milyonlarca ölü bırakan ulusal kurtuluş güçleri, hem uluslararası sermaye hem de eski düşmanları ile uzlaşma yoluna gittiler. Küba’da devrimin ilk dönemlerindeki coşku ve karizma, yerini Brejnef Rusya’sının baskılanması ve durulması sürecinden farksız bir döneme bıraktı.

Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Tarih’in sona erdiğinin kabulü ile birlikte, solun mevcut sahası dâhilinde başka bir yanılsamaya dair şenlik ateşleri yakılmaya başlandı. Avrokomünistler tüm maskelerini indirdiler ve liberalizmi benimsediler. Sömürgecilikten kurtulmuş devletler, ithal ikameci rejimi terk edip yabancı yatırımlara kucak açtılar. Eski sosyal demokrat partiler, Üçüncü Yol modernleştiricilerinin etkisi altına girdiler. Hepsi de pişmanlıkla ya da bile isteye, serbest piyasa kapitalizmiyle rekabet edebilecek sistematik başka bir dünya görüşünün bulunmadığı sonucuna ulaştı. Perry Anderson’ın da açık bir dille ifade ettiği hâliyle, “Uygulamada hangi sınırlamalara maruz kalırsa kalsın, bir ilkeler kümesi olarak neoliberalizm, herhangi bir ayrışmaya mahal vermeksizin tüm dünyaya hükmetmektedir. Dolayısıyla o, dünya tarihindeki en başarılı ideolojidir.”

Antikapitalizme sadık kalanlar ise bu uzlaşma hâlini parçalayacak toplumsal güçler aramaya başladılar. Bu kesim, ilham kaynağını gene ülke dışında buldular. Yeni bir batılı eylemci dalgası için stalinizmi reddetmek, Marksist analizden ve “Eski Sol”a ait örgütlenme şablonlarından vazgeçip işçicilik (operaismo) sonrası dönemin ve anarşizmin modellerini benimsemeyi gerekli kılıyordu. Bu aşamada John Holloway’in İktidarı Almadan Dünyayı Değiştirmek isimli çalışması Lenin’in Devlet ve Devrim’inin yerini aldı. Bu kesime göre, Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun (EZLN) 1994’te Meksika’nın güney eyaleti Chiapas’ta gerçekleştirdiği isyan, fiilî ithal pratiğine orantısız biçimde, önceki kuşaklar için Petrograd’ın sahip olduğu öneme denk bir öneme sahipti.

Chiapas tarihi acılarla yüklü bir hikâyedir. On altıncı yüzyıl İspanyol fethi, Maya halkını ikiye bölmüştür. Kurbanlar pasif kalmamış, yerli halk sürece mücadeleyle cevap vermiş, bu direnişin en önemli yansıması da 1712’deki isyan olmuştur. Ancak yerli halk hastalıkların çilesini çekmiş, şiddetli bir bastırma harekâtıyla yüzleşmiştir. O dönemde kuzeydeki seçkinler bölgeye gelmiş, dünya pazarıyla sınırlı bağlantılara sahip, kendine yeterli malikâneler kurmuşlardır. Yirminci yüzyıla girerken bir kayma yaşanmış, Porfirio Diaz’ın diktatör olduğu dönemde Meksika ihracat güdümlü bir büyüme modelini benimsemiştir. Avrupa’daki endüstrileşme, periferide yiyecek maddelerine ve hammaddelere dönük talebi artırmıştır. İthal mamullerin tadına varan modern seçkinler görece daha merkezî bir devlete sahip olmuş, ortaya yeni ticaret sektörleri ve gelişkin toplumsal sınıflar çıkmıştır.

Bu sürecin ardından gerçekleşen Meksika Devrimi’nin gerçekleştirdiği toprak reformu bölgeyi epey etkilemiş ama otuzlar boyunca popülist Lazaro Cardenas’ın cumhurbaşkanlığı döneminde yerli halk Kurumsal Devrimci Parti [Partido Revolucionario Institucional –PRI] içerisinde örgütlenmiş, parti sendikalara ve köylü örgütlenmelerine hâkim olmuştur. Gene de büyük toprak sahipleri mülklerini pekiştirmeyi sürdürmüş, yereldeki halkın elindeki topraklar parsel parsel azalmıştır.

Bu dönemde Mexico City 1968 öğrenci ve işçi başkaldırısının merkezi durumundadır. İlericiler parti-devlete karşı grevler ve boykotlar örgütlemekte, hükümeti devirme noktasına gelmektedirler. Devlet yetkilileri kimseye aman vermemekte, bu noktada Yaz Olimpiyatları’nın açılışından birkaç gün önce gerçekleşen Tlatelolco Katliamı’nda yüzlerce insan öldürülmektedir. Yeni bir baskı düzeyi ile karşılaşan eylemciler, şehir gerillası gömleğini üzerlerine giymek için yeraltına çekilirler.

Ülkedeki koşullar, genç devrimcileri yalnız kalacakları bir yola sokar. Gençlerin karşısında halk desteği olmayan bir hükümet vardır ama kendilerinin de işçi sınıfı içerisinde bağlantıları yoktur. Yetmişlerin başındaki yoğun faaliyet süreci sonrası gerçekleşen ayaklanma bastırılır. Binlerce militan katledilir, birçoğu “kaybolur”. Maoist Ulusal Kurtuluş Kuvvetleri [Fuerzas de Liberación Nacional –FLN] türünden önemli gerilla grupları, ortaya çıktıkları gibi gözden kaybolurlar.

Ancak Chiapas’ta militanlık ciddi bir yükselişe sahiptir. Yetmişlerin ortasında bir “Yerli Kongresi” kurulur, 1979’da ise otuza yakın köylü örgütü otonomist olduklarını beyan ederler. Bu sürece yönetici sınıf yeni bir şiddet kampanyası ve devlet terörü ile cevap verir. Subcomandante Marcos ve FLN’den bir avuç yoldaşı, 1983’te Lacandon Ormanı’na bu koşullarda gelir. On yıl içerisinde grup, yerli topluluklarla bağlar kurar ve saflarına yüzlerce silâhlı üye katar.

Doksanların başında Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması’nın [NAFTA] tasdiklenmesi ve devrim dönemi anayasasının toprak reformunu yürürlükten kaldıracak ve kapsamlı bir özelleştirme furyasına izin verecek şekilde tadil edilmesiyle Zapatista toplulukları askerî saldırıya geçerler. 1 Ocak 1994’te, NAFTA’nın uygulamaya konulduğu gün, 3.000 EZLN kadrosu, eyalet genelinde birçok kasabayı ve çiftliği ele geçirir.

Postmodernist, Postmarksist ve Postmaddî

Kısa süreli bir silâhlı ayaklanmanın ardından devrimciler, alternatif direniş biçimlerine odaklanırlar. Bu aşamada esas çaba Batılı eylemcilere ulaşmaktır. İsyancılar bildiriler kaleme alırlar ve ünlü misafirlere ev sahipliği yaparlar. 1996’daki ilk mitinge binlerce insan katılır. Siyah kar maskesi, piposu, dizüstü bilgisayarı ve güçlü aforizmalarıyla grubun gizemli sözcüsü kahramanlara aç olan radikallerin imgelemini ele geçirir. Bu konuyla ilgili olarak Logoya Hayır isimli kitabın yazarı, postmodern solun yıldızı Naomi Klein şu tespiti yapmaktadır:

“[Subcomandante] Marcos, o tam bir lider karşıtı olan isim, siyah maskesinin bir ayna olduğunu, ‘Marcos’un San Fransisko’da bir eşcinsel, Güney Afrika’da bir siyah, Avrupa’da bir Asyalı, San Ysidro’da bir Chicano, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya Yerlisi, Almanya’da bir Yahudi, Polonya’da bir Çingene, Quebec’te bir Mohawk, Bosna’da bir pasifist, saat gece onda tek başına metroya binen bir kadın, topraksız bir köylü, gecekonduda bir çete üyesi, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci ve elbette dağlarda bir Zapatista’ olduğunu söylüyor. Başka bir ifadeyle o, aslında biziz: Biz, arayıp durduğumuz o lideriz.”

Zapatistaların o müphem çoğulculuğu ve kimlik politikasıyla ilgili teklifleri, eski solun “herkese uyan” ideolojilerine ve tek renkli liderlerine karşıymış gibi görünmektedir.

Bu bağlam dâhilinde düşünüldüğünde, EZLN’nin taktikleri de mükemmelen anlaşılmaktadır. Fokoculuk itibarsızlaşmıştır. Kolombiya ve Peru’da gerilla hareketlerinin, en azından söze döktükleri biçimiyle, hâlâ devlet iktidarı için mücadele ettikleri momentte, mücadele suçların artışı veya kitlelerin kendisine dönük şiddete doğru yozlaşmıştır. Zapatistalar, ordunun kendilerine üstün geldiğini ve hareketin en geniş manada Meksika toplumundan tecrit edildiğini bilmektedirler. O kızıl ve siyah bayrağı başkentte göndere çekmek gündemlerinde yoktur. Hedefleri konusunda çok isteklilerdir ama bu hedefler aynı ölçüde basit ve derhal ulaşılması gereken hedeflerdir. Dolayısıyla Zapatistalar, devlet baskısından ve neoliberal reformlardan arındırılmış özerk bir bölge yaratmak niyetindedirler. Bu aşamada da mücadelelerini Kurumsal Devrimci Parti’yi devirmek için politik spektrumdaki tüm diğer gruplarla ilişkilendirmeyi planlamaktadırlar, onlara göre, hükümetin devrilmesi kendilerine faaliyetleri noktasında daha fazla alan sağlayacaktır. Harekete göre, yurtdışının gösterdiği dayanışma ve kendileri lehine işleyen medya faaliyetleri, ordunun misilleme ihtimalini sıfırlamakta ve kendilerine vakit kazandırmaktadır.

Yapılan mitinglerin uluslararası sol üzerinde neden bu denli etki yarattığını anlamak gerçekten güçtür. Şuna şüphe yok ki Zapatistaların değerler sistemi, hem endüstriyel büyümeye hem de resmî komünizm kâbusu sonrası, devlet iktidarına dönük giderek artan bir şüphe içerisinde olan müttefikleriyle uyumludur. Yirminci yüzyıla girerken devrimciler, neolitik devrimden beri görülen önemli bir toplumsal çatlak olarak mevcut sınıfsal yarıklardan istifade etmek istemişlerdir. Yüzyıl sonra bu devrimcilerin halefleri, sadece “direnme” ve oluşturma değil, inkâr etmek için, yoğunlaşmış iktidar karşısında özgür bir alan temin etme arzusundadırlar. Artık düşman kapitalizm değil, neoliberalizmdir. Onun da mezar kazıcısı örgütlü işçi sınıfı değil, parçalı “çokluk”tur:

“Sahada birbirine yakınlaşan bu minyatür protestoların sonuçları, ya korkutucu biçimde kaotik ya ilham verici şekilde şiirsel ya da her ikisi birdendir. Birleşik bir cephe olmak yerine, küçük eylemci birimleri tüm yönlerden belirli bir hedefe yönelmektedirler. Karmaşık ulusal ve uluslararası bürokrasiler inşa etmek yerine geçici yapılar kurmaya yönelinmektedir: boş binalar alelacele ‘yakınlaşma merkezleri’ne dönüşmekte, bağımsız medya üreticileri doğaçlama hareket eden eylemci haber merkezlerini bir araya getirmektedir. Bu gösterilerin ardındaki geçici koalisyonlar, sıklıkla, planlanan olayın tarihi belirlendikten sonra belirli bir isme kavuşmaktadır: O18, K30, N16, E11, E26. Söz konusu tarih geçtikten sonra eylemciler fiiliyatta geride, arşivlenmiş bir internet sitesi dışında, hiçbir iz bırakmamaktadır.”

Klein kazara da olsa gerçeği dile döküyor. “İlham verici şekilde şiirsel” bir protestonun ardından savunduğu hareket, “fiiliyatta geride hiçbir iz bırakmıyor.” Ampirik olarak incelenebilecek somut bir toplumsal dönüşüme karşı olduğu için kendisi mevcut tantananın büyüsüne açıktan kapılıyor. Aydına ve modernist değerler sistemine karşı olmanın bozduğu bu ideoloji sonrası yeni sol, hem işçi sınıfı siyaseti hem de kapitalizmin yapısal eleştirisiyle her türlü bağını kesiyor. O, sadece duyguyla ayakta duruyor.

Duygu ise küresel Güney’deki hareketlerin nasıl görüldüğünü tayin eden merceği temin ediyor. Chiapas, bu aşamada imgelemin davet ettiği kurtarılmış cennet olarak algılanırken, bölge, yaklaşık yirmi yıllık bir devrime karşın, alabildiğine yoksul bir yer olarak varlığını koruyor. Okuma-yazma bilmeyenlerin oranı bölgede yüzde yirminin üzerinde. Su, elektrik ve kanalizasyon gibi temel kamu hizmetleri lüks kabul ediliyor, bebek ölümleri ulusal ortalamanın iki katı. Bu noktada sefaleti tek hamlede yok edemedikleri için Zapatistaları eleştirmeye kalkmak saçma ama onların dış destekçilerinin Chiapas’taki maddî koşullara daha fazla dikkat göstermelerini ve şapkadan “direniş” çıkarmak için dizüstü bilgisayarlarını yaratıcı tarzlarda daha az kullanmalarını isteyerek çok şey mi istemiş oluyoruz?

Her şeyden önce direniş maddî bir değişime yol açmadıkça nafile bir eylemdir ve kesinlikle semboliktir. Kara bloğun sık sık ortaya çıkışı, eylemcilerin siyah maskeler takıp törensel bir üslupla mülkiyete hasar vermesi ve süreç içerisinde geniş bir gösterici kitlesini uzaklaştırmaktadır. Söz konusu taktik yeni ruhu özetler niteliktedir. Komik olan şu ki, ne tür hatalar işlemiş olursa olsun, kentlerden Lacandon Ormanı’na giden FLN kadroları, içinde bulundukları ortamı ve yerel halkı anlamak konusunda belirli bir gayret sarf etmişlerdir. Oysa onlardan ilham alanların önemli bir bölümü ise seçkinci klikler oluşturmuşlar, paramiliter nihilizme gömülmüşler, polisle fizikî çatışmayı fetişleştirmişler ve bilinçli sınıf hareketini örgütlemek denilen o sıradan işin karşısında, burada ve şimdi gerçekleşen kişisel isyan pratiklerini tercih etmişlerdir. “Eğit, Kışkırt, Örgütle” “Kışkırt, Kışkırt, Kışkırt!”a dönüşmüştür.

Marksizmin terk edilişinin, akademik alan dışında da önemli sonuçları olmuştur. Marksizmin terk edilmesiyle birlikte kapitalizm sonrasına dair vizyonumuzu yitirdik ve dünyayı belirli bir zaman-mekân boşluğu içerisinde görmeye başladık. Böylece onun geçmiş kuşakları kurmaya ittiği o örgütleri kaybettik. Artık işçi sınıfından geçmiş zaman kipinde ya da belirli bir küçümseyici dille bahseder olduk. Soylu bir mücadele geleneğini miras aldık ve onu eylem için gerekli bir modele dönüştürdük.

Zapatistaları sevdik, çünkü onlar Tarih’in sonu ardından tarih yapacak kadar cesurlardı. Zapatistaları sevdik, çünkü politik iktidardan ve politik kararlardan korkuyorduk. Zapatistaları sevdik, çünkü elimizdeki yüz elli yıllık bagajla bir iş yapamayacağımızı düşünüyorduk. Ama hepimize prangalar takan bu sisteme, neoliberalizme karşı daha iyi bir itiraz geliştirmiş olsaydık, Zapatistalar için çok daha fazlasını yapmış olurduk. Neoliberalizm derken kastım, kapitalizm tabii.

Bhaskar Sunkara
1 Ocak 2011
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Naomi Klein, “Farewell to the End of History: Organization and Vision in Anti-Corporate Movements,” The Socialist Register, Cilt. 38 (2002): s. 3.

[2] Klein, A.g.e., s. 5-6. 

0 Yorum: